Bayramda annemi ve kardeşlerimi ziyaret ettikten sonra, tatilimi evde film izleyerek geçirdim. İyi de oldu, seyredemediğim film listesini azalttım. Dinlendim. Boğazın kırmızıya boyandığı söylenen sahneleri de görmedim böylece.

Seyrettiğim her filmde Maslow’u andım. Ortak noktamız doğum günlerimizin aynı gün olmasından değil tabii. Yarattığı ihtiyaçlar hiyerarşisini benimsememden kaynaklı. Bir de buna bağlantılı olarak, çocukken hiç izlemediğim, insanların acziyetine, saflığına, iyi kalpliliğine bol bol kahkaha attığı İnek Şaban filmlerini düşündüm.

Maslow, psikoloji profesörüdür. Yaptığı bilimsel çalışmasında, insanların doğuştan gelen ihtiyaçları olduğunu ve bunların zamanla davranışlara yansıdığını söyler. İhtiyaçları hiyerarşik düzende üst üste sıralar. İlk basamaktan itibaren ihtiyaçları karşılandıkça, yani insanın güdüleri doyuruldukça otomatikman bir üst ihtiyaca yönelir der. Bu ihtiyaçları şöyle sıralar:

  1. Fizyolojik ihtiyaçlar: Açlık, susuzluk, cinsellik.
  2. Güvenlik İhtiyaçları: Kendini, ailesini ve sevdiklerini güven içinde hissetme.
  3. Ait olma ve sevgi ihtiyacı: İnsanlar ile iletişim kurma, sosyalleşme, başkaları tarafından kabul edilme, bir yere ait olma.
  4. Değer /Saygı ihtiyaçları: Bulunduğu ortamda başkalarınca tanınmak, başarılı ve yeterli olmak,  takdir görmek, saygı duyulmak.
  5. Kendini gerçekleştirme ihtiyacı: Kişisel tatmin, kişinin kendinde var olanı ortaya çıkarma, kendini tamamlama ve gerçekleştirme noktası.

Şimdi filmlerle bu ihtiyaçlar diziliminin ne alakası var diyebilirsiniz. Var. Şöyle ki;

Maslow’a göre bireyin, alt dizindeki ihtiyaçları giderilmedikçe bir üst ihtiyaca geçemeyeceğidir.  Ve hatta bir sözünde, “karnı aç bir insan için, 5. sınıf bir çorba, 1. sınıf bir yağlı boya tablodan daha değerlidir” der. Yanlış mı? Yanlış değil, doğru.

Aç bir insanın, yani en insani hakkı olan fizyolojik ihtiyacı giderilmemiş insanın, sanat değeri olan bir tabloyu değerli bulmasını, bir müzik eserinin tınısını ezbere bilmesini, bir filmi sorgulamasını bekleyebilir miyiz?

Haliyle, bu kişi ya da kişiler, Nicole Kidman’ın “Dogville”ni, Meryl Streep’in “The Hours”ı, Julia Roberts’ın “Mona Lisa Smiling”ini seyrederken hep sıkılacaktır ya da seyretmeyecektir, seyretse de empati yapamayacaktır. Ve ekonomik refaha ulaşmamış toplumlara ait filmlerin verdiği mesajlar hep ilk sıradaki güdülere yönelik kalacaktır.

Bir toplumu kolay kontrol etmenin yolu, en insani ihtiyaçlarını gidermemektir. İnekli, danalı, gorilli güldürmesi kolay filmler işte bu yola hizmet için yapılmıştır bana göre.

Yanlış mı?