İçeriğini Muharrem Sarıkaya’nın kaleminden öğrendiğimiz kadarıyla AK Parti İl Başkanları geçtiğimiz hafta Ankara’da parti merkezindeki il başkanları toplantısında içlerini dökmüşler.

“Genel müdür, daire başkanı olabilmek için onlarca kez kapımıza gelen, bizi ataması için her gün defalarca arayan kişiler şimdi bayramlarda resmi törenlerde 10 adım önümde duruyor.

***

Telefonuma çıkmıyor. Randevu vermiyor. İl Başkanı olarak omzumuzda bu kadar yük var, davul bizim omzumuzda tokmak başkasında…

Bölgemizde 64 yeni jeotermal saha ilan edilip ihalesinin sonlandığını Resmi Gazete’den öğrendik.

***

Bürokrasi ile tamamen koptuk, bağımız kesildi.”(Haber Türk,29.07.2019)

Muharrem Sarıkaya her ne kadar isim vermese de çoğunluk Aydın’ın gündeminde olan bir konu olduğundan hareketle jeotermal ihalesi ile ilgili şikâyeti dile getirenin Ömer Özmen olduğuna kanaat getirdi.

Ancak il başkanlarının dile getirdiği konulardan benim anladığım il başkanı düzeyindeki çoğu siyasetçinin siyasette bir yıldır yaşanan paradigma değişikliğinin henüz farkında olmadığıdır.

Eski günler aranıyor ama eski çamlar bardak olalı bir yıl oluyor.

Şikâyetler iki temel nedenden kaynaklanıyor.

BİR:24 Haziran 2018 seçimlerinden sonra Türkiye’de sistem değişti. Bu değişiklikle yasama yürütmeden ayrıldı.

Bunun anlamı güç tahterevallisinde ağırlığın bürokrasi lehine bozulması siyasetçinin edilgen(etkisiz) duruma düşmesi demektir.

Sistemin özü de budur.

Parlamenter sistemde hem devletin(Cumhurbaşkanının) hem hükümetin(dolayısıyla parlamentonun) temsilcisi olan Vali yürürlükte olan sistemde sadece Partili Cumhurbaşkanının(yürütmenin) temsilcisi konumundadır.

Bu olguyu en iyi anlatan örnek 1935’den 1950’ye kadar uygulanan sistemdir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2017 referandumu öncesi  “getirilmek istenen sistem bir ilk değil, gelenekseldir,” demişti,(06.05 2016)

Başbakan İsmet İnönü’nün CHP Genel Başkan Vekili, İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Genel Sekreter, Valilerin CHP İl başkanı olduğu 1935 kurultayındaki CHP tüzük değişikliği onun sözünü ettiği gelenekselliğin bir parçasıdır.

Cumhurbaşkanı Atatürk ve vefatından sonraki halefleri iktidarı bıraktıkları 1950 seçimlerine kadar hem Cumhurbaşkanlığını hem CHP Genel Başkanlığını birlikte yürütmüşlerdi.

Siz istemeseniz de sistem gerçeklerini size dayatır. Yazılı dayanağı olmasa da konjonktürün imkân verdiği yetkiyi kullanmaktan hiç kimse geri durmaz.

Siyasetçi de…Vali de…Bürokrat da…Her kim olursa…

Bu gün olan budur, kim ne şikâyet ederse etsin sistem devam ettiği sürece değişen bir şey olmaz.

İKİ: İl Başkanlarının bürokratlardan yakınmalarının ikinci kaynağı 31 Mart öncesi iktidarla muhalefet arasındaki güç dengesizliğinin 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul seçimlerinin ardından kapanması ve eşitlenmesidir.

Artık bu gün sürekli savunma yapan bir muhalefet yerine atak, gündem belirlemede daha aktif bir muhalefetle karşı karşıyayız.

Böyle durumlarda nasıl ki siyasetçi gelecek seçimi kazanmanın yollarını ararsa bürokrat da yerini korumanın derdine düşer ve muhalefete göz kırpmaya başlar.

Bu da siyasetçiden gelen isteklerde çalıyı tepeden sürümesinde kendini gösterir.

Artık o da değişmiştir, isteklere mazeretler üretmeye, yanlışları dile getirmeye, telefonlara çıkmamaya, randevu taleplerini kaale almamaya başlar.

İl Başkanları alışık olmadıkları bu durumu kabullenecekler, başka çareleri yok.

*

PAMUKÇU İÇİN TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR

Koçarlı Ziraat Odası eski Başkanı Rıza Aslan aradı işte söyledikleri:

“Pamuk hasadının başlamasına daha üç ay var. Kütlü pamuğun borsa fiyatı geçen yılın da altında 375-380 bandında seyrediyor.

Fiyatlardaki düşme devam ediyor nerede duracağını ise bilen yok.

Ayrıca yeni hasat sezonuna şurada iki buçuk ay kaldı sadece Ege Bölgesi’nde yaklaşık 25 bin ton işlenmiş pamuk(mahleç) stoku var.

Yeni sezona hazırlık olmak üzere stoku eritecek tedbirler almak yerine Ticaret Bakanlığı ABD gibi ülkelerden pamuk ithalatına izin veriyor.

Tabi pamukta piyasanın bu şekilde oluşmasında Tariş gibi rekabetçi bir kurumun devre dışı kalması tek tabanca olmada tüccarın önünü açıyor.

Oysa girdi maliyetleri geçen yıla göre ilaçta yüzde 250-300 mazotta da yüzde 40’lara varan seviyede artışlar oldu.

Tohum, sulama gibi diğer giderler eklendiğinde bu yılki kütlü pamuğun çiftçiye maliyeti tarlanın mülkiyet/icar durumuna göre 430-450 kuruş arasında değişmektedir.

Eğer çiftçi bu maliyetin altında ürün satacak olursa gelecek yıl tarlalar boş kalır, ekilmez.

Bu şartlarda devletten Tariş’i canlandırması istenmeyeceğine göre makul olan stratejik bir ürün olan pamuğa ve onu eken çiftçiye sahip çıkılmasıdır,”dedi.

Biz de Rıza Aslan’dan dinlediklerimizi Ziraat Odası Başkanlığından milletvekilliğine terfi eden Rıza Posacı’ya aktardık.

Onun dedikleri de şu:

“Konuyu bana da aktaranlar olduğu için Ticaret Bakanımız Ruhsar Pekcan’ı aradım ve detaylarıyla anlattım.

Olayın temelinde yatan ABD gibi ekonomisi güçlü ülkelerin ürüne verdiği yüksek destek nedeniyle bizden hem düşük fiyata hem de taksitli dünya piyasasına mal sürmeleridir.

Haliyle bizdeki tüccar da ekonomik açıdan daha karlı bulduğu ithalata yöneliyor ve bu nedenle içteki stok erimiyor.

Benim pamuk üreticisi adına Sayın Bakan’dan talebim şu olmuştur:

 Devletin stokları eritmek için pamuk ithalatındaki yüzde üç olan fon kesintisini daha yükseltmesi ve dıştaki pamuk fiyatıyla içerdekinin eşitlenmesine yardımcı olmasıdır..

Teklifin Sayın Bakan Ruhsar Pekcan’ın aklına yattığını düşünüyorum. Sonrasında konuyla ilgili İthalat Genel Müdürünün beni aramasından onu anladım.

Biz sürecin takipçisi olacağız,” dedi.

Elçiye zeval olmaz… İlgilenenlere takibi için iletmiş olalım.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!