Bu güne kadar “dağlarından yağ ovalarından bal akar” diye tanımlanan Aydın bundan böyle adından “jeotermal enerji havzası” olarak söz ettirecek.

Son on yıllarda bu konuda yapılan özel sektör yatırımları hızla devam ediyor ve adım başı ovada bir santral yükseliyor.

Şüphesiz enerji ihtiyacının en azından bir kısmını karşılayacak olması bakımından ülkemiz için önemli bir gelişme.

Ancak jeotermalin sağlık, tarım, ısıtma ve soğutma gibi halkın yararına başka kullanıldığı alanlar da var.

Ama Aydın’da yararlanılan alan özel sektör tarafından sadece elektrik üretiminden ibaret.

Bölge halkının asıl yararlanacağı diğer alanlarda henüz bir faaliyet yok.

Buna neden elde etmenin maliyet yüksekliği ve ona da normal vatandaşın gücünün yetmemesi.

Bu konu ile ilgili 5686 sayılı yasada nimet-külfet dengesi yok.

Bölge halkı jeotermalle ısınamadığı gibi ne kullandığı elektriğe ödediği parada ne tarımda ne de termal alanda bu enerjiye sahip olmanın ayrıcalığını yaşıyor.

Verimli topraklarında günden güne sayısı artan santrallerin sadece kuruluşunu seyredebiliyor.

Üstelik geçim kaynağı sebze ve meyvedeki eski verimi elde edememesi, o eski tat ve lezzeti son zamanlarda bulamaması kafasını karıştırıyor.

“Acaba buna neden santrallerden salınan akışkanların toprağı zehirlemesi mi, kötü kokuya neden buralardan salınan asit ya da kükürt dioksit mi, incir başta diğer sebze ve meyvelerdeki kalite bozulmasına neden de mi bu santraller?

Konu ile ilgili ortalıktaki iddialar vatandaşı huzursuz etmeye yetiyor da artıyor.

Nasıl tedirgin olmasın ki?

John Perkins’in eserlerinde sözünü ettiği 70’li yıllardaki Batılı enerji şirketlerinin Ekvador, Endonezya gibi ülkelerde çevreye verdikleri zarar ve sonucunda yerli halkın uğradığı mağduriyetin bir benzerinin başına gelecek olmasına mı yansın?

Yoksa santrallerden kaynaklandığı iddia edilen çevresel değerlerdeki dengesizliğin hayatını ve geleceğini tehdit etmesine mi kahrolsun? 

Aydın su kirliliğinde Ege birincisidir.

Menderes Nehri en kirli akarsularda üçüncü sıradadır ve normalin üzerinde bor, arsenik, radon gibi toprakta uzun süre kalıcı zararlı maddeler taşımaktadır.

Bu zararlılar sulama yoluyla toprakta beş katı fazla kirliliğe neden olmakta ayrıca toprakta 30-40 yıl kalıcı genetik değişikliklere de yol açabilmektedir.

Soluduğumuz hava normalin üzerinde toryum, kükürt, hidrojen sülfür ve kurşun barındırmaktadır.

Bunlardan “çürük yumurtayı” andıran kükürt dioksit kaynaklı koku hissedilir derecede artmıştır ki, JES yetkilileri bu olayı alay edercesine  “hayvan dışkısı ” ile açıklama yoluna gitmişlerdir.

Ayrıca bölgede kalp krizi, kanser, felç, alzheimer, parkinson, astım hastalıklarındaki artışın da jeotermal kaynaklı olduğu iddia edilmektedir.

Bu kesime göre kansere bağlı ölüm oranı Türkiye ortalaması yüzde 18 olduğu halde bu oran Aydın’da yüzde 42’dir.

Besin kaynağımız 78 bitki üzerinde fiziksel, kimyasal, ağır metal ve radyoaktif kirlilik tespit edilmiştir.

En önemli marka değerimiz incir üzerinde normalin iki katı bor, iki katı kadyum, iki katı kükürt ve yirmi beş katı radon olduğu iddia edilmektedir.

Bunların bir tanesi bile vatandaşın huzursuz olmasına yeter de artar.

Halkın bu endişelerine açıklık getirecek, onları sakinleştirecek olansa devletin yetkili kurumları valilik sağlık müdürü, il tarım müdürü, büyükşehir belediyesidir.

Büyükşehir Belediyesi  “seyyar ölçüm istasyonları” ile 7/24 çevre değerlerini re’sen ölçerek hem halkı bilgilendirme hem de gerekli müdahaleyi yapma sözü vermişti ama sonuç çıkmadı.

Dönemin Aydın Valisi Ömer Faruk Koçak Anemon Otel’deki bir toplantıda(18 Ocak 2017) bir soru üzerine ellerinde jeotermali bütün yönleriyle inceleyen bir raporun olmadığını ama bu konuda olayı bütün yönleriyle inceleyecek bir araştırmanın valilikçe yapılacağı sözünü vermişti.

Bu araştırmayı yerine gelen Vali Yavuz Selim Köşger’in yaptırdığı, sonuçlarının kamuoyuna açıklanacağı Nisan 2017’de söylenmişti.

 Ama o günden bu güne ne bir ses çıktı ne de bir haber duyuldu.

Öyle olunca vatandaş hem toprağını hem de hayatını, külfetinden başka bir getirisi olmayan jeotermal santrallerin, tehdit ettiği, o bakımdan geleceğinin gerek sağlık gerekse çevre temizliği yönünden tehlikede olduğu inancını taşımaktadır.

Ne yazık ki, bu yanlış bir kanı değildir.

Öyle olunca sorun sadece Kızılcaköy halkının değil bütünüyle Aydın’ın bir sorunudur.

O bakımdan Kızılcaköylülerin bu tavrını birkaç aktivistin rehberliğinde gelişen bir hareket gibi görmek yanlış olur.

Bilmem yanılıyor muyum?

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA