Ülkemizde gerginlik ve tarafgirlik günden güne keskinleşiyor.

Bir tarafın doğru dediği diğer taraf tarafından mutlaka yanlış bulunuyor.

Herkes kendi mevzisine yerleşmiş vaziyette.

Görevi o mevziden karşı mevziye ateş etmek.

Amaç her ne şartta olursa olsun galip gelmek.

Hak mış, hukuk muş, hakikati aramakmış bunların hiçbir kıymeti yok.

Zira hakikat kendi gruplarından, partilerinden başka yerde zinhar olamaz.

Bu tarafgirlik hastalığı öyle bir hal aldı ki, normal zamanlarda hakkaniyete riayet edeceğini düşündüğünüz kişiler şaşırtacak şekilde inadi bir tutum içinde.

Bir ülkenin bu kadar gerilim ve taraftarlığı kaldırmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.
Bizim tez zamanda normalleşmemiz lazım.

Meydana çıkan gerilim ve tarafgirlik hiç hayra alamet değil.

Geçen hafta İstanbulda Saadet Partisi tarafından Kudus Mitingi düzenlendi.

Bu mitinge bütün siyasi partiler davetliydi.

Her zaman Kudüs için mücadele ettiğini söyleyen Ak Parti bu mitinge temsilci göndermedi.

Tabi haliyle İttifak ortağı MHP’de göndermedi.

İrade onların, istediğini yaparlar.

Bizim derdimiz ortaya çıkan çelişki.

Malum, ABD ve İsrail Kudüs ile ilgili kabul edemeyeceğimiz bir karar aldı.

Miting buna itiraz içindi.

Biliyoruz ki, iktidardakiler bazı politikaların muhalefet tarafından kabul edilmesini ister.

İsteme gerekçesi milli meselelerde ortak hareket etmesi içindir.

İşte bu miting vesilesiyle gördük ki, iktidar bu söyleminde samimi değilmiş.

Kudüs meselesi de politik malzemeymiş.

Bırakın mitinge katılım sağlamalarını, bundan vazgeçtim.

Mitingte CHP, Saadet Partisi, Demokrat parti, İyi Parti ve geçtiğimiz ay sayın Ahmet Davutoğlu tarafından kurulan Gelecek Partisini bir araya gelmekle suçladılar.

Heyhat!

Dün milli meselelerde bir arada olmuyorlar diye suçladığı partileri bugün bir araya geldiler diye suçluyorlar.

Sosyal medyada ise, sayın Davutoğlu ve Gelecek Partisine her türlü hakareti yapıyorlar.

Bu saldırılara taraftar olan bir çok Filistin sevdalısı, oluşan birlikten memnun olacağına saldıranlar arasında yer aldı.

Önümüze çıkan tablo vahimdir.

Taraftarlık had safhadadır.

Meydana çıkan taraftarlık ülkemizde güven bunalımı meydana getirmiştir.

Güven bunalımı ise devletin kurumlarına olan saygı ve itimadı tüketme noktasına taşımıştır.

Yeni geçtiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi güven kaybının katalizörü durumundadır.

Partili Cumhurbaşkanlığı sistemiyle birlikte illerde ne yazık ki valilikler devlet kurumu olmaktan ziyade Cumhurbaşkanının icraatçısı kurum durumuna düşürülmüştür.

Bize göre çok yazık oluyor.

Yüzelli yıllık yardım kurumlarına ve vakıflara olan güven bile zedelenmiştir.

Üniversitelere güven kalmamıştır.

Oysa ülkemizin normalleşmesi için bütün kurumların güvenilirliği artırılmalıdır.

Güven duygusunun yitirildiği yerde normalleşme olmaz.

Siyasi taraftarlığımızı tahkim edersek ülkenin normalleşmesini engelleriz ve bu halimizle toplumsal barışı kuramayız.

İlimizde yaşanan jeotermal tesislerin çevre etkisini ölçme konusunda bile güvensizlik had safhadadır.

Bir ülkenin vatandaşlarının kurumlarına güven duygusunun taraftarlık durumuna göre şekillenmesi kaosa davetiye çıkarmaktır.

Bugün adalet, ekonomi, odalar ve borsalar, medya, eğitim, dışpolitika, milletin meclisinden güvenlik birimlerine kadar birçok kurum zan altındadır.

İktidar bir vakıf üniversitesinin hami üniversiteye devrinde sakınca görmemiş, üniversiteyi kuran vakfa kayyum atamıştır.

Geçtiğimiz hafta bu vakfa yönetici olarak atanmak isteyen bilim ve ahlak insanı İhsan Fazlıoğlu hoca kendisine yapılan teklifi reddetmiştir.

Elbette ülkeyi seçilmişler yönetir ve yönetmelidir.

Ancak seçilmişlerin ülkeyi nasıl yöneteceği yasalarla belirlenmiştir.

Bazen yasaların ötesine geçen teamüller vardır, bu teamüller toplum tarafından yasalardan daha fazla önem arzetmektedir.

Teamüllere hassasiyet yasalara hassasiyetten daha önceliklidir.

Zira yasaları değiştirmek kolay, teamülleri değiştirmek zordur.

Ülke yönetimi keyfiliği kaldırmaz.

Türk milletinin geleneğinde Töre konuşunca Han susar.

Yani yasa konuşunca Han susar ve itaat eder.

Ülkemizin ihtiyacı olan şey;taraftarlığın fanatizmine teslim olmak değil, tam aksine yeni vizyonla ülke insanının önüne seçenek koymaktır.

Siyaset bunun için vardır ve bu amaçla yapılmalıdır.

Değilse daha güçlü olan, küçük parçalara ayrılmış muhalefeti ve devlet kurumlarını tahakküm altına alır.

Muhalefet sadece bağırır ve çözüm sunamaz.

Netice-i kelam;

Asırlar öncesinden bize seslenen Mevlana’ya kulak verelim.

“Hergün bir yerden göçmek ne iyi,

Hergün bir yere konmak ne güzel

Bulanmadan,donmadan akmak ne hoş,

Dünle beraber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”