Kimi tutuklu, kimi yeni çıkmış hapishaneden, kimi gözaltına alınmış... İşkence görüp bırakılmış. Hepsinin derdi ortak: Onlar terör mağduru çocuklar. Ya da yeni tabirle 'taş atan çocuklar'...


Adı üstünde: Delikanlı bu çocuklar. Kolay dolduruşa gelen, yeri geldiğinde hesapsızca 'deli-dolu' olabilen, yetişkinliğin arifesindeki 'büyük çocuklar'.


İşte bu çocuklar gösterilerde taş attıkları gerekçesiyle terör örgütü mensubu muamelesi gördüler bugüne kadar. 'Siyasi suçlu' sayıldılar. Mitinglerde yakalananlar için uzun hapis cezaları öngörüldü. Kimi birkaç yıl yattı çıktı, kimi neye uğradığını anlamadan karakolda dövülüp serbest bırakıldı, kimi ise hala içeride.


Bu tablo devam ederken geçen hafta Cemil Çiçek çıktı ve müjde verir edasıyla 'Artık bu çocuklar çocuk mahkemelerinde yargılanacaklar' dedi. Peki bu ne anlama geliyor? Hakikaten çocuklar için bir müjde mi?


Tüm bu sorular ve 'İlk taşı kim attı'nın cevabı için düştük yollara. Cizre ve Diyarbakır sokaklarında mağdur çocuklar, onları kurtarmaya çalışan dernekler ve konu ile ilgilenen avukatları bulduk.

84 çocuğun toplandığı operasyonun mağdurları anlatıyor: Burada gösteriler olur hep. Biz de polisi ne zaman görsek yerden taş alıp atarız. Geçen sene de öyle oldu. Yahya arkadaşımız ölünce herkes hiddetle taşlara sarıldı. Beş gün gözaltında kaldık. Sonra Diyarbakır cezaevine götürdüler. Tam 12 ay kaldım abla. Yaşadıklarımdan sonra her şeye kızar oldum. Böyle bir öfke geliyor içimden sürekli. O öfkeyi oradaki arkadaşlar anlıyor bir tek. Ben ne yapayım?


15 Şubat 2008 Cizreliler'in hatırlamak istemediği bir gün. Şimdiye kadarki en büyük "çocuk toplama" operasyonlarından birinin yapıldığı gün.

O gün Öcalan'ın yakalanma yıldönümü dolayısıyla şehirde protesto gösterileri gerçekleşti. Halk da polis de alışıktı gerçi böyle gösterilere ama 'şiddeti kanıksamış' gözler bile pes etti olanlar karşısında. Çünkü o gün taş atan gençlerin arasına panzerle daldı emniyet güçleri. Ve aralarından birini, Yahya Menekşe'yi öldürüverdi.

Bunun üzerine taş yağmuru arttıkça arttı. Arkadaşlarının üzüntüsüyle neredeyse yoldan geçen herkes aldı eline bir parça, salladı polise... Şiddet bu kadarla da kalmadı. Ertesi gün Yahya'nın cenaze törenine katılmak istedi arkadaşları. Ama polis engellemeye çalıştı kalabalığı. Böylece yine başladı arbede. Yine havada uçuşan taşlar, sopalar...

İşte o iki günün ardından kesilen fatura bir hafta sonra çıktı. Cizre'den yaşları 15-17 arasında değişen 84 çocuk, olayların 6-7 gün ardından teker teker evlerinden toplandı, götürüldü. Kimi gözaltında tutulup birkaç gün sonra salıverildi, kimi bir yıldan fazla süre cezaevinde kaldı. İşte biz o 84 çocuğun izini sürdük ve cezaevinden yeni çıkan beş tanesine ulaştık. Onlarla ve aileleriyle 'önceyi' ve 'sonrayı' konuştuk.


BİR TEK CEZAEVİNDEKİ ARKADAŞLAR ANLIYOR

Cizre'nin, ekime ayına rağmen güneşten kavrulan sokaklarında yürüyoruz. Etraf toz duman. Şehirdeki asfaltlı yolların sayısı parmakla gösterilecek kadar az. Çoğu sıvasız binaların aralarında ilerlerken bir grup çocuk sarıyor etrafımızı. Gülüyoruz. Gülmüyorlar. Çocuk gibi de bakmıyorlar üstelik. İçlerinden biri ters ters soruyor: Polis misiniz?


"Polis olsak ne olur?" diye karşılık veriyorum. Araya diğeri giriyor ve "Yok ya baksana bunlar kameracı" diyor. Böylece havadaki gerginlik dağılıyor. Çocuk bedenlerdeki çocuk yüzler geri geliyor.

Onlarla birlikte başlıyoruz yürümeye. Yanımızda Ali K. var. Taş attığı için 15 ay hapis yatan B.'nin babası. Aynı zamanda DTP yönetiminde. Bizi oğluna götürecek.

10 dakika yürüdükten sonra dar bir sokaktaki eve varıyoruz. Beton avluya giriyoruz. Avluya açılan odada kadınlar oturuyor. Yandaki odadan bir genç, ifadesiz bir yüzle bize bakıyor. "Bakın işte bu B." diyor babası. Bunu duyunca B. hemen içeri kaçıyor.

Aradan 10 dakika geçiyor, ısrarlarımızla çıkıyor dışarı B. Gelip tam karşımıza oturuyor. Öylece. Hiçbir şey demeden. "Çıktıktan sonra bir garip oldu" diyor babası. "Bizimle hiç konuşmuyor, oturup birlikte yemek yemiyor. Akşamları cezaevinden arkadaşlarıyla kaçıp kaçıp bir yerlere gidiyorlar."

"Nereye gidiyorsunuz?" diyorum, "Abla, arkadaşlarla dolaşıyoruz işte" diye karşılık veriyor. Sonra yine çeviriyor başını.

"Peki" diye atılıyorum, "Gez toz da önce bize bir anlat, neler oldu polis seni götürdükten sonra?"

B. gözlerini gözlerime dikiyor ve başlıyor anlatmaya:

"Burada gösteriler olur hep. Biz de polisi ne zaman görsek yerden taş alıp atarız. Geçen sene de öyle oldu. Yahya arkadaşımız ölünce herkes hiddetle taşlara sarıldı. Ama bu defa benim fotoğrafımı çekmişler. Bir hafta sonra sabaha doğru eve polis geldi. Uyuyordum. Beni apar topar minibüse koyup Emniyete götürdü. Ertesi gün mahkemeye çıktık. 6 kişiydik. Beş gün gözaltında kaldık. Bize sürekli fotoğraflar gösterdiler. Hep 'Bunları tanıyor musun?' diye soruyorlardı. Sonra da Diyarbakır cezaevine götürdüler. Tam 12 ay kaldım abla. Oradaki yemeklerden hasta oldum. Dayak da vardı. Yaşadıklarımdan sonra her şeye kızar oldum. Böyle bir öfke geliyor içimden sürekli. O öfkeyi oradaki arkadaşlar anlıyor bir tek. Ben ne yapayım?"

Tam bu sırada B.'nin babası lafı kesiyor, "Bak gazeteci hanım, bu çocuk liseye gidiyordu, içeri girip çıkınca müdür bunu bir daha okula almadı. Eğitimi yarım kaldı. Bunu da yaz. Böyle bir şeye hakları var mı diye de sor" diyor.

Var mı hakikaten? Bir okul müdürünün sabıkalı diye bir öğrenciyi okula almama hakkı var mı? Buradan yetkililere soruyoruz! Yoksa bunun hesabını kim verecek?

Kafamı pis su dolu leğene soktular

Cizre'nin başka bir mahallesine doğru yürümeye başlıyoruz. Her yer çukur, yollardan sular akıyor. Z.'lerin evine varıyoruz. Burada da bir avlu dolusu kadın, çocuk oturuyor. Tam ortada fişi çekili bir dondurma dolabı duruyor. İçi boş.

Biz içeri girince başlıyor bir telaş. Kadınlar ayaklanıyor, evin oğlunu bulmak için kahveye haber salıyorlar. 10 dakika sonra Z. ve arkadaşları M., A. ve S. geliyor. Hepsi 15 Şubat'taki olaylardan sonra tutuklanıp cezavine girmiş çocuklar. Bir yıl yatıp, birkaç ay önce çıkmışlar.

ÇEK ABLA FARK ETMEZ, HERKES BİLİYOR

Karşıma diziliyorlar ve başlıyorlar anlatmaya... Berberlik yapan A., Cem'in kamerasına dönüp poz vermeye başlıyor, "Bol bol çekin abla, artist olalım!" diyor. "Olmaz, yüzünü çekemeyiz, seni afişe edemeyiz" diyorum, "Neden?" diye soruyor. Sabıkalı olarak ortaya çıkmasının başına dert açacağını bir türlü kabul etmek istemiyor. "Bizim başımız zaten dertten kurtulmaz ki abla. Sen yazmasan da herkes biliyor" diyor. Belki haklı. Belki biz "gelecek" denince "umut etmek" fiili bize ezberletildiği için ondan farklı düşünüyoruz. Belki de o coğrafyada "gelecek" ve "umut" yan yana gelmeyen kavramlar.

Fotoğraf konusunda anlaştıktan sonra hepsini sırtı dönük şekilde oturtuyoruz. Önce Z. atılıyor, "Yahya öldüğü gün hepimiz bulduğumuz taşları attık. Ne yapalım, arkadaşımızı kaybetmiştik! Üç gün sonra sabaha karşı üç buçukta geldi polisler. Emniyete götürüp yumruk attılar. Sürekli 'Bize isim ver' diyorlardı. Konuşmayınca kafamı pis su dolu bir leğene sokup sokup çıkarmaya başladılar. Üç gün boyunca gelen giden dövdü. Sonra mahkemeye çıktık. Oradan ver elini 13 ay cezaevi."

ESKİDEN POLİS OLMAK İSTERDİM

"Peki ya senin okul durumun ne oldu?" diyorum, "Beni de almadı müdür abla, size bundan sonra yasak, dedi" diye yanıtlıyor.

Sözümüzü S. kesiyor, "Okula gitsek ne olacak ki zaten? Burada ne iş yapacağız? Anca kahvede oturuyor herkes" diye anlatmaya başlıyor. Bunun üzerine beşi birden onaylamak için kafalarını sallıyorlar. Okula gitmelerine hakları olmadığına inandırmışlar kendilerini.

Ama onlar inandırsa da aileleri isyanlarda. A.'nın annesi, "Yazık değil mi bu çocuklara? Neden önlerini kapatıyorlar? Neden okula devam etmelerine izin yok?" diye soruyor. Bu soru üzerine A. dönüyor ve "Eskiden polis ya da öğretmen olmak istiyordum. Cezaevinden çıktıktan sonra vazgeçtim, ne olmak istediğimi artık bilmiyorum" diyor.

DEVLET BİZİ KİLİTLEDİ, BIRAKTI

Konu dönüp dolaşıp yine "içerideki yaşam"a geliyor. O zamana kadar sessiz duran M. başlıyor konuşmaya: "Devlet bizi kilitledi ve orada bıraktı, bize vatan haini gözüyle baktı. Oysa bizim siyasetle terörle ne işimiz var? Hırsıza bile daha iyi davrandılar içeride. Mesela kurslar açılıyordu, tenis, badmington, İngilizce. O kurslara siyasi suçluları pek almıyorlardı. Bizi her yerden dışladılar."

Bir yıldan fazla cezaevinde yatan beş genç karşımızda anlattıkça anlatıyorlar ama hikayeler hep aynı. Ne gelecekleri, ne hayalleri var. "Peki yine gösteri olsa, yine polis çıksa karşınıza ne yaparsınız?" diyorum. Hepsi birden bakıyorlar yüzüme. Cevap belli ama sessizlik hakim oluyor avluya. İçlerinden geçenleri biz içimizden tamamlıyoruz...

Çocuklar için adalet çağrıcıları

ÇOCUKLARIN terör suçlusu yetişkinler gibi muamele görmesinin sebebi 1991'de çıkan ve 2006'da çocuklara ilişkin kısıtlayıcı hükümler getiren Terörle Mücadele Kanunu. Bu kanunu değiştirmek için Çocuklar için Adalet Çağrıcıları adlı bir grup mücadele ediyor. TBMM'ye Terörle Mücadele Kanunu'nda değişiklik öneren bir yasa teklifi, ilgili bakanlara soru önergeleri sundular. Cumhurbaşkanı ile bir araya gelerek konuyu gündeme getirdiler. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek geçtiğimiz günlerde bir açıklama yaparak bu çocukların artık Çocuk Mahkemelerinde yargılanacaklarını söyledi. Bu da hükümetin 'Kürt açılımı'nın bir ayağı. Ancak bu değişiklik çocukları terör suçlusu olmaktan kurtarmıyor./akşam