'Hep Cumhuriyet esası üzerinde durduk'

TBMM'nin 100. yılında, ilk Meclis'i kuranlar ve burada vazife alanların anlatımları önemli. Onlar ne düşündü, neleri amaçladılar ve neleri başardılar. İşte o önemli görevi başaranların anlattıkları:

Ankara Lisesi (Mekteb-i Sultani)'nde 11. sınıf öğrencisi iken, ilk Meclis'te kâtiplik görevine başlayan Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, ülkemizin seçkin hukukçularındandı. Okulunu bitirdikten sonra Ekim 1922'de tekrar Meclis'e dönen Velidedeoğlu, bu görevini 1929 yılına kadar sürdürdü. "Meclis'te çalışmak, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını çok yakından görmek benim için bir nimetti" diyen Velidedeoğlu, Meclis'in önemini şu ifadelerle dile getirir: "İlk Meclis binası, Milli Mücadele'nin sanki soluk alıp verdiği 'göğüs kafesi' idi. Bu mücadelenin yüreği onun içinde çarpıyor, cepheye ve yurdun her yanına, her gün inanç, yüreklilik, savaş azmi, umut ışığı oradan dağılıyordu. (...) Milli Mücadele ve Kuvayı Milliye ruhu Türkiye'nin her yanına oradan yayılıyordu. Bu bina bu ruhun bir 'füze rampası' idi.

"Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında, direniş odakları böyle dağınık ve güçsüzdü. Mustafa Kemal'in parolası, 'Kuvayı milliyeyi âmil, iradeyi milliyeyi hâkim kılmak' idi. Bu parola Amasya buluşmasından Erzurum Kongresi'ne, oradan Sivas Kongresi'ne ulaştı. Sivas Kongresi'nde yurttaki bütün Müdafai Hukuk dernekleri 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti' adı altında birleştirildi. 'Kuvayı Milliyeyi amil, iradeyi milliyeyi hâkim kılmak' sloganı Amasya'dan Erzurum'a, Erzurum'dan Sivas'a, oradan da Ankara'ya uluşarak ilk Büyük Millet Meclisi'nin de parolası oldu." (Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, İlk Meclis, Yeni Gün A.Ş., İstanbul, 1999, s.66, 5-6.)

İnönü anlatıyor

Atatürk'ün sağlığında 13 yıl Başvekillik yapan İsmet İnönü, saltanattan Cumhuriyet'e geçişi ve Meclis'in önemini şöyle anlatır: "Hilafetin kaldırılmasında daha çok mukavemet görmüşüzdür. Saltanatın kaldırılması daha kolay olmuştu. Çünkü, hilafetin baki kalması, Meclis'teki saltanat taraftarlarını tatmin ediyordu. Fakat bu şekil ilanihaye iki başlı olarak devam edemezdi. Saltanat taraftarları zamanı gelincee, münasip anında hilafet şekli altında hükümdar idaresi avdet eder ümidini muhafaza ediyorlardı. 'Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir, Büyük Millet Meclisi bu hakimiyeti temsil etmektedir, şahsi idare olmayacaktır. Fakat hilafet lazımdır. Halife aynı zamanda devletin başı olabilir, nitekim şimdiye kadar olmuştur da...' böyle düşünüyorlardı. Ve hilafetle birlikte bir ümit yaşıyordu. Görünüş, dışarıda hanedana da büyük ölçüde, uzun müddet ümit vermiştir. Onun için hilafetin ilgası daha çok mukavemete uğramış ve daha derin tesir yapmıştır. Ve ondan sonra ihtilafların başlıca kaynağı olmuştur." (İsmet İnönü, Cumhuriyet'in İlk Yılları, C.1, Yeni Gün A.Ş., İstanbul, 1998, s.50.)

Meclisin yerine geçmek istediler

İsmet Paşa, Cumhuriyet'in ilânı sırasında muhaliflerle düşülen ayrılık için; onların bir grup halinde dışarda toplanıp karar almak istediklerini ve bunu da Meclis ve hükümet organları yerine geçerli olmasını istediklerini hatırlatarak şunları söyler: "Binaenaleyh bu tertip, bir devlet düzeni haline getirilirse, onun başında daima birinci derecede yürütücü biz olacağız. İmkân yok. (...) Devlet başkanlığı müessesesi var, hükümet var, meclis var, parti var. Fakat bir fikri yürütmek için bir kısım arkadaşlar dışarıda birleşecekler, çoklukla bir karara varacaklar ve bunu yürütecekler. Hiçbir zaman iltifat etmediğim bir görüştür bu. İşlerin yürütelmesi, tatbik edilmesi, devletin kendi kanunlarına göre tabii mecrasında olmalıdır." (age., s.28)

Cumhuriyet fikrinin daha çok Harbi Umumi içinde geliştiğini belirten İnönü, Atatürk'ün Milli Mücadele yıllarında Şehzadelerin Ankara'ya getirilerek 'Birlik ve beraberlik havası verme' fikrine de karşı koyduğunu belirterek şunları söyler:

"Bütün bu şartlar içinde memleketin artık saltanatla idare edilemeyeceğini, kurtuluştan sonra tekrar memleket kaderinin onların eline teslim edilemeyeceğini iyice anlamıştık. Bu hepimizde bir kanaat haline gelmişti. Hepimizde derken, şüphesiz hâlâ saltanat taraftarı olanları kestedmiyorum. (...) Nitekim biz Atatürk ile mahrem konuştuğumuz zaman hep cumhuriyet esası üzerinde dururduk. İtimat ettiğimiz bir muhitte serbest olarak konuşmuşuzdur. Fakat içinde bulunduğumuz şartların icabı, bu fikrin açığa vurulmasına imkân vermiyordu. Gerçi devam eden idare cumhuriyetten başka bir mana ifade etmiyordu. Ama bunun farkında olmayanlar vardı. Büyük Millet Meclisi bütün kuvvetlerini elinde bulundurduğu halde memleket idaresine hâkimdi." (age., s.34.)

İsmet Paşa, 1 Kasım 1943 günü TBMM'nin VII. Dönem 1. toplantı yılını açarken yaptığı konuşmada ise Meclisin önemini, "Türk milleti, insanca düşünceleri ve prensipleri ile büyük bir manevi varlıktır. Türk milleti, kendi içinde bir ve beraber olarak, Büyük Millet Meclisi'nin etrafında toplanmış büyük bir kudrettir" sözleriyle belirtir.

Kılıç Ali'nin Meclisi

Antep kahramanı ve Atatürk'ün sofra arkadaşı Antep Milletvekili Ali Kılıç, anılarında Meclis'in önemini şöyle anlatır: "Meclis, vatan topraklarının yer yer düşmanlar tarafından işgal edilmesi üzerine ayaklanmış insanlardan oluşmuş, devleti çökmekten kurtarmak amacından doğmuş bir kuruluştu. Tek bir amacı vardı: Düşmanı vatan topraklarından atmak... Devletin varlığını, bağımsızlığını ve tarihi onurunu kurtarmak. Bu Meclis'in tek bir kusuru vardı ki, o da üyelerinin, ülkenin muhtaç bulunduğu sosyal ve siyasi devrimler konusundaki görüş ve düşüncelerinin birbirinden hayli farklı olmasıydı." (Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları, Derleyen: Hulûsi Turgut, 14. Baskı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2012, s.165.)

Mahmut Esat Bozkurt

Cumhuriyet devrimimizin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, millet egemenliği ve Meclis'in önemine ilişkin olarak çeşitle konuşmalarında şu önemli vurguları yapar: "Milletlerin halife, sultan, kral, imparator namını taşıyan ve Allah tarafından tayin edilmiş olduklarını iddia eden bu palyaçolara mukadderatını bağlaması mümkün değildir. Nihayet bunlar da ebedi komedya hatıralarına karışarak sahneden silindiler. (13 Kasım 1924)" (Mahmut Esat Bozkurt, Toplu Eserler, C.1, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2014, s.208-209.)

Bozkurt, 24 Ocak 1923 tarihli Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde ise şunları yazar: "Asrımızda  demokrasinin sefaleti açıktır. Milletler kendilerini temsil kudretini hatta bütün bir tarihte göstermeyen tacidarlar ve zümreler idarelerini silahla devirdiler. Yeni Türkiye'nin büyük ve efendi halkı da böyle yaptı. Hürriyet ve bağımsızlıklarını korumak için zalim kuvvetler karşısına silahla çıkmak, milletlerin en aziz bir hakkıdır." (age., s.288.)

Anadolu'da Yeni Gün gazetesinde 7 Mayıs 1923 günü yazdığı makalede de, halkın yönetime katılmasına ilişkin olarak, "Türkiye bir halk devleti ve bu devlet 'halkın kayıtsız şartsız, doğrudan doğruya bizzat ve fiilen mukadderat ve idaresine sahip' bulunduğu bir sisteme dayalı olduğuna göre, Meclisin daimiliği şekli, halk meşrutiyeti teori ve esaslarına en sadık surette bir tecellidir. Cumhuriyet tarzını, şahsi saltanat idaresini kabul etmeyen yeni Türkiye için bu lazımdır. Şunu da ilave edelim ki, bu tarz, en yeni hukuk teorileri esaslarına en çok uyan eden bir görünüştür. Anayasa hukukunda gaye, halkın mümkün olduğu kadar yetkilerini dağıtmaksızın en kısa bir yoldan işlerini bizzat ve fiilen yürütmesidir" der. (age., s.427.)

Celal Bayar milletin egemenliğini anlatıyor

Atatürk'ün İktisak Vekili/Başvekili ve üçüncü Cumhurbaşkanımız Celâl Bayar, anılarında Meclis'in önemine ilişkin şu önemli saptamaları yapar: "Erzurum  Kongresi'nin en esaslı kararlarından biri olarak neşrolunan 'Beyanname'nin' ikinci  maddesini burada tekrarlamak yerinde bir iş olur sanırım: 'Vatanın tamamiyeti, milli istiklâlimizin temini için Kuva-yı Milliye'yi amil, milli iradeyi hâkim kılmak esastır.' İleride sırası gelince göreceğiz; bu düsturu, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu takip etmiş, ona daha açık ve sarih hüviyet vermiştir.

Mustafa  Kemal  Paşa, 13 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunduğu  'projesinde' siyasal, sosyal, idari ve askeri görüşlerini bildirmiştir. İşte inkılâbımızın ilk Teşkilat-ı  Esasiye Kanunu, bu 'projenin' mahsulüdür.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda ise şöyle denilmektedir:

1- Hakimiyet bilâ kayd-ı şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenidir.

2- İcra kudreti ve teşri selahiyeti, milletin yegane ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi'nde tecelli ve temerküz eder.

3- Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti unvanını taşır. 491 numaralı, 1924 tarihli son Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda (Atatürk Anayasası), 'Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir' dendikten sonra yedinci maddesi ile değişik olarak:

Meclis, icra yetkisini, kendi tarafından seçilen Reis-i Cumhur ve onun tayin edeceği bir icra Vekilleri Hey'eti marifetiyle kullanır, kaydı konmuş; milletin hak ve iradesine ilişkin, esas yetkileri titizlikle korunmuştur. Padişahlığın, yani medeni illerinde artık eşine rastlanmayan yarı teokratik şahsi saltanat rejiminin kaldırılmasına ait kanunda  bir fıkra vardır, ziyadesiyle dikkati çekmektedir. Burada:

İrade-i Milliyeye istinad etmeyen hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar (verilmiştir), denilmektedir. Milli irade yolunu açan cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk'ün bu problemi teyid ve tefsir eden diğer bir sözünü de buraya alacağım ve "Atatürk'ün yolundayız" diyenlere ithaf edeceğim.

Hakimiyeti, milletin uhdesinde tutmak demek, bir zerresini, sınıfı, ismi  ne olursa  olsun hiçbir makama verdirmemek demektir.

Bütün bunlar, yukarıdaki beyannamenin ikinci maddesine eklendiği takdirde, Atatürk görüşlerinin ve rejiminin, bugünkü deyimiyle siyasi ilkelerinin özü ifade edilmiş olur.

Görülüyor ki başlangıçtaki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu  ile Cumhuriyet'in ilanından  sonraki  1924 tarihli Atatürk Anayasası'nın ruhu, milletin en felaketli anlarında kurtuluş çareleri aranırken Erzurum Kongresi'nde Mustafa Kemal'in dehasından  alınmıştır.

Bir kanundan beklenilen faydayı elde edebilmek için o kanunun milletin esas bünyesine uygun olması gerekir. Atatürk  Anayasası, millet yararına  istenilen şartları nefsinde topladığı ve kökü doğrudan doğruya millete dayandığı için memlekette  istikrarlı bir hükümet kurulmuştur." (Celâl Bayar, Ben de Yazdım, C.8, Sabah Kitapları, 1997, s. 170-171.)

Atatürk'ün Özel Kalem Müdürü

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün 11 yıl Özel Kalem Müdürlüğünü ve Genel Sekreterliğini yapan Hasan Rıza Soyak, anılarında Cumhurbaşkanlığı'nı şu ifadelerle anlatır: "Bizde Cumhurbaşkanı, bir imzacıdan başka birşey değildir." Hatta Atatürk'ün bu durumdan dolayı "Bunalıyorum çocuk, bunalıyorum" dediğini de aktarır. Soyak, Atatürk'e atfedilen 'diktatörlük' iddialarına ise şu cevabı verir: "İcra mevkiinde bulunanlara ait yetki ve sorumlulukların, keyfi hareketlerden ve sorumsuzların müdahalesinden azade bir ahenk içinde akımını sağlamak yolunda çalıştı." (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar, C.2, Yapı Kredi Yayınları, s.405, C.1, s.55.)

Yazar Halide Edip Adıvar: "İstanbul'daki hükümetin başında vatan haini bir padişah vardı. Milli Mücadele esnasında, kudreti İstanbul sınırlarından öteye geçememişti. Kocamış, yıpranmış ve kuvvetten düşmüştü. Diğer tarafta, milletin iradesinden doğmuş, Büyük Millet Meclisi Hükümeti vardı. Meclis canlı, hayatiyet dolu ve kudretliydi." (Halide Edip Adıvar, Türk'ün Ateşle İmtihanı, C.3, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul, 1998, s.115.)

Adıvar, devrimin lideri ve Meclis'in Reisi Atatürk'le karşılaşmasını ise şöyle anlatır: "İlk görüşte onu anlamak güçtü. Mustafa Kemal Paşa deniz fenerlerini hatırlatıyordu. Işık saldığı zaman göz kamaştıracak kadar parlak, fakat ışık söndüğü zaman bir şey görmek ihtimali yoktu. (...) Bu kanlı ve tehlikeli günlerde iki şey büyük ümit veriyordu. Birincisi, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Bey'in yakınlıkları. İkincisi de hayatlarını savaş yolunda fedaya karar vermişlerin arasında hayli sıkı dostluk vardı. (...) Mustafa Kemal Paşa'nın memleketi kurtaracağına inanıyordum." (Halide Edip, Age, C.2, s.11, 19, 51.)

Gazeteci Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa ile yaptığı uzun sohbetlerde O'nun "Evvelâ Meclis, sonra ordu. Orduyu yapacak olan millet ve ona niyabeten Meclis'tir" dediğini aktarıyor. (Yunus Nadi, Türkiye'yi Sokakta Bulmadık, Yeni Gün A.Ş., İstanbul, 1997, s.113.)