Habertürk yazarı Balçiçek İlter yaşanan tehdit olayını köşesine taşıdı...

İşte o yazı...

Tatlıses tehdit etti: 'O kalemler kırılır...'

“O kalemler kırılır Balçiçek Hanım...”
Bir an ne duyduğumu anlamadım. Gerçekten anlamadım...
Telefonunn diğer ucunda İbrahim Tatlıses...
Pardon! Anlamadım! Tehdit mi ediliyorum?
Yok canım, nereden çıkarıyorsun Balçiçek?
Karşımdaki ses geri adım atmadı...
“Gün gelir, o kalemler kırılır, kırarlar o yazdığınız kalemi...”
Bazen insanın basireti bağlanıyor işte... Öylesine şaşırdım, öylesine beklemediğim bir cümleydi ki, diyemedim, yanar yanar ona yanarım...
Oysa keşke deseydim...
“Gel de kır o zaman!..”
Tehdit nedense bende böylesine bir etki yaratıyor işte...
İçimdeki canavarı mı çıkarıyor nedir?
Yine de nedense, sakindim.
“Size iyi akşamlar” dedim. Kapattım telefonu...

İsterseniz baştan anlatayım... İbrahim Tatlıses, 12 yaşındaki bir kız çocuğuna sahnede “Küçük o...” deyince, onu eleştiren bir yazı kaleme almıştım ve demiştim ki: “Ben bile rahat rahat yazamazken, bir starın böylesine fütursuzca sahneden küçücük bir kıza böyle seslenmesi olacak şey değil... Kimsenin de sesi çıkmıyor, kadın dernekleri, kadın siyasetçiler, Kadından Sorumlu Devlet Bakanı... Böyle sevgi cümlesi, böylesine bir hitap tarzı, böylesine bir şaka olur mu?”

Önceki akşam Karşıt Görüş programına hazırlanırken telefonum çaldı. Arayan İbrahim Tatlıses... “Teybe bastınız mı?” diye sordu. İnsan şaşırıyor ve üzülüyor böylesine bir öfkeyle karşılaşınca... Sesi sakin, kızgın olmadığını söylüyor ama... Kelimeleri başka... “Biz sizinle tanışıyoruz” dedim, “Bugün "merhaba" demedik ki, üstelik cep telefonumdan aradınız, ne teybi?”

“Beni sapık gibi gösterdiniz” diye başladı konuşmaya... Kısa bir ara bile vermeden başladı anlatmaya... O küçük kız aile dostuymuş, ailesi onun otelinde kalıyormuş, daha önce şovuna bile o küçük kızı çıkarmış...

"Eee" diyesi geliyor insanın... Bütün bunlar bir çocuğa “o...” denilmesini açıklar mı?
Sustum. “Önce dinle Balçiçek” dedim kendi kendime. “Bırak da adam anlatsın...”
Anlattı da anlattı...

Ardından, “Ben o... demedim” deyince... “Bir dakika” diye araya girdim: “Madem demediniz, niye gazeteye yalanlama göndermediniz? Niye bunca tepkiyi almadan önce "Kardeşim, siz manyak mısınız; ben böyle bir cümle kullanmadım" diye ortalığı ayağa kaldırmadınız? Eğer bu söylediğiniz doğruysa hepimizin size bir özür borcu vardır...“

Şimdi siz bu cümle üzerine zannediyor musunuz ki ortam yumuşadı, karşılıklı gülüşüldü, yemek sözleri falan verildi! Ne münasebet! Dün bana mail atan bütün okuyuculara selam olsun, ne yazdıysam, dediğimin arkasındayım. Gazetemin haberinin, veriliş biçiminin, hatta bütün aklama çabalarına karşın, minik bir kız çocuğuna “o...” diyecek kafa yapısının tamamen karşısındayım... Yani benim cephede değişen bir şey yok!

Bu duruşumu ortaya koyduğum için iş koptu zaten. Tatlıses önce olayı uzatmamak için böyle bir yalanlama yapmadığını uzun uzadıya anlatırken, ben de “Acaba kayıtları mı bulsak, görüntü var mıdır, ses kaydı alınmış mıdır” diye düşünürken, vurucu cümle ağzından çıktı.

“Hem öyle söylesem dahi ne olur? 17 yaşındaki bir kıza söylemedim ki, bizim oralarda bu cümle kullanılır. Ne var bunda büyütecek?” Bir an durdum, nefes aldım, gayet sakin bir ses tonuyla “Hayır” dedim. “Bizim buralarda küçücük kızlara "Küçük o..." denilmez... Benim de bir kızım var, dedirtmem. Sizin kızınıza da dedirtmem...”

Hani bizim oralar dediği sanki Güney Afrika, Kuzey Kutbu falan... Öylesine yabancı olduğumuz bir yer sanki... Biz biliyoruz oraları... Buralardan çok da farklı değil, kimse kusura bakmasın. Daha dün bir namus davasından Mardin"de 44 kişinin nasıl katledildiğini bu gazeteden okuduk. (Bu arada bence yılın röportajıdır Pınar Erbaş"ın yaptığı...)

Şükrü Çelebi, karısından ayrılırken öpüşemediklerini şöyle anlatmış.

“Etraf kalabalıktı, siz o konuda rahatsınız. Birbirinizi her yerde öpüyorsunuz, biz bir şey demiyoruz ama bizde ayıptır. Bizim utangaçlığımız çoktur. O yüzden öpmedim karımı, sarıldım.”

Acaba nikâhlı karısını bile öpemeyen Şükrü Çelebi, kızına “Küçük o...” diyen birine nasıl cevap verirdi diye düşünmeden edemiyor insan. O yüzden bırakalım bu orası, burası, bizim memleket havalarını...

Ayrıca aynı İbrahim Tatlıses değil miydi, kızına yıllarca fotoğraf yasağı getiren... Biz geçmişe mazi demiyoruz, hatırlıyoruz...
Uzun lafın kısası, aramızda hoş olmayan bir konuşma geçti.
İbrahim Tatlıses “Sapık gibi gösterdiniz beni, yapın bakalım nereye kadar...” diye başladığı monoloğu, “O kalemler kırılır bir gün!” noktasına getirmeden araya girdim.
Konuşturacak mısınız beni, yoksa sadece siz konuşmak için mi aradınız?
Konuşturmayacakmış!

“Eyvallah” deyip kapatmaya hazırlanırken duydum “O kalemler kırılır” lafını...

Şaşırdım mı? Hayır... Yakıştırdım mı? Evet. Korktum mu? Komik olmayın!

Bugün bir kız çocuğuna “Küçük o...” diye seslenilmesini sevgi nidası olarak kabul eden birisi, pek tabii, bir gazeteciyi de tehdit etmekte özgürdür!
Devir özgürlük devri...

İbrahim Tatlıses değil benim derdim... Üstelik bugüne kadar aleyhinde kalem oynattığımı da hatırlamıyorum. Yani şahsi bir mevzum yok... Benim derdim bu egemen bakış açısına...
Bu maço tavra...
Bu kadını aşağılama sendromunun bir sanat haline dönüştürülmesine...
Benim mücadelem bununla, kişilerle değil...

O yüzden sevgili okuyucular, İbrahim Tatlıses ya da bir başkası, kim bir kız çocuğuna (aile dostu olsun olmasın) ya da bir genç kıza, bir kadına böyle davranırsa yine aynı cümlelerle karşılaşacaktır.

Bizim de elimizde kalem var sadece ne yapalım...
Kırılana kadar da buradayız, kimse kusura bakmasın!

Not: “Ama İbrahim Tatlıses büyük sanatçı...” diye başlayan mail"ler atmayın, bozuşuruz. Kimse onun sanatçılığına laf etmiyor. Sapla samanı ayıralım lütfen.

VAtan