Kızılcaköy,

Aydın ili Efeler İlçesine bağlı, geçimini incir, zeytin ve hayvancılıkla sağlayan, yaklaşık bin nüfuslu bir yurdum köyü. Büyük Şehir olunmasından sonra mahalle oldular ama yine de köy işte.

Ağustos 2018’den beri köylerinin hemen yanı başına Gürmat Elektrik Üretim A.Ş. tarafından kurulması planlanan jeotermal Santral sebebiyle, çeşitli protesto yöntemleriyle yasal haklarını kullanıyorlar.

Çünkü yaşamak istiyorlar.

Sağlıklı ve huzur içinde yaşamak istiyorlar.

Daha önce Germencik ve köylerinin, sonra Efeler’in, Sultanhisar’ın ve Buharkent’in jeotermal santraller yüzünden geri dönüşü olmayan zararlara uğradıklarını görmüşler-duymuşlar.

Onların havasının, suyunun ve toprağının nasıl kirlendiğini, sağlıklı yaşam haklarının nasıl ellerinden alındığını fazlasıyla öğrenmişler.

Bu yüzdendir ki;

Genci-yaşlısı, kadını-erkeği, çoluğu-çocuğu, börtü-böceği, kurdu-kuşu yani hepsi; ağaçları kurumamış, toprağı kirletilmemiş, havası-suyu zehirlenmemiş bir çevrede, sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürmek istiyorlar.

Ağustos 2018’den beri süre gelen haklı mücadeleleri de bu yüzden.

Şimdi bakınız,

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 56.Maddesi derki:

 “Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir…”

Eylemlerinin en büyük hukuki dayanağı budur. 

Yine, tarım, hayvancılık, çevre sağlığı ve madencilikle ilgili kanun ve yönetmeliklere baktığımızda hukuki dayanakları fazlasıyla mevcut.

Bu mücadele, geçtiğimiz hafta ilgili Jeotermal Şirketin iş makineleri ile köye gelip çalışmalara başlamak istemesiyle ne yazık ki farklı bir boyutta gerçekleşti.

Devletimizin jandarması ile köylüsü, jeotermal şirketin işi oldu-bittiye getirme çabasından dolayı karşı karşıya geldi. Çıkan arbedede köylü kadınlarımız biber gazına maruz kaldılar. İtildiler-kakıldılar, kimileri hastanelik oldu. Hem de 5 Aralık Dünya Kadın gününde.

Hele de çocuklar…

Ah o çocuklar. O gözlerinden taşan korkuları. O endişeli bakışları. Resimlerini koymadım buraya. Bir daha görmek, bir daha göstermek istemedim. Hele o pembe montlu çocuğun yüzündeki ağlamaklı hâl… Gözlerindeki korku ifadesi… Şimdi o çocuk o anları, o duyguyu nasıl unutacak.

Şimdi bir düşünün, çocuksunuz. Oyunlar oynuyorsunuz. Köyünüzün bağında bahçesinde, yemyeşil kırlarında koşturuyorsunuz. Büyüklerinize yardım ediyorsunuz. Okula gidiyorsunuz. Çocuksunuz yani, mis gibi çocukluğunuzu yaşıyorsunuz.  Derken bir gün birileri geliyor, köyünüzün dibine, evlerinizin yanı başına para kazanacağım diye bir santral kurmak istiyor. Tabi bunu büyüklerinizden öğreniyorsunuz. Dumanın ayrı, kokusunun ayrı, gürültüsünün ayrı, en önemlisi de toprağı-havayı-suyu zehirlemesinin ayrı bir dert olduğu bir santraldir bu.  Anneleriniz, babalarınız, ablalarınız ve ağabeyleriniz de işte bu yüzden onlarla aylarca mücadele ediyor. Siz yine bütün bunları oyun sanıyorsunuz. Yahut çocuk yüreğinizle oyunlaştırıyorsunuz.

Bir yandan da gittiğiniz okuldaki öğretmeniniz sağlıktan, çevreden, doğadan, haktan, hukuktan bahsediyor. Haksızlığa uğradığınızda devletin jandarmasının, polisinin, hâkiminin, savcısının ve dahi muhtarı, kaymakamı ve valisinin haksızlığa uğrayanın yanında olacağını öğretiyor. Çocuksunuz ya, bunu öğrenince seviniyorsunuz. Nöbet tutan, protesto eden büyükleriniz için duyduğunuz endişe-korku kaybolup gidiyor. Seviniyorsunuz. Kendinizi daha bir güvende hissediyorsunuz. Sonra o jeotermal nöbetleri, o yürüyüşler daha bir oyun haline geliyor sizin için.

Ta ki o güne kadar.

O biber gazlı, kavgalı, gürültülü korkunç manzarayla karşılaştığınız güne kadar.  

Şimdi siz o çocuktaki hayâl kırıklığını bir düşünün artık. Yalnız, bakınız bu, yetişkin birinin sıradan bir hayal kırıklığı değildir. Bu sanki Everest dağından yuvarlanmak, uzayın kapkara boşluğunda yapayalnız kalmak, yahut bedenindeki bütün hücrelerinin nokta nokta yakılması, lime lime doğranması gibi bir şeydir.

Bu bile yeter biliyor musunuz, bu bile yeter.

Sayın büyüklerimiz, sayın yetkililerimiz, lütfen! Lütfen, çocuklarımızı bir daha böyle hayâl kırıklıklarına uğratmayın.

Bu arada hem köylüler hem de bizler “Bir şey olmaz yaa biber gazından…” sözü ile biber gazının hiçbir şey yapmayacağını da öğrenmiş olduk. Ne de olsa bibermiş. Bitkiymiş işte.

Sağlıcakla…

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA İNDİR!