Değerli Aydın Post okuyucuları, bu hafta sizlere ne yazacağım diye düşündüğümde öncelikle turizm konusunu ele almayı planladım çünkü bu hafta turizm haftası. Ama şu şartlarda kimsenin turizmi umursamadığını, turizm kesmindeki herkesin mutsuz olduğunu gördükçe bu konuyu yazmaktan vazgeçtim. Seyahat acentası olarak önümüzü göremiyoruz. Ben de tüm turizimciler gibi turizm haftamızın kutlu olmasını diledim. Mutluluk ve mutsuzluk üzerine yazı yazmayı uygun gördüm.

Sağlık en büyük hediyedir, tok gözlülük en büyük zenginliktir, güven en büyük akrabalıktır. Sevgi ise en büyük mutluluktur. Her nefes alışımızda sağlık, mutluluk, sevgi ve huzur dolu günlerimiz olsun bu ramazan ayında. Toplumda her daim fazla kilolarından yakınan insanlar vardır. Bu kişiler yakınmalarını sürekli devam ettirirken bir yandan taraftar toplamaya, bir yandan da kendi sağlığına uygun olup olmadığına bakmaksızın her duyduğu veya kendisine her tavsiye edilen diyet programlarını şuursuzca uygulamaya ya da uyguluyormuş gibi yapmaya devam ederler.
Fazla kiloların kaynağına inip bu durumun gerçek nedenini keşfetmek veya harekete geçmek yerine kulaktan dolma bir sürü bilgi ile donanmaya çalışır. Ama aslında çözüme direndiğini kendilerine bile itiraf edemezler. Dostlar alışverişte görsün misali!

Şimdi bütün bunların vereceğim mutluluk ve mutsuzluk reçetesi ile ne alakası var deseniz?
Mutsuzluğun aslında mutlulukla kardeş olduğunu ve ikisini de yaşamazsak yaşamın bir tadının eksik kalacağını düşünmüşümdür hep. Her korktuğumda ya da kendimi mutsuz hissettiğimde hemen çıkarım balkona ve gökyüzüne bakarım. O zaman aslında ne kadar hiç olduğumun ve korkularımın, mutsuzluklarımın evren için ne denli küçük ve önemsiz olduğunu fark ederim. Evrende zerre bile olmayan bizlerin kendisini bu kadar önemsemesine şaşar acaba? Öcülerle büyütüldüğümüz için mi korkularımız var diye kendime sorarım.

Aslında kim olduğumuz mu önemli yoksa hayatın bizi kim olarak görüp davrandığı mı?
İşte değerli dostlar, mutsuzluk da üzerimize atamadığımız ama bir türlü kabullenmediğimiz fazla kilolarımız gibidir.

Bu duygumuz kendisini sahiplendiğimiz için direnir, zihnimizdeki ve bedenizmizdeki varlığını ısrarla sürdürür. Sonunda bizim de sahibimiz olur. Bu durum Bill Spinoza’nın ‘’Olmadığınız şey siz olmanıza izin vermeyecektir.’’ sözü ile daha iyi açıklanır sanırım.
Yani mutlu olmayı bilmezseniz, mutsuzluk sizi gelir bulur ve beyniniz efendisi olur. Toplumda şöyle bir kanı var. Mutsuzluğun peyde olduğu yere mutluluk bir daha hiç uğramayacakmış gibi düşünülür. Bu nedenle başkalarının diyeti ile fazla kilolarımızdan kurtulmak gibi bize verilen her reçete ile mutluluktan medet umarız. Hep başkaları bizim adımıza mutluluğun tanımını yaptığı için de başkalarının mutluluk olarak kurguladığı sahtecilikle kendimizin değil başkalarının hayatlarını yaşamaya ve yine mutsuz olmaya devam ederiz. Yani kendimiz olmayı cesaret bile edemez ve kendi duygu tanımlarımızı yapamayız.

Sahi neydi mutluluk?

Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda mutluluğun gerçek tanımını yapmak ve size en doğru reçeteyi vermek için güvenilir bir dizi literatür incelemesi yaptım. Doğu ve batı edebiyatından bir sürü paragraf okudum. Sonunda gördüm ki mutluluğun tanımı ile ilgili batıdan doğuya inanılmaz bir çeşitlilik var hemen her renkten mutluluğun tanımı yapılmış ama aynı aşk gibi bir tek tanım yapılmamış. Bu da demek oluyor ki geçmişten günümüze mutluluğun ve mutsuzluğun tanımı yere, zaman ve kişiye göre görecelik kazanmış ama en çok dikkatimi çeken tanımı sizlerle paylaşmadan geçemeyeceğim. Tanım aynen şöyle:
Mutluluk ikiye ayrılır, doğal mutluluk ve sentetik mutluluk. Doğal mutluluk istediğimiz şeyi istediğimiz zaman elde etmektir. Sentetik mutluluk ise istediğimizi elde edemediğimiz zaman yaptığımız şeydir. Bu tanıma göre istediğimizi elde ettiğimizde gerçekten mutluyuz ama istediğimizi elde edemediğimizde sahteden mutluymuş gibi yani ‘’-mış gibi ’’ yaparız.
Peki bu mutluluğumuzu ya da mutsuzluğumuzu belirleyen isteklerimiz nelerdir diye soracak olursak?
Eminim birçoğumuz maddiyata dayalı bir sürü örneği aklımızdan geçiririz. Kimimize göre daha çok para kazandıran bir iş, daha büyük bir ev, son model bir araba, kimimize göre bir pırlanta veya Gucci marka bir çanta… Bir de maneviyatı olan isteklerimiz vardır. Mutlu bir evlilik, sadık bir eş, sağlıklı çocuklar, huzur. Farkında mısınız insan, hayatına anlam arayan yaratılmış tek canlıdır. Sürekli hayatına anlam katmak ya da hayatın anlamını bulma peşinde koşmak: Bulunca mutlu olacağına inanıyor, oysa hayatın kendisi de anlamı da bir mucizedir ve sadece bu bile mutlu olmak için yeterli bir gerekçe. Ama insanın hayattan beklediği, hep sahip olmak üzere, hayatına anlam katmak ve istediği mutluluğa ulaşma için iyi bir meslek, iyi bir unvan, iyi bir yuva, iyi bir eş kendince doğru ideoloji ve inanç sahibi olmak istiyor. Bütün bunlara sahip olmak için ömrünün yarısını feda ediyor ve mutsuzlukla geçen sahip olma süreci tüm bunlara sahip olduktan sonra da kaybetme kaygısına dönüşüyor. Ömrünün geri kalanına da hakim olan mutsuzluk yanına bir de kaygıyı alınca mutluluk hayal oluyor. Demek ki isteklerimiz ve tutkularımız sınırlı olur ve yeterince gerçekleşirse mutlu olmamız çok kolay. Ama isteklerimiz ve tutkularımız sınırsız olur ve bunların çoğu gerçekleşmezse hayatımıza mutsuzluk hakim olur. Unutmayın bunların tamamı sentetik mutluluğa giden yolda yaşadığımız sahte mutsuzluklarımızdır. Yani gerçek ve doğal değildir bu nedenle uzun ömürlü olmaz.

Değerli dostlar turizm haftası dedik konu nerelerden nereye geldi. Bir şeyin altını çizmek gerek bana göre. Yaklaşık bir buçuk yıldır bütün dünya mutsuz.
15 Nisan Dünya Sanat Günü ve Turizm Haftasında ne bakanlık, ne meslek örgütleri ne de STK’lardan herhangi bir açıklama ve sektörü motive edecek bir kelime duyulmadı. Belli ki sözün bittiği noktadayız. Turizmciler kendi aralarında morallerini yüksek tutmaya çalışıyorlar. Elbette bugünler geçecek, arı gibi çalışmaya ve kazanmaya başlayacağımız zamanlar gelecektir. Ama sektör bu zor günlerde yaşadıklarından ciddi bir ders çıkarmalı diye düşünüyorum. Örneğin dün ciddi bir özeleştiri yaptım kendi kendime. Yıllarca korktuk, sustuk, renk vermedik şimdi bedelini ödüyoruz. Tam da budur durum. Bu konuda turizmcilerin çok yol almaları gerekiyor. Muzsuzluktan mutlu olma yollarını bulmamız gerek.

SONUÇ: Aslında daima hatırlamamız gereken şey mutsuzluğun da mutluluk gibi bizim bir duygumuz olduğu gerçeğidir. Bütün duygularımızı yani mutsuzluğumuzu, mutluluğumuzu kucaklama cesaretiniz gösterebilmektir. Yadsımak yerine sahiplenmenin bizi gerçek mutluluğa götüren bir yol olduğunu da bilmemiz gerekir. Mutsuzluğumuzun sebebi nelere sahip olduğumuz, ne kadar başarılı olduğumuz, toplumda kabul görüp görmediğimiz ya da bütün bunlar olurken başımıza ne geldiği değildir. Mutluluğumuzun da mutsuzluğumuzun da bütün kaynağı bizleriz. Bu nedenle referans noktamız kendimiz olmadıkça mutlu olamamız mutlu olma kapasitemizin meselesidir. Her reçete veriyorum diyen kişiye inanmamak gerekir. Mutsuzluklarımızı öncelikle Rabbimize sonra kendimize güvenerek yenebiliriz. Mutlak mutluluğumuza öncelikle kendimizi severek ulaşabiliriz. Kendimizi sevelim ve kendimize değer verelim.