“Tam bariyerden karşı kaldırıma doğru koşarken üzerime gelen arabanın farını hissettim. Kafamı çevirdiğim an olduğum yerde dona kaldım, hiç hareket edemedim. Tek hatırladığım şey fren sesi ve çarpma sonrası kulağımdaki o çınlama. Sonra bir ışık huzmesinin içinden geçtim, insanların benim başıma geldiğini hatırlıyorum, yardım etmeye çalışıyorlardı. Onlar geldiğinde hem ışık hem de çınlama arttı, benim de görüşüm azaldı.

Ama sonra o ışık yavaş yavaş etkisini kaybetti, yok oldu. Gözümü tekrardan açtığımda hastanedeydim” Bu sözler 2007 Mayısında karşıdan karşıya geçmeye çalışırken ticari bir taksinin çarpması neticesinde ağır yaralanan Süleyman Molaz’a ait.

Hollywood yapımlarının en bilindik klişelerinden birisidir, ‘hayatın bir film şeridi gibi gözlerin önünden geçmesi’ ve ruhun o fotoğraf kareleri arasından sıyrılarak huzur dolu yoğun ışığa doğru ulaşması…

Can bedeni terk etmek üzereyken, tam o esnada Morgan Freeman gibi tok sesli bir aktörün anlatımı devreye girer ve hayatın aslında ne kadar kısa olduğu hatırlatılır. Yaşamın her anından zevk alınması gerekliliği mesajı verilir inceden inceye. İş sadece sinemay klişesiyle sınırlı değil. Ölümün eşiğinden dönenlerin ‘ışığı görme’ hali, edebiyattan müziğe kadar birçok sanat dalını da etkilemiş durumda.

Araştırmalar ne diyor?

Peki, zamanla kültürel bir fenomen haline gelen bu ölüm öncesi ‘kat edilen yol’ ve ‘ışığı görenler’ bir efsane mi? Yoksa ölüm anında insan bedeninde tepkimeye yol açan tıbbi bulgular mı var? Geçen yıl Slovenya’da yapılan bir araştırmaya göre ölüm döşeğindeki insanların ışık huzmeleri görmesi ve hayatlarının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmesi, sanılanın aksine dünyevi sebeplere dayanıyor.

Sloven bilim insanları, ölümün eşiğinden dönen hastalar üzerinde yaptığı araştırmada, ışıklı görüntüler gördüğünü anlatan 11 hastanın vücudunda atık gaz oranının daha yüksek olduğunu saptamış. Yani kefeni yırtan hastaların büyük bir çoğunluğu, vücutlarındaki fazla karbondioksit yüzünden halüsinasyon görmüş ve kendi ruhlarının bedenlerini terk ettiğine inanarak, yukarıdan bir yerlerden kendi vücutlarını izleme tecrübesi edinmiş.

Sloven bilim insanlarının sadece 11 hasta üzerinde yaptığı araştırmanın güvenilirliği tartışıladursun, İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde yapılan bambaşka bir çalışma, ölüm sırasında yaşanan olaylarda materyalist ayrıntıları güçlendirebilecek sonuçlar veriyor. Bu araştırmaya göre ölüm anında görüldüğü belirtilen ışığın, beyin işlevlerinin yoğunlaşmasından kaynaklandığını ve beynin travmatik bir anda insan bedeninin maruz kaldığı tıbbi durumu anlamlandırmaya çalıştığını ortaya konuyor.

Zaten araştırmada bilfiil görev almış uzmanlar da, deneklerin birçoğunun aslında ölüm riskiyle karşı karşıya kalmadığını, ancak her nedense öldüklerini düşünerek kendilerini böyle bir tecrübenin tam ortasına ittiğini belirtiyor.

Dernekleri bile var

Her ne kadar bilim insanları mevzuu tıbbi sebeplerle açıklamaya çalışsa da, dünyanın pek çok yerinde ‘ölümden dönenler’ tarafından kurulan ve olayın kökenini dini ve felsefi birtakım sebeplere dayandıran dernekler mevcut. Bunlar arasında en göze çarpanı ise aralarında Türkiye’nin de bulunduğu dünyanın dört bir tarafından üye barındıran ‘Ölüm Anındaki Deneyim Araştırma Vakfı’ (NDERF). Vakfın kuruluş amacı ölümden dönenleri bir araya getirmek ve bu tecrübeyi tatmamış geride kalanları en iyi şekilde aydınlatabilmek.

Üyelere sorulan sorular arasında gezegende varoluş nedenlerinin altında nelerin yattığı, hayat tekrarı sırasında nelerin gerçekleştiği, ‘öbür tarafta’ insanları kimin karşıladığı ve ölüm anı sırasında vücudun dört boyutu da nasıl algıladığı yer alıyor. Tabii, ölüm anı tecrübesini yaşayanlar için rehabilitasyon çalışmalarının da var olduğunu belirtmeli.

Pek çoğunun başında parapsikologların yer aldığı kuruluşların amacı, çeşitli deneyimleri bir araya toplamak ve araştırmaları bu doğrultuda ilerletebilmek. Bilgilendirme sistemi çok sağlam çalışıyor. Hatta kitapçıklarda ölüm anı öyle tatlı dille anlatılıyor ki, insanın içinden ister istemez en yakın köprüden atlamak geliyor.

Mesela üyelere gelen soruların başında yer alan ‘ölüm nasıl bir duygu’ sorusuna verilen cevap şöyle: “Vücudunuz hafifçe gevşer, kalbiniz durmaya başlar, soluk alışınız kesilir. Görme, hissetme ve hareket etme kabiliyetiniz kaybolur. Benliğiniz yok olmaya yüz tutan bir hatıra olmaya başlar. Ölüm sırasında hiç ağrı yoktur. Sadece huzurlu bir sessizlik vardır. Sakinlik ve dinginlik…”

Kayıtlara göre dünyadaki en büyük ölüm anı araştırma kuruluşlarından biri olan NDERF’in üye sayısı 2500. Fakat dünya çapından destek verenlerle birlikte ele alındığında bu sayı 15 bine kadar çıkıyor. Özellikle ABD’nin muhafazakâr yörelerindeki tek göz odalık kilise çatısı altında kurulan dernekleri ve sadece tabeladan ibaret olan sözümona ‘araştırma kuruluşları’ da göz önünde alırsak, bu mistik konuya ilgilenenlerin sayısı yüz binleri buluyor.

Ünlülerin de başına gelir

Bilimsel çalışmalar bununla da sınırlı değil. 2007 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nde ‘Diriliş Bilim Merkezi’ adıyla bir bölüm açıldığını belirtmekte fayda var. Çok sayıda öğrencinin eğitim gördüğü bu bölüm, ‘Uluslararası Yakın Ölüm Çalışmaları Topluluğu’ adında bir örgütle işbirliği halinde çalışıyor. Örgütün üyeleri arasında da konu hakkında birçok çalışması mevcut olan yazar Dannion Brinkley bulunuyor.

Yazarı bu mevzua iten ve üzerine iki koca kitap yazmasına yol açan sebep ise belli: Ölümden dönüş. Brinkley de tıpkı kaza geçirip hayata dönen, Süleyman Molaz gibi bir tecrübe yaşamış.

1975 yılında ankesörlü bir telefonda konuşurken, kulübeye düşen yıldırımın telefon kablosundan geçerek kulağından tüm bedenine ve sonra da ayağına kadar inmesi sırasında kalbi duran Brinkley, hastaneye kaldırıldıktan sonra hayatını kaybetmiş, ancak klinik olarak ölü ilan edildikten 28 dakika sonra hayata dönmüştü. Tabii, böyle bir tecrübe edindikten sonra kitabını yazmış, hatta yazdığı kitap ‘Saved by the Light’ adında beyaz perdeye bile aktarılmıştı.

Popüler kültürde mevzu bahis deneyimi yaşayan tek kişilik Brinkley değil. Oscar ödüllü efsane oyuncu Elizabeth Taylor, geçirdiği bir ameliyat esnasında tıbbi anlamda beş dakika ölü kaldığını açıklamıştı. Larry King’in 2007 yılında CNN ekranlarında yayımlanan programında, uçak kazasında kaybettiği eşi Michael Todd’un ruhuyla karşılaştığını belirten Taylor, kendisine ‘burada’ kalmak istediğini söylemiş, ancak dünyaya geri dönmesi gerektiğini ve daha vaktinin gelmediğini öğrenince yaşama döndüğünü söylemişti. Tabii bu sıralar Elizabeth Taylor’ın Alzheimer olduğu kimi kaynaklarca iddia ediliyordu.

Sebebi tamamen bilimsel

Doç. Dr. Sultan Tarlacı (Nöroloji Uzmanı)
Ölüme Yakın Deneyim (ÖYD) bir çeşit beden dışı deneyimdir ve kişinin bilinçli zihninin fiziksel bedeninden ayrılarak deneyimlediği bir durumdur. ÖYD esnasında tüm yaşananların üç boyutlu bir yeniden gösterimi yaşanır. Ancak bu ardışık bir film izleme gibi değildir. Bir anda oluşur. Her şey çok hızlı olmasına karşın, her şeyi anımsamaya olanak verecek kadar yavaştır.

Kişiler, yaşamdaki her türlü duyguyu, sevinç ve üzüntüleri deneyimler. Muhtemeldir ki, ÖYD sırasında beynin oksijensizliğe duyarlı en hassas yeri olan hipokampus, bellek kısmında bir boşalma ve tüm anıları ortaya serme ortaya çıkıyordur. Bu sırada beyinde haz ve mutluluk veren, morfin benzeri endorfinlerde artış olabilir. Başka bir kimyasal olan glutamatın artışıyla da, uzay-zaman aşılması, evrenle birleşme, huzur ve neşe, ölülerle karşılaşma, yukarıdan görme ortaya çıkabilir. Bu bilimsel sebeplerden ötürü ÖYD’nin ortaya çıktığı düşünülmektedir. ÖYD tam olarak ‘öte dünyanın varlığına’ şartlanmayla ilişkili değildir. Öteki dünya fikri olmayan çocuklarda da bu deneyim ortaya çıkar. Beynin saçlı deri üzerinden, şakak bölgesi kısmından manyetik uyarımıyla beden dışı deneyim oluşturulmaktadır.