Eskiden milli bayramların yaklaştığını okullara yakın çevrelerden gelen bando trampet seslerinden anlardık.

23 Nisan’ı ilkokullar, 19 Mayıs’ı ortaokul ve liseler, 29 Ekim’i de bütün okullar kutlardı.

Her ne kadar katı ve somurtkan protokolden sıyrılıp tam anlamıyla halk bayramı yapamasak da yine de çok güzeldi. Bayrama üç-dört hafta kala çalışmalar başlar, bir taraftan okullar arası atletizm-koşu gibi spor; bir taraftan da şiir-kompozisyon-bilgi yarışması gibi kültürel yarışmalar olurdu. Şimdi de oluyor ama tadı yok.

O bayramlarda giyeceğimiz bir çift yeni ayakkabımız olmasa da, yoksulluğun hüznünü çocuk kalbimize gömüp, bayram coşkusunun seline kolayca kapılıverirdik.

Dünyanın en güzel, en şanlı bayrağı, o bizim ay yıldızlı al bayrağımız bir tek o bayramlarda süslerdi sokakları, evleri, çarşıları ve meydanları. Her halde sadece anlamlı ve özel günlerde olduğu içindir ki daha bir duygulu, daha bir coşkulu olurdu rüzgârda dalgalanması, güneşte al al şavkıması.

Sonra, aklımıza ve ruhumuza mıh gibi çakılmış saygı ve sevgiden olsa gerek, okşarmış gibi dokunurken kumaşına bayrağımızın, Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı hatırlardık. Çocuk kalbimiz titrer bir hoş olurdu.

O’na baktığımızda Koca Seyit, Yahya Çavuş, bizim buralardan Yörük Ali, Şehit Cafer ve Çete Ayşe gibi kahramanlarımız belirirdi gözümüzde. Sonra, bebesini sırtına bağlayıp püsem püsem yağan yağmurun altında, kâh omzuyla, kâh kağnısıyla cepheye silah taşıyan; cehennem kazanı savaşların orta yerinde, göğsünden yaralanmış askerine avucundan su içiren kahraman Türk kadınının hayali gelirdi.

Daha bir minnetle, daha bir sevgiyle anardık onları. O isimsiz kahramanları.

Şimdi bir kere daha gördük ki, insan elindekinin kıymetini bazen sonradan anlıyormuş.

Şimdi her taraf bayrak… Ama tadı yok.

Sıradan günlerde bile evlerde, dükkânlarda, okullarda, takside, dolmuşta hep bayrak. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk ve aziz bayrağımıza kanlarıyla al rengini veren atalarımızın manevi şahsiyetlerinden af dileyerek söylüyorum, ama tadı yok.

Bu arada 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

Malumunuz “cumhuriyet” halk yönetimi demektir. Halkın yöneticilerini kendi özgür iradesi ile seçmesi demektir. Halk iktidarıdır yani.

Cumhuriyet ve demokrasinin faziletlerini artık yazmaya gerek yok. Duymaya gelince sağır sultan, anlamaya gelince de dağlar taşlar, kurtlar kuşlar bile anlamıştır.

Kurtlar kuşlar bile anlamıştır demiştim ama, bizlerin, biz güya akıl ve vicdan sahibi insanların uzun yıllardan beri “Cumhuriyet”i algılama ve uygulama gibi önemli bir sorunu var.

Şimdi bakınız, cumhuriyetlerde halk yöneticilerini kendisi seçer değil mi? İşte bu gayet normaldir.

Ama olur da seçimlerden sonra, seçilen yönetici ve yöneticiler halkın içinden yalnızca kendilerini seçenleri ayırıp seçerse, işte bu normal olamaz.

İşte sorun tam da budur.

Burada sıkıntı başlar.

Personel alımlarından ihalelere, teşviklerden cezalara, gülümsemelerden kızgınlıklara kadar, maddi ve manevi bütün imkânların halka sunulması işi çoğunlukla böyle, yani kendi partilisini kayırmaya yönelik ise, zamanla halkın oy verenlerinde birinci, vermeyenlerinde ise ikinci sınıf vatandaş olma duygusu oluşacaktır.

Böyle bir durumun siyasi ve sosyal yansıması da doğal olarak acı olacaktır

Mesela iktidardaki parti ağırlıklı olarak “cumhuriyet” vurgusu yapıyorsa, zamanla ona oy vermeyip kendisini üvey vatandaş gibi hissedenler “cumhuriyet” kavramından, eğer “din” vurgusu yapıyorsa bu defa dinden, “Türklük” vurgusu yapıyorsa Türklükten, “adalet” vurgusu yapıyorsa ki en korkuncu da budur, adalete olan güven duygusundan ve de adaletten az veya çok uzaklaşabilecektir. Bu durum maalesef sosyolojik bir gerçektir.

Buna karşılık olarak da halkın bir kısmı, kazanıp ta nimetlerden faydalanan kesimden olmak için ailesi, vatanı ve milleti için değil de; var gücüyle partisi için çalışacak; fanatizm ve yalakalık gibi yollara başvurmaktan çekinmeyecektir. Böylece, seçilenlerin seçenleri nimetlendirdiği, seçenlerin de seçilenlere kulluk ve yalakalık yaptığı bu aşağılık çark tıngır tıngır dönmeye devam edecektir.

Olan yine işinde gücünde, alnının teri ile çoluk çocuğunun ekmeğinin peşinde koşan gariban halka olacaktır.

Toplumun katmanları arasındaki sosyal barışın bozulmasındaki en önemli etken işte budur. Eşitsizlik ve adaletsizlik…

Hayırlısı olur inşallah.

Cumhuriyeti, demokrasiyi, laikliği, adaleti ve dini sadece şekil olarak değil, tam olarak ruhunu kavrayıp yaşayabilmemiz dileklerimle.

Sağlıcakla kalın.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA