Türkçe dersiydi. Türkçe öğretmenimiz ise okulun en sert, en korkulan öğretmenlerinden… 

Beden eğitimi dersi öğretmenimiz Metin Başkır’la görüştüğüm için derse geç kalmıştım. Kapıyı çaldım mı, çalmadım mı bilmiyorum. Koşarak sırama geçtim. Oturur oturmaz da kendimi tutamadım, başladım hıçkıra hıçkıra ağlamaya. Orta birinci sınıfın daha ilk haftaları…

Ama nasıl ağlıyorum… Öğretmenimizin yanı başımda, hemen dibimde olduğunu hissediyorum. Ama hıçkırıyorum işte. Bir zaman geçip biraz sakinleşince, öğretmenim hafifçe çenemden tutup başımı kaldırdı. Diğer eliyle gözyaşlarımı sildi.

“Hadi söyle bakalım oğlum, neden ağlıyorsun, ne oldu söyle hadi”, deyince ağlamaklı bir şekilde anlatmaya başladım.

“Öğretmenim, beden eğitimi öğretmenimiz beni voleybol takımına yazdı. Ama babam top oynamamı hiç istemiyor. Yoksa beni okuldan alacak, okutmayacak. Ne desem öğretmenimi razı edemedim, yazdı işte. Şimdi ben ne yapacağım. Babam beni okuldan alacak”.

Hâlbuki voleybol oynamayı da öyle çok istiyorum ki. Bilenler bilir, o yıllarda Germencik’te üç ilkokul var. Voleybol bizim okul Yedieylül İlkokulu’na ait. Diğer iki ilkokuldan biri hentbol, diğeri de basketbol oynuyor. Dolayısıyla ortaokul ve lisenin alt yapılarını bu okulların takımları oluşturuyor.

Ben ise kendimi göstermemek için beden eğitim derslerinde voleybol topunun yanından bile geçmiyorum. Arkadaşlarımı da tembihlemişim sakın söyleyemeyin diye. Ama işte nasılsa biri ağzından kaçırmış olacak ki beden eğitimi öğretmenimiz yakama yapışmıştı.

Babam ise tam bir spor karşıtı… Yalnız spor olsa neyse, her türlü sosyal ve kültürel faaliyetlere karşı… Bu yüzdendir ki İlkokulda voleybol takımında oynamam için, öğretmenlerim az nazını çekmemişti babamın.  Ben ise az zılgıtını yememiştim oynayacağım diye.

Ama ne yapsın, o da büyüklerinden öyle görmüş. Sonra okullarda spor olsun, sosyal faaliyetler olsun az da olsa para demek.

İşte bundandır ki babam, işi garantiye almak için beni ortaokula yazdırırken, voleybol oynamamamı şart koşmuş, ben de üzülerek mecbur “hı…” demiştim.

Öğretmenim başımı kaldırdıktan sonra, öyle serin, öyle tatlı, öyle güven verici bakarak dedi ki bana:

“Bak oğlum, sen sıkma canını, ağlama. Ben konuşurum, hem beden eğitimi öğretmeninle, hem de babanla. Öğretmenine derim ki:

“Bu çocuk bu dönem voleybol oynamasın, siz onu silin takımdan. Eğer dönem sonunda karnesi iyi olursa öyle oynasın”. Babana da derim ki “Bak babası, spor iyidir, güzeldir, sağlıktır. Üstelik spor yapan öğrenci daha başarılı olur. Daha sağlam olur. Daha disiplinli olur. Ama yine de şimdilik senin istediğin gibi olsun. Yalnız, karnesi iyi olursa ikinci dönem oynamasına izin vereceksin ona göre. Eğer voleybola başladıktan sonra dersleri kötüye gitmeye başlarsa, o zaman da hem takımdan, hem de okuldan alırsın olur biter” derim. Yalnız bak oğlum, bundan sonra artık her şey senin eline kalır. Çalışırsan hem okulun, hem voleybol takımın olur. Çalışmazsan her ikisinden de mahrum kalırsın” deyince, öyle sevindim ki. Sanki şimdiden, hem beden eğitimi öğretmenim, hem de babam razı olmuş gibi sevindim.

Gerçekten de dediği gibi oldu. O dönem oynamadım. Dönem sonunda ise eve giderken zayıfsız karneme bir de teşekkür belgesi ekleyince, babam her ne kadar gönülden razı olmasa da, sırf sözünde durmak için razı oldu.

Bundan sonra yılsonunda da, ortaokuldan mezun oluncaya kadar da, hiç kimseyi mahcup etmedim, özellikle de Yılmaz Elçi öğretmenimi.

Lisedir, üniversitedir derken yıllar geçti. Nasıl bir vefasızlıksa artık benim ki, bir daha hiç görmedim, hiç karşılaşmadım o öğretmenimle.

Yıllar sonra ise sevgili öğretmenlerimle meslektaş olup Doğu’da görev yaparken, bir yaz tatilinde Germencik’e geldiğimde öğrendim, onun bu dünyadan göçüp gittiğini.  

Bu vakte kadar hiç kimseye belli etmemiştim, hiç kimseye söylememiştim, ama içim en derininden cız etmişti öldüğünü duyduğumda.  Hâlbuki o, görünüşte bizim ortaokulun en sert, en korkulan öğretmenlerindendi. Benimse yol açıcımdı. Fikir ve ruh mimarlarımdandı. Öğretmenliğimin ilk öğretmeniydi o. Öğretmenliğin kodlarını, şifrelerini işte o zaman öğrenmiştim. Şefkatle dokunduğunda, gözlerimin içine serin serin baktığında…  Bir dağ gibi arkamda durduğunda… Yoluma ışık tuttuğunda… Gerekiyorsa yolumu açtığında… Bana inandığında, güvendiğinde öğrenmiştim yıllar önce.

Ellerinden hep öpüyorum sevgili Yılmaz Elçi öğretmenim. Mekânın cennet olsun, nur içinde yat. Ben vefasız öğrencin…

İsimlerinizi şimdi buraya tek tek yazmayacağım, hepiniz gönlümün en kıymetli köşesindesiniz benim canım öğretmenlerim. Öğretmenler gününüz kutlu olsun. Ellerinizden tek tek minnetle öpüyorum.

 

Sağlıcakla…

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA