Uzun zaman sonra piyasaya çıkan ilk tango albümü sizinki. Albümünüzün diğer tango albümlerinden farkı ne? 
Türkiye’de uzun süredir bu alanda bir boşluk vardı. Tango, özellikle Cumhuriyet döneminde yoğun olarak yapılmış ama günümüzde de hâlâ çok severek dinleniyor. O zamandan bu yana yeni isimler de oldu ama bu isimler hep albümlerinin içerisine birer ikişer şarkı dahil ettiler yalnızca. Zaman içerisinde kocaman bir boşluk var, tango yapılmamış bir boşluk. Benim albümümün özelliği baştan sona tangolardan oluşması ve eski tangolar değil, sözlerini benim yazdığım yeni tangolardan oluşması. 
 
Cumhuriyet dönemindeki tangolara baktığımızda, bizdeki tangonun dünya tangosundan daha farklı olduğunu görüyoruz. Sizinkiyse hepsinden farklı. 
Türk tangosunun daha naif olduğunu söyleyebiliriz. Müzik açısından da sözler açısından da öyle. Ancak dünyada yapılan tangolara baktığımızda da herkesin aslında, doğal olarak kendinden bir şeyler kattığını görüyoruz. Arjantin tangosundan çok farklı bizimki tabii, onları dinleyince çok farklı şeyler hissediyorsunuz. Arap tangoyu dinlediğinizde Arap gırtlağını ve oradaki mayayı duyuyorsunuz mesela. 
 
Siz de, buna istinaden galiba; “Bu benim tangom” diyorsunuz. 
Benim yaşadığım hayatın kendisi var müziğimin içinde, sevdiğim müzik türleri var. Dünya tangolarına ne kadar yaklaşıyor bilmiyorum ama ben bunların hepsini dinleyip içselleştirdim ve ortaya bana ait olan bir tango çıktı. 
 
Bizdeki tango algısı aslında hep belli bir yaşın üzerinde yapılan, biraz eski bir şeymiş gibi. 
Bu çok yanlış bir algı. Çok yeni, çok tutkulu, herkesin çok sevebileceği, hemen kulakta kalabilecek çok keyifli bir müzik aslında tango. 
 
Türk insanına göre değildir belki de. 
Bugün bence alternatif olan her şey çok önemli. Popüler şeyler birbirine çok yakın çünkü. Bu yüzden farklı olan her şeyin değerli olduğunu düşünüyorum. Kulaklarımıza çok iyi gelecek şeyler aslında bunlar. 
 
Nasıl başladınız tangoya? 
Marmara Üniversitesi Müzik Öğretmenliği Bölümü mezunuyum. Ondan önce Ruhi Su Dostlar Korosu’yla çalıştım uzun yıllar. Okuldan sonra, grubumla birlikte sahne aldığım çeşitli yerler oldu ve her zaman tangolar söyledim. Zaten çok seviyordum tangoyu, sonrasında dans etmeye de başladım ve daha da içselleştirdim tangoyu. Kendimi çok iyi ifade edebileceğim bir müzik türü olduğunu fark ettim. Müzikle birlikte hareket etmeyi çok seviyorum. Bununla tangonun içindeki kadın duruşu bir araya geldiğinde, ilk albümüm için aslında çok doğru bir alan olduğunu hissediyorum. 
 
Albüme dönelim. Albümde bir de Furuğ şiiri var. Furuğ’la tango arasında nasıl bir ilişki var sizce? 
Ben özgür kadın kimliklerini çok önemsiyorum. Örneğin Frida böyle bir kadın. Furuğ da böyle bir kadın. Tezer Özlü, Nilgün Marmara, Sevgi Soysal keza... Bunlar hep benim hayatımda biraz daha öne çıkmış figürler. Bunlar kendilerini çok özgürce ifade etmiş kadınlar ve ben de böyle bir kadın olmak istiyorum. O yüzden bu isimleri çok önemsiyorum. Furuğ’un albümde olma sebebi de bu. Aysel Gürel de böyle bir kadın benim için; albüme onun da bir şarkısını almak bu yüzden benim için çok önemliydi. 
 
‘Ben Her Bahar Âşık Olurum’un farklı bir yorumu var albümde. 
Bir cover yaparken farkınızı ortaya koymuyorsanız aynı şeyin tekrarını yapmış oluyorsunuz. Çok sevdiğim bir şarkıydı o benim, ne yapabilirim diye düşündüm. Böyle bir versiyon çıktı ortaya. Ben her ‘sonbahar’ aşık olurum versiyonu ama bu, biraz hüzünlü oldu.