Yalana dayalı siyaset ilk çağlardan beri dünyamıza bela olmuştur. Yalan sözlerle insanları kandırıp onları olumsuz davranışlara sürükleyip yok etmek çoğunlukla siyasi başarı olarak görülmüştür. Hasan Sabbah örneğinde olduğu gibi, Gobbels örneğinde olduğu gibi. Son zamanlarda iletişim koşulları iyileştikçe insanları yalan siyasetle kandırmak daha bir popüler olmaya başladı.

Son dönemlerde her düzeydeki (küçük bir mahalle muhtarlığı seçimlerinden başkanlık seçimlerine kadar) siyasilerde yalana dayalı siyaset neredeyse kendini aştı. Bazı siyasetçiler yalan bulamadıkları zaman doğruyu söyleme mecburiyetinde kalıyorlar. Sanki Kutsal Kitabımız Kuran’ın birçok ayetinde yalan ve iftira şiddetle yasaklanmamış gibi yalanları peşi sıra sıralıyorlar. Gerçekleri ters yüz edip herkesten bunlara inanmasını istiyorlar. İşin ilginç yanı her düzeydeki bu siyasi yalanlara inananlarda kendilerini savunuyorlar. Yalana dayalı bu seviyesiz siyaseti gücü kaybetmemek uğruna hak görüyorlar.  

Aslında yalana dayalı siyasetin temelleri kişisel çıkara dayanıyor. Bunun böyle olduğunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Siyasi arenanın her düzeyinde birbirinden iğrenç çıkar ilişkilerini zaman zaman görebiliyoruz. İşin garibi siyaseten taraf olunan yöndeki yalanları görmemeyi de başarabiliyoruz. Sanırım bu da yalana inananların kişisel çıkar beklentilerinden kaynaklanıyor. Yüzlerce yıldır süre gelen siyasi propaganda siyasetin en önemli unsuru olmuştur. Propagandanın birinci malzemesi ise hepimizin ayıpladığı yalan olmuştur. Eğer bir beklenti içindeysek bir yanımız bu yalana dayalı propagandayı ayıplıyor, bir yanımız ise isteyerek veya istemeyerek görmezden geliyor. Sonra buna da siyaset diyoruz, yerseniz.

Bu durumu yalan söyleyen siyasilere sorarsanız elbette kendilerine göre cevapları olacaktır. (Ama bu soruyu sorabilmeniz için onlardan bir beklentinizin olmaması gerekir). Siyasiler bu süregelen yalanları kendisine göre değiştirerek söylüyor. Bu yalana dayalı siyasetin kalıplaşmış şekli milletin güvenini kazanmak için (yerseniz) söylenen yalanlardan oluşuyor. Siyasilerden siyasilere miras kalan bu yalan sözlere yüz yıllardır kendimizi öyle kaptırıyoruz ki bu yalanları kulaklarımızla defalarca duymamıza rağmen beynimiz yalan diyemiyor. Hatta siyasilerin bu konuşmalarını çılgınca alkışlayabiliyoruz. Sonra bu siyasiler bir şekil de bir yerlerde bizi yönetmeye başlıyor. Zaman geçtikçe konuşulanların yalan olduğunu anlamakla kalmayıp en derinden hissediyoruz. Ama artık iş iten geçmiştir. Kendi elimizle yalan rüzgârı filmini izlemeye mahkûm oluyoruz.

Şimdi buradan hepiniz duyduğunuz bir yalan sloganı yazının altına yazın desem yüzlerce yalan propaganda sözü yazabilirsiniz. Biz bir tane yazalım, “sorumlular hesap verecek.” Elbette yalancıların mumu sönecek. Yalan söyleyenler kendi yalanları içinde boğulacaklar. Ama bunun bir şartı var, bizler yalan politik söylemlere izin vermez, tepkimizi gösterebilirsek. Yoksa bu film daha çok uzun sürer.

Son olarak, yazının başlığını Fransızca yazdık. Elbet bunun da bir sebebi vardır. Arif olan anlar, üstüne alınan alınır diyelim.

“Gerçeği sürekli ters yüz eden, günaha düşkün olan herkesin vay haline.” (Câsiye Suresi 7. Ayet)