Cumhuriyet/Dergi - Ece Temelkuran’a göre insanlar öfkeli ve kızgın değiller, onları hareketsiz kılan en derinlerinde duydukları keder ve üzüntü. Bir araya gelip bir şey yapmak için mecalsiz bırakılan, birbirine kırdırılan insanlar ancak korkudan bıktıkları anda cesurlaşacak.

Ece Temelkuran köşe yazılarını topladığı“Kayda Geçsin” kitabının imza günlerinde insanların kendisini dolu gözlerle izlediğini anlatıyor; “Ölecekmişim gibi bakıyorlar, tutuklanacakmışım gibi ya da çoktan kaybedilmişim gibi. Arkamdan değil şimdi ağlıyorlar. Ama asıl dertleri bu değil. Gerçek şu ki gazeteciler halkın gerisinde kaldı. Halk konuşulsun istiyor. Ama son dönemde gazeteciler hayatın diğer renklerini keşfetmeyi tercih ediyor!” Hava durumu gibi operasyon haberlerini izlediğimiz şu günlerde hapishanedeki insanları sayıyla değil genel nüfusa oranla bile söylemenin mümkün olduğuna dikkat çekiyor; “Dün bir arkadaşım 'hepimiz içeri taşınalım da bitsin bu iş' dedi”. Evet, konuşamadıklarınız, konuşmadıklarınız zehirli. Korkunun getirdiği sessizlik de uğursuz. O irin tende ve tinde birikiyor. Öyle çok şey el değiştirir ki korkunun getirdiği bu sessizlikte. Peki ya siz teslimiyetin ve suskunluğun bedelini ödemeye hazır mısınız?

- Türkiye’de medya sessiz, medya yandaş, çoğunluk el pençe divan duran cinsten. Bilgiler belli süzgeçlerden insanlara ulaşıyor. Bir fanusun içinde tıkıldık, soru soran da yok. Tablo çok mu karanlık?

- Evet, karanlık. Artık insan hamuru değişiyor, gazetecilik hamuru da değişiyor. İnsanlar bir yerden sonra bu kadar korkak olmalarından utanırlar normalde. Şimdi kimse utanmıyor. Bu ürkütücü.... Kendiliğinden değişmeyecek durumumuz belli. “Yeter artık demek!” gerekli.

- Deneyenler kapı dışarı ediliyor, bazılarına gözdağı bile yeterli oluyor?

- Beni görenin gözü doluyor. Niye gözleri doluyor? Ölecekmişim gibi bakıyorlar, tutuklanacakmışım gibi ya da çoktan kaybedilmişim gibi... Gerçek şu ki gazeteciler halkın gerisinde kaldı. Halk konuşulsun istiyor, Twitter'da konuşuyor. Tabii insanlar için konuşacak gazeteciler konuşmuyor, sessizler. Ortalık yanıyor Türk sanat müziği programı yapıyor Mehmet Barlas. Son dönemde gazeteciler hayatın diğer renklerini keşfetmeyi tercih ediyor! Ben korktuğu için insanları suçlamam. Ben de korkuyorum ama işimi de yapıyorum. Kendini koruma, kurtarma çabasına saygım olsa da her şeyin bir bedeli olduğunu aklımdan çıkarmıyorum.

- Siz şimdi ödüyorsunuz?

- Şimdi öderseniz, içeri girersiniz, işsiz kalırsınız. Ya ödemeyenler? Hayatlarının geri kalanını nasıl geçirecekler? Bu dönemde sessiz kalmanın bedelini gelecekte ödeyecekler. Ne şekilde olacağını da o zaman görecekler. Utanç hapishanesinde yaşayacaklar bu sürede de. Zaten utanç yoksa Tanrı selamet versin!

- Gündem ışık hızıyla değişiyor, değiştiriliyor. Her pazartesi ya KCK ya Ergenekon haftayı açıyor. Öncekini unutturuyor. Güne tutunmak niye bu kadar zor?

- Hava durumu gibi operasyon haberlerini izliyoruz. Hapishanedeki insanları sayıyla değil genel nüfusa oranla bile söylemek mümkün. Dün bir arkadaşım “hepimiz içeri taşınalım da bitsin bu iş” dedi. İçeride bir yönetim, bir ülke kurulacak!

- Köprüden önce son çıkış var mı?

- Aslında korkuyla cesaret arasında fark yok. Ya da cesaret korkunun zıttı değil. Bence cesaret, korkudan bıkmakla ilgili bir şey. Her gün operasyon haberi alıyorsun, sırtındaki yük artıyor, her gün daha da küçülüyor dünya... Bir gün “ahh yeter ulan!” dediğin yer işte cesaret. Yoksa hiç korkmamak değil, bu hayatı böyle yaşamaya katlanamamanın adı cesaret.

- Faşizm, cesaret, korku, demokrasi... Bazı kelimelerin anlamını yeniden anlıyoruz sanki?

- 1980’den beri pek çok kavram kirlendi, kirletildi. Bir zamanlar hatırlar mısın bilmiyorum “kahrolsun insan hakları” diye yürüyordu polisler. Kelimelerin sahiplenilmesi, kelimeleri kullananlara gösterilen tepki, her şey iç içe ama kopuk kopuk. Tuhaf bir yerde yaşıyoruz.

- Bu coğrafyada herkes faşist mi doğuyor?

- Faşist doğmuyor ama en baştan ülkelerin kaderleri bizim omurgalarımıza nakşediliyor. Ülkeler kaderlerini değiştirmeye karar vermedikleri sürece hepimiz omurgamızda o nakışla doğuyoruz. “Meseleleri” konuşmuyoruz. Yeni nesil bu meselelerin gerilimi ile doğuyor ve taraf olmak zorunda kalıyor. “Ya bendensin, ya düşmansın!” bu faşizmin ta kendisi. Bu ülke çocuklarına hep acı, ölüm, sürgün verdi. Çocuklarının mürvetini görmeyi hiç istemedi. Öyle ki insanlar bir nefret sahibi olmak istiyor, birini linç etmek için arzu duyuyor; vahşet ihtiyacı. Tabii tarihiyle ve bugünüyle ilgili bir ihtiyaç bu.

Her şeyin bir bedeli var

- Cüneyt Özdemir, “tinerci, dindar” polemiğinde bir tinerci ile konuştu. Başbakan ona yüklendi, o da geri çekildi. Sosyal medya yandı, tutuştu.

- Durduğun yere inanmıyorsan kafa karışıklıkları ve geri adımlar olacaktır. Kendi üzüldü, belki de epey utandı. Her şeyin bedeli var işte. İktidarı eleştirir, geri adım atmazsın gelir seni tepelerler. Eleştirirsin, sana kızarlar, sen “pardon” dersin, onun bedeli de “aa pardon dedi” olur. O yüzden fazla üzülmeyeceksin, canını sıkmayacaksın.

- Sosyal medya, medyadan güçlü, sansürsüz ve gerçek ama hükumet onun da hakkından gelmenin yolunu bulacak gibi. Ne dersiniz?

- Twitter timi zaten ilk zamanlardan beri var. Gazeteciler, gazetelerinde iş yapamadığı için artık Twitter üzerinden haber yapıyor. Tabii sosyal medya doğruyu söyler, köşe yazarı şaşar diye de bir şey yok. Twitter devrim aracı dünyada, bizde nasıl sınırlanır diye konuşuluyor. Memleketin hali ortada.

Derinden kederli bu ülke

- Köşe yazılarınızı “Kayda Geçsin” isimli kitapta topladınız. Bu da dert oldu. “İşsiz kalmasaydınız” yine de çıkacak mıydı bu kitap?

- İşsiz kalmasaydım, arkasından bu kadar saldırı gelmeseydi olmayacaktı bu kitap. İçinde de yazdım bunu. Yazılardan oluşturulan kitaplardan hazzetmem o da ayrı. Bu arada gazetenin arşivlerinden kaldırmışlar yazılarımı. Ben o yazıların Türkiye’nin son iki yılı adına önemli olduğunu düşünüyorum, tanıklık etti onlar.

- Şimdi ne yapacaksınız?

- Memleket izin vermiyor ki memleketi sevelim. İktidar yanlısı medyayı görmüyor musun? Tartışma programlarında zaman yetmezdi, artık konuşmalar bitiyor zaman kalıyor. Çünkü hepimizi gönderdiler. Zoraki bir uzlaşma var. Merak ediyorum sıkılmıyorlar mı? Kaldılar bir başlarına, otursunlar.

- Ahmet Şık ve Nedim Şener için geçen haftalarda umutlanmıştık ama olmadı. Her şey öyle karışık ve açıklanamaz ki. Nedir son durum?

- Ben hukukçuyum, durum öyle bir hal aldı ki umutlanmamam lazımdı ama ben de umutlandım evet! Siyasi dava işte, bizi serseme çevirdiler. Bülent Arınç açıklama yapıyor, “bunların olmaması lazım” diye. Mahkeme kapısına kulağımızı dayıyor özgürlüğü bekliyoruz; olmuyor, olmuyor. Çok azımızın sağlıklı bir şeyler bildiğini düşünüyorum.

- Yine başa dönüp bitiriyoruz. Dev adalet sarayları yapıldı da daha yaşanabilir bir Türkiye düşü bitti mi?

- İnsanlar üzgün. Kızgın ve öfkeli değiller. Derinden kederli bu ülke. Kabulleniş mi bu bilmiyorum, bilmek de istemiyorum ama bu keder her yerden filizleniyor. İsyan falan geçtim bunları. Mecal kalmadı bir araya gelip bir şey yapmak için. Çünkü insanları birbirlerine düşürdüler. Bunu başardılar. “Bitti bu iş” duygusundalar. Umutla işiniz olmasın bu ülkede. Çünkü sık sık öldürürler onu. İnatla bir şeyler yapabilirsiniz ya da korkmaktan bıktığınız zaman başlar hayat.