Zapsu'nun yazılı açıklaması şöyle:

"Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, AK Parti"nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmiş olduğunu iddia etmektedir.

Türkiyem için yanlış hiçbir birsey yapmamış, aksine memleketimi daha iyiye, daha ileriye götürmeye çalışmış olmanın verdiği rahatlıkla, başta Sayın Tayyip, Abdullah ve Bülent Bey"lerle birlikte siyaset yasağı getirilmesi istenenler listesinde bulunmak benim için bir şereftir.

Ancak bu liste içinde olmamın sebeplerini duyunca şaşırdım ve üzüldüm. Bilhassa bir konu dikkatimi çekti: “Don meselesi !”

Sayın Savcımız, bunu da, AK Parti"nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesine örnek olarak görmüş. Kendisinin böyle bir sonuça varmış olması için mutlaka benim bilmeyip kendisinin bildiği şeyler vardır...

Bu meselede beni esas üzen, şahsen tanışmadığımız bazı köşe yazarlarımızın beni “terbiyesizilikle”, “edepsizlikle” ve “kadına saygısızlıkla” suçlamış olmaları ve kısmen hala buna devam etmeleri.

Nedir bu “don meselesi” ?

”Türbanını çıkar demek donunu çıkar demektir” dediğim yazılıyor, “türbansızlar donsuzdur” mantığı buradan üretiliyor ve tüm yorumlar da bunun üzerine kuruluyor.…

Bu mantığa göre muhabire bir cümle önce “kızlarım başörtülü değil” demiş olmam bile yorumcuları hiç düşünceye sevketmiyor.

Bunu demediysem ne dedim?

Bir uçakta koltuğumun yanına genç bir çocuk geldi, Sabah Gazetesi"ndenmiş, ayrılma sebebimi sordu. “Bana bunu sorma, açıklama Parti tarafından yapılacak” demem üzerine bu sefer üniversite-başörtüsü (ben “türban” demem) konusunu açtı. Herhalde birkaç dakika sohbet ettik. Bu arada yanına genç bir kız ve bir oğlan da gelip konuşmamızı dinlediler. Ben oturuyordum, onlar ayakta. Koridoru kapattıkları için hostes hanım kızınca onlar da koltuklarına döndüler.

Bu görüşme, bazılarının ima ettiği gibi bir basın toplantısı, ya da basına konuşma vs. değil, sadece bilişim fuarından dönen genç bir ekonomi veya bilgi işlem muhabiri ile samimi sohbetti.

Ben bilinen başörtüsü - demokrasi meselesini anlatınca – “öyle değil, bunlar zorla örtüyorlar” (ana-baba-kardeş baskısı …) dedi.

Ben de:

“20 yaşında üniversiteye giden genç bir kadına kimse zorla başını örttüremez.

Bence en az yüzde 90"ı inancı için başını örtüyordur, öyle mecburiyetmiş, simgeymiş falan meselesi değil. Üstelik kendisine “başını aç” dediğinizde “Sen aptalsın, düşünemezsin, aslında seni zorluyorlar, zaten beynin yıkanmış, ben senin yerine düşüneyim” demiş olmuyor musunuz? Ne hakla bunu diyebilirsiniz?

Burada genc arkadaşımız, “hayır bu yüzde doğru değildir” deyince “Peki sence kaçtır?” dedim. Cevaben de “yarısı” dedi. Bunun üzerine :

“Dediğin gibi olsa dahi, yani sadece %50"si dahi inancından dolayı örtünse, böyle birine “açıl” demenin ne kadar alçaltıcı bir duygu olduğunu biliyor musun? Ben bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum, nasıl ki sokakta bir kadına “Ancak soyunursan, donunu çıkarırsan şuraya girebilirsin” dense ve bu kadın kendini nasıl aşağılanmış hissedip, üzülüp, kızıp, psikolojik buhrana girerse, bence inancından ötürü başörtüsü takanlar da aynısını hissediyorlardır ! “

Medyada bu kadar fazla haber çıkınca, ben de kendimden şüphe edip “Allah Allah bunu ben bu şekilde demiş olabilir miyim?” diye yukarıda bahsettiğim genç arkadaşımı aradım. “Ben türbanını çıkar demek, donunu çıkar demektir” mi dedim yoksa yukarida anlattigim sekilde mi idi “diye sordum ?

Genç arkadaşım da “Hiçbirimiz anlattığınızdan farklı anlamadık. Hatta “don” demeden önce susup yanımızdaki hanıma bakıp, “kusura bakmayın, ağır bir kelime kullanacağım, ancak olay da çok ağır” diyerek özür dilemiştiniz” dedi ...

Bu gençlerden birisi sohbetin bir kısımını teybe de almış. Ne dediğimi duymak için bunu istedim, ama herhalde çekindiler, çünkü teyp bir türlü ortaya çıkamadı. Biliyorlar ki kişinin haberi ve onayı dışında gizlice banda almak ağır bir suçtur ... İşin bir de bu yönü var tabii.

Bunu bugün de yarın da derim. MKYK üyesi değilim. Parti için konuşmuyorum. Her vatandaş gibi fikirini hür bir şekilde ifade etme hürriyetim vardır umarım.

Haa „don“ kelimesi kullanılır mı? Samimi bir sohbette, üstelik özür de dileyerek anlatım yardımı için „teşbihte hata olmaz“ diyen bir kültürü olan Türkiye"de niye kullanılmasın? Niye çifte standart yapılıyor? Bazıları icin bu yapılan bir işkence olarak algılanmakta olduğunu biliyorum, bu suç değil, ayıp değil de ben „don“ dediğim için mi „ayıp“ ettim?

Ben bir sohbet esnasında „kral çıplak“ dedim. Yoksa „don“ gibi bir teşbih olmasa dediklerim kimsenin umurunda olur muydu?

Bunun seslendirmesini hanımların kendileri yapmalı, bu durumda olan kızlarla konuşulmalı; aslında olayı onlar anlatmalı. Bu iş bana kalınca, ki ne yazık ki bazen kalıyor, işte ancak böyle oluyor !

Bazı başı açık olan hanımlar isteyerek baş örtülebileceğine inanmıyor, sanıyorlar ki herkes zorla örtüyor veya beyni yıkanmış. O yüzden de kendilerine „kurtarıcı“ rolü biçiyorlar. Ayrıca da yarın zorla kendilerine de örtü taktırılacağı korkusu var. Bir inansalar ki hakikaten isteyerek başını örten de var, zaten çözüm yolu açılır.

Ne yazık ki bu „açık-kapalı“ konusunda her iki tarafın da aşırıları var ve bunların sebebiyet verdiği nahoş olayları duyuyoruz. Yani bu sebeple hakarete uğrayan başörtülüler de var, başörtüsüzler de. Başörtüsüz olanı „eyvah beni kapatacaklar“ fobisinden kurtaracak güven verilmeli, başörtülünün de inancından ötürü haksızlığa uğramaması sağlanmalıdır.

Bana CIA, Mossad, El Kaide, PKK, BND, CI5, homoseksüel … her şey denmişti. İnanın son söylenen „kadını hor gören, kadın düşmanı“ söylemi kadar hiç biri üzmemişti. Ben ve kadın düşmanı... Şu Allah"ın işleri... Bari beni yerenler, beni biraz tanısalar veya hiç olmazsa tanıyanlara sorsalar !

Bazı medya mensupları kendi yazdıkları yanlışlara kendileri de inanıp, buna göre de mantıklar üretip, insanları lekeliyorlar. İleride hataları ortaya çıktığında ise aralarında çok azı “hata yaptık, özür dileriz” demesini biliyor, çoğunluk ise görmezlikten geliyor, insanları attıkları çamurla bırakıyorlar. Misalen meşhur Yasin El Kadı olayında haftalarca, aylarca yayın yapıldıktan sonra, Yasin Kadı"nin İsviçre Mahkemeleri tarafından suçsuz bulunup mal varlığına konan dondurma kaldırıldıktan sonra “yanlış yapmışız” deme büyüklüğünü ben bir tek Sn. Mehmet Ali Birand"da görebildim. Bakalım bu “don” açıklamamı okuyup araştırdıktan sonra bana “terbiyesiz, saygısız, edepsiz” diye hakaret edenlerden kaçı özür dileyecek ?

Açıkçası ümid ediyorum ama beklemiyorum. Hem zaten gündem de farklı. Benim gündemim de farklı. Senelerce iş ve siyaset dünyasına “Türkiye demokratik bir ülkedir, Türkiye"ye güvenin” mesajını verdik. Bir yere de varmış, güven duyulan bir ülke haline gelmiştik. Sayın Başsavcımız"ın bu son suçlamaları karşısında şimdi yine sıfırdan, hatta nakızdan başlıyoruz. Tam iş hayatına tekrar dönmeye çalışırken gündemime tabii ki bu da girmiştir ..."