Merhaba dostlar,

Ağustos’un son haftası bizim için tam bir zaferler haftası…

26 Ağustos 1071 Malazgirt,

26 Ağustos 1922 Büyük Taarruz,

30 Ağustos 1922 Başkomutanlık (Dumlupınar) Meydan Zaferi…

Bu zaferler bizler için sonuçları itibariyle, dünyada yaşam devam ettiği müddetçe, yani kıyamete kadar hatırlanması gereken özel tarihi günlerdir.

Bunların yanında önümüzde, Allaha şükrün ve elindekinden Allah için vazgeçip Allah’a sunmanın manasını taşıyan Kurban bayramı da var.

Ne mutlu bizlere ki, bu yıl ve takip eden birkaç yıl daha dini ve milli bayramlarımızı aynı zaman diliminde kutluyoruz-kutlayacağız.

Milli ve manevi birliğimizin mayası olan bayramlarımız hepimize kutlu olsun.

 

Şimdi,

Geçtiğimiz haftalarda yazmış olduğum “Ressam ile Resimcinin Masalı” adlı yazımın devamına buyrun…

Resimler alıp resimler satan bir tüccarmış bu.
Gelir gelmez, ben demiş, gözlerim kapalı boyarım bunu. Kokusundan, tadından anlarım boyanın hasını. Ne varmış bunda, ne varmış…
Sonra birileri bir boya kabı koymuşlar önüne. Kulağına da fısıldamışlar, bu en nefis boyasıdır dünyanın. Hem toprağın üstünün, hem de altının rengidir bu…
Bizim resim tüccarı almış fırçayı eline başlamış boyamaya. Onu gören diğerleri de başlamışlar…
Nasıl mutlu olmuşlar boyadıkça… Nasıl büyümüşler, nasıl yücelmişler, Kaf Dağını bile aşmış burunları…
Sonra kesmemiş olacak ki, ellerini daldırmışlar kutuya, kapkara parmaklarıyla sürmüş de sürmüşler katran karasını güzelim tabloya. Sürmüş de sürmüşler…

Tablo karardıkça, nasıl önemsizleşmiş, nasıl küçülmüş ışıltısız plastik gözlerinde, tablonun baş ressamı.
Resimci başta olmak üzere kalfaları, çırakları ve dahi yaptığına bayılanları, tablonun baş ressamı ve emeği geçenlerine demediklerini bırakmamışlar.

Fakat kimi bilgeler, kimi bilginler çok söylemişler, bu yaptığınız iş değil. Bir açın gözlerinizi, katran karası boyayı bir görün. Görmüyorsa eğer gözleriniz şu pis kokuyu da mı duymuyor burunlarınız…
Bakın kap kara oldu gün doğumu sarısı. Gök mavisi, su yeşili ve can kırmızısı rengindeki güzelim resmimiz kapkara oldu.

Yok, yok… demiş resim tüccarı.

Ben kâra bakarım, sadece kâra… Önüme ne konmuşsa onunla boyarım. Sonra, bu uğurda önüme ne çıkarsa, kim çıkarsa harcarım, var mı başka diyeceğiniz.
Hem
demiş, siz bizi çekemiyorsunuz… Siz bizi galiba kıskanıyorsunuz.

Baksanıza beğenmediğiniz boyanın sahipleri dünyanın her yerine resim yapıyor. Dünyanın her yerine “önden koşanlar” diye resim ustaları gidiyor.
Sonra, bizim ve onların alnı toprağa değiyor.

Bizim ve onların elbiseleri dizlerinden eskiyor…

 

Günler aylara, aylar yıllara dolanmış böyle.
Az mıdır, çok mudur yaşayan bilir.
Sen de on, ben diyeyim on beş mevsim dönmüş.


Ve bir gün, katran karasını fark ettiklerinden midir, yoksa kârı bölüşemediklerinden midir, gayrı ötesini Allah bilir, öyle bir kavga kopmuş ki pazar yerinin ortasında...
Yumruklar tekmeler havada uçuşmuş. Küfürlerden hakaretlerden taşlar bile utanmış. Darmadağın olmuş pazar yeri.

Ama ne hikmettir ki birinin bile burnu kanamamış kavgayı başlatanların. Kavgaya karıştırılanların ise per perişan olmuş halleri.

Onlar öyle kavga ededursunlar,
Kavganın dışında kalan resmin gerçek sevdalıları ise “neye yansak, nasıl yansak” durumuna düşmüşler.
Evet, neye yansak ki gayrı diye, sorup durmuşlar gökte kuşa, yerde karıncaya…

O güzelim resmin kurtlar sofrasına meze, sırtlanlar pazarına mezat olduğuna mı?..
Çoğunluğun yanlışlardan yanlış beğendiğine mi?..
Resmin aslını koruyoruz diyenlerin yalanlarına mı?...
Hayatın böyle fevkalade ilginç ve anlaşılmaz zamanlara vardığına mı?..
At izinin it izine,
İt izinin kurt izine,
Sapla samanın birbirine karışıp gittiğine mi?..
Yoksa, Ağustos coşkusunun,
Ekim gururunun,
Kasım hüznünün,
Nisan cıvıltısının,
Ve Mayıs heyecanının, toplamın yarısının yüreğinden çıkıp gitmişliğine mi, yansak demişler.
En çok da…

Neyse boş verin gayri ötesini demiş masalcı, boş verin…

Masal ya işte, adettendir,
Sonunda gökten üç elma düşmüş.
Biri benim, biri okuyanların, biri de iyi insanların olsun.

Sağlıcakla.

 

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA