“Müstahaktır” diyerek insaftan vazgeçilmez.

Zorda kalınsa bile hayduttan dost seçilmez.

Bulutlardan yağacak rahmet gecikse bile,

Vebal akan çeşmeden tek damla su içilmez.

Abdurrahim Karakoç

Ülkeler yöneticilerle olduğu kadar, yönetim biçimleri ile de yönetilir.

İstiklal savaşından sonra girdiğimiz yeni yol eskinin/saltanat düzeninin devamı değildi.

İstiklal savaşını veren kadro, saltanattan Cumhuriyete geçme kararı aldı.

Saltanatın son yüzyılı bir bakıma demokrasi denemeleriyle geçmişti.

O zamanlar, saltanatla birlikte meclisimiz de vardı.

Cumhuriyetle saltanata son verilmiş oldu. Hilafet makamı meclisin uhdesine verildi.

Ülke olarak yeni bir yola girdiğimiz için ahali/halk yeni yasalarla karşılaştı.

Bu süreç, Cumhuriyet yönetimi için sancılarla geçti.

Ahali/halk ve yöneticiler arasında, hatta istiklal savaşını veren kadro arasında da ayrılıklar çıktı.

2. dünya savaşının ardından 1946 yılında ülkemizin yöneticileri yeniden karar verdiler.

Zira iki kutuplu dünya düzeni kurulmuştu.

Bu yıllara “Soğuk savaş yılları” denildi.

Biz, iki kutuplu dünyada liberal dünyada yer almayı tercih ettik.

2. Dünya savaşına sebep olan Almanya ve İtalya'nın başını çektiği faşist anlayış ise yenildi ve galipler tarafından cezalandırıldı.

Amerika, hür dünyanın, Rusya komünist bloğun patronuydu.

Komünist blok; Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olarak tanımlandı.

Askeri bakımdan ise, NATO ve Varşova Paktları kuruldu.

Ait olduğumuz liberal blok bizden, çok partili hayata geçmemizi istedi.

Bu isteğe uygun olarak bizde demokrasiye, çok partili sisteme geçtik.

O günden beri kör topal yol alıyoruz.

Cumhuriyetle girdiğimiz yoldan geri dönülür korkusu, cumhuriyeti kuran kadro tarafında hep vardı ve en küçük kuşkuda dahi darbe yoluyla geri dönüş yollarını kapatmak istediler.

Bu korkunun varlığını besleyen gerekçeler vardır veya yoktur bu ayrı bir bahis.

Bize göre, "saltanatı geri getirelim" diyen güçlü bir irade bu ülkede hiç olmadı.

Tam aksine, büyük çoğunluk cumhuriyet rejimini kabullendi.

Tartışma; cumhuriyetin içeriği, demokrasi, hak ve özgürlükler bağlamında yapıldı.

Bu konuda henüz kafalar netleşmiş, kavramsal bütünlük sağlanmış, tanımlar yerli yerine oturmuş değil.

Demokrasi tanımı burada önem arz ediyor.

Demokraside seçmenin rızası önemlidir ama yeterli değildir.

Çoğunluk rejimi olarak demokrasi anlayışı hayli itibar kaybetti.

Yani sandık her şey değil artık.

Sağlıklı bir demokrasi için denge denetleme sisteminin varlığı ve hukuk devleti ilkeleri önemlidir.

Denge denetlemeyi sağlayacak olan ise, iktidardan bağımsız kurumların varlığıdır.

Bu kurumların en önemlisi, milletin iradesinin seçimler yoluyla tecelli ettiği meclistir.

Meclis, iktidarların yaptıkları icraatları meşrulaştırma, çoğunluğun tahakkümü için araç değildir.

Meşru muhalefet demokrasilerde olur ve bunu belirleyen de milletin iradesidir.

Bu iradeyi hiç kimse ve kurum yok sayamaz ve aşağılayamaz.

İktidarlar devleti, kurumlar, elde ettiği imkânlarla ve seçimlerde vaat ettiği şekilde yönetir.

Bu, hem demokratik sistemin, hem devlet olmanın gereğidir.

Asırlar öncesinden Orkun Kitabelerinde

Bilge Kağan yönetici olmanın sorumluluğuyla; “Açları doyurdum, çıplakları giydirdim” diyerek milletine güven veriyordu.

Yani han olmanın gereğini yapıyordu.

Diyeceğim şudur; devletin kurumlarını kim yönetiyor, vergiyi kim topluyor ise ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını gidermek onun görevidir.

Bu sorumluluk anayasamızda sosyal devlet ilkesiyle belirlenmiş, yerine getirme görevi iktidarlara verilmiştir.

Devleti yönetenler, muhaliflerine “Açları da siz doyurun!” diyemez.

Yönetenlerde tarih şuuru bütünlük arz etmelidir.

Tarih şuuru; hamaset için değil, sorumluluk duygusuyla davranmak için gereklidir.

İhtiyacımız olan şey; demokrasi yoluyla elde edilen gücün şehvetine kapılan değil, seçilmiş olmanın sorumluluğuyla hareket eden yöneticilerdir.

Dengeyi sağlayacak olan ise, denetlenmeye ve hesap vermeye açık iktidarlardır.

Son günlerde bir suç örgütü lideri tarafından ortaya atılan iddialar, hem hukuki olarak yargı tarafından soruşturulmalı, hem siyasi açıdan meclis tarafından araştırıp-soruşturulmalıdır.

“Önemsemeyin!” diyerek sorunların üstü örtülemez.

Geçmişte yaşanan ve bir şekilde bertaraf edilen süreçlere benzemeyecektir yaşanan süreç.

Çünkü son beş yıldır yaşananlar, iktidarın güven açığını bir hayli artırmıştır.

Oluşan güven açığı “Önemsemeyin!” talimatıyla aşılamayacak boyuttadır.

İktidardakilere hatırlatmak isterim; ”Bıçak kemiğe dayandı” veya “Bardağı taşıran son damla” gibi deyimlerimiz var.

Bu deyimler asırların imbiğinden, milletin sosyal şuurundan süzülerek ortaya çıkmıştır.

17-25 Aralık, 128 milyar, davet usulü yandaşa verilen ihaleler, kamuda kıyak maaşlar, yönetimde keyfilik, israf vb. rahatsızlıkların ardından ortaya saçılan iddialar karşısında gösterdiğiniz; kayıtsızlık, umarsızlık ve sessizlik mutlaka karşılığını bulacaktır.

Yirmi yıllık kesintisiz iktidarın ardından herkesin razı olduğu ve güvendiği hukuk düzeni tesis edilmemiş ise eğer, bunun sorumluluğu iktidara aittir ve bu eksikliğin mazereti olmaz.

"Açları da siz doyurun!" veya "Önemsemeyin!" diyerek sorunları küçümsemek kibirdir.

Kibir ise, milletimizin hiç sevmediği ve tasvip etmediği davranıştır.

Sayın Cumhurbaşkanım!

Milletimizin ihtiyaç duyduğu güven arayışını kendinize, partinize güvenerek aşamazsınız.

Bunun için demokrasi ve kurumlara güvenmek, açık ve şeffaf olmak gerekir.

Aranan hukuk devletidir.

Temiz siyasettir.

Temiz Siyaset ise; temiz kalanlarla, yılgın ve yorgun gönüllere umut olanlarla kurulacak.

Bizce, 'gözü olana gün ışımıştır.'