Kocaoğlu, dizideki rolüne konsantre olmak için Kıvanç Tatlıtuğ ve Buğra Gülsoy ile her gün spor yapıyor.

İnsan, bir hikayenin içinde hep iyilerin safını tutar. Seyrederken, kahramanların ölmemesini diler, kötülere diş biler, iyinin galip gelmesini ister. Kötüye sempati duyulmaz pek. Kuşkusuz bu düşünceyi yıkıp geçen oyuncular var. Rıza Kocaoğlu da onlardan biri belki de. Bu hafta gösterime giren Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm filminde küfürbaz, psikopat Pembo karakterini öyle bir canlandırmış ki anlatmakla olmaz, seyretmek gerek...

Kocaoğlu’nun sadece kötü değil iyi kalpli, temiz kahramanlara da nefes verdiğini bütün eleştirmenler kabul ediyor artık. İlk kez Çağan Irmak’ın Bana Şans Dile’sinde yer alan, DOT’un çok önemli oyunlarında sahneye çıkan Kocaoğlu’nun kariyeri hızlı bir ivme kazandı. Av Mevsimi, Kaybedenler Kulübü başta olmak üzere birçok filmde rol aldı. Ezel’in ardından şimdi Kuzey Güney’de ‘iyi çocuğu’ canlandıran 32 yaşındaki Kocaoğlu’nun kadrosunda bulunduğu Labirent adlı film de aralık ayında seyirciyle buluşacak.

Bir rolü sahici kılmak, sadece alınan oyunculuk eğitimiyle açıklanamaz, öyle değil mi? Çocukluğun, yeryüzünde kalınan zamanın bunda etkisi var mı?

14 yaşındayken tiyatro kursuna gittim. 17’mde bu işin okulunu okumaya başladım. Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nü bitirdim. Herkes benden büyüktü okulda. Bu, pek de sağlıklı değil tabii. Çünkü senden aşk acısı çeken, sevgilisinden ayrılmış birini oynamanı istiyorlar ama sen daha aşk acısı çekmemişsin! Yaşaya yaşaya öğreniyorsun ve oyunculuk dediğin şeyin yaşam ve öğrenme birleşince meydana geldiğini anlıyorsun.

 Anne ve babanız ne iş yapardı?

 

Babamın kıraathanesi vardı, aynı zamanda Göztepe tribünlerinin en önemli amigosuydu. Şu an da emekli hayatı yaşıyor. Çok yapıcı bir adamdı. Bir meddah gibiydi. Anlattığı olayların bir başı, bir sonu olurdu. Kendini dinletirdi. Annem çok sakin, çok mülayim bir ev kadını. Duygusal. Her ikisi de ileride aktör olacak biri için önemli özelliklere sahipti.

Küçükken kafam çok kırıldı

Çocukluğunuz nasıl geçti?

İzmir’de diyaloğun sert kurulduğu ve kendini ifade etmenin kısıtlı olduğu bir yerde, Tepecik’te büyüdüm. Sokak, yabancısı olduğum bir dünya değil. Küçükken kafam çok kırıldı. Hiç beklemediğim yerden gelen taş çok oldu. Ailem beni bu halimden dolayı hep koruyup kollardı. Kavgacı halimi yadırgamazlardı çünkü içinde bulunduğum çevre bunu yapmayı gerektiriyordu. Ergenlik dönemimde biz o bölgeden taşındık. Hayatım da böylece değişti.

Oyuncu olduktan sonra her şey güllük gülistanlık mıydı, hiç zorluk çekmediniz mi?

Kaybedenler Kulübü’nde oynadığım kahraman gibi koltuğun üzerinden kalkmadığım bir dönemim oldu. Altı ay boyunca koltukta oturdum. İdeolojime uygun, vicdanımı rahatsız eden işlerde oynamayacaktım. Kuralım buydu! Ev arkadaşım yönetmen yardımcısıydı, sonra yönetmen oldu; Bahadır İnce. Bana ‘Tamam kardeşim’ dedi, ‘Ben çalışıyorum, sen rahatına bak.” Üniversite arkadaşlarımla hala birbirimizi kollarız, kardeş gibiyizdir. Şebnem Bozoklu, Engin Altan Düzyatan, Sarp Apak... Hepsi şimdi pırlanta gibi işler çıkarıyor. Tatlı bir tebessümle izliyorum hepsini. İstanbul’a ilk geldiğimiz günü hatırlıyoruz, dayanışma içinde yaşamak zorunda olduğumuzu da biliyoruz.

Nejat İşler benim abim

Kuzey Güney dizisine nasıl dahil oldunuz?

Bundan önce bir proje vardı. Benim için iptal oldu o proje. O sırada ciddi bir boks eğitimi aldım. Haftanın üç günü ringlerde antrenman yapıyordum. Hemen ardından Kuzey Güney dizisi için teklif geldi. Kıvanç Tatlıtuğ, Buğra Gülsoy hepimiz günde bir buçuk saat büyük bir disiplinle spor yapıyoruz. Ağırlık çalışıyoruz. Sadece bedenen değil zihinde de çok konsantre olmak şart. Bunun yanında futbol da oynuyorum haftanın üç günü. Set ortamı gayet güzel. Tıkır tıkır gidiyor her şey.

Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm filminde rolünüz küçük ama göze batan bir özelliği var. Neden bu filmde büyük bir rol verilmedi size?

Filmden önce romanını okumuştum. Hikayenin alt metninde 90’larda devlet eliyle işlenen cinayetlere yer veriyordu. Bu işin içinde olmak istedim, hikayenin küçük veya büyük bir yerinde olmayı önemsemedim. Yönetmen Serdar Akar ile Elveda Rumeli dizisinin setinde tanışmıştık, bu projede yine biraraya geldik.

Başrolde oynadığınız filmler oldu ama genellikle yan rollerdesiniz. İçinizden “Bu haksızlık!” diyor musunuz?

En azından mevzuya ben öyle bakmıyorum. Gerçekten! Aktörlüğe daha yeni başladığımı düşünüyorum. Erkek oyuncuların tipi, şekli 30’undan sonra oturur. Ana kast bile olmasa birçok farklı rolde yer alıyorum. Oyunculuğun teknik kısmının yanı sıra ahlaki kısmı da vardır. Eskilerin usta-çırak dediği şey bugün abi-kardeş’tir. Bu işlerin de öyle ilerlediğini düşünüyorum hep. Herkesin bir kuşak öncesinden abiler vardır, onların arkasından da gelen kardeşleri. Mesela Nejat İşler benim abim gibi. Ondan hem duruş hem oyunculuk olarak yararlanırım.

En kötü tarafım asabi oluşum

Van depreminden sonra içim parçalandı. Acının ulusu milleti olmaz. Vicdanın coğrafyası olmaz. Toprak en büyük cevabı maalesef en kötü şekilde verdi. Depremden hemen sonra kendimi ısıttığım battaniyemi, eşyalarımı paketleyip gönderdim. Çünkü toprak bize ‘Aynı dili konuşmak zorunda değilsiniz ama aynı battaniyenin altında ısınacaksınız’ dedi.

En kötü tarafım asabiyetim. Kendimi kontrol edemediğim ufak tefek anlar oluyor. Birine kızıp saatlerce ağlayabilirim. Kendime zarar veriyorum. Bunu tedavi etmeye çalışıyorum.

Vicdanlı bir adamım. Aşk acısı çektim, dibe vurduğum anlar da oldu. Aşık olduğum kişiden ayrılınca sevdiğim birini kaybetmiş gibi oluyorum, ‘İlişki bitti haydi yenisine uzanalım’  diyemiyorum. Acım o kadar uzun sürüyor ki kendim bile sıkılıyorum bu durumdan.

Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettiğim an bir ilişki yaşadığımı düşünürüm. Karşı tarafın zekasından mutlaka etkilenmeliyim ve o kadın mutlaka beni güldürmeli.

stargazete