Balbay, cezaevinde Dreyfus davasıyla ilgili bilgileri kaleme alırken bir gardiyan kendisine, “Yazıda sorun varmış. Siz Dreyfus demekle birilerine deyyus demek istemiş olmayasınız?” diye sorar


Ergenekon davası sanığı Cumhuriyet Gazetesi Yazarı ve Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, 6 Mart 2009"dan bu yana tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi"ndeki günlerini ve dava sürecini “Silivri Toplama Kampı: Zulümhane” adıyla kitaplaştırdı.
Tutukluluk sürecinde yaşadığı zulümlerden dolayı kitabının adını “Zulümhane” koyduğunu söyleyen Balbay, cezaevinde bilgisayarı kullanmasına izin verildiği halde, yazdıklarını kayıt etmesine izin verilmediği için kitabını elle yazmak zorunda kaldığını anlattı. İşte, “Türkiye Ergenekon"u pek çok pencereden okudu. Bir de demir parmaklı pencereden, içeriden okusun istedim” diyen Balbay"ın kitabından bazı ilginç bölümler:
- Polisler geldiğinde ben 37 günlük oğlumu Yemen türküsü ile uyutmaya çalışıyordum! İddianamenin mantığıyla bakarsak ben belki de, hatta çok kuvvetli bir şüphe ile bir Ergenekoncu yetiştirmekte iken, "suçüstü" yakalanmıştım! Bu zulüm değil midir?

Notlar mesleki yatak odasıdır
- Bana ait cümle sayısı toplamın yüzde biri bile değil. Hep görüştüğüm kişilerin sözlerinden oluşturulmuş. Bir gazeteci herkesle her konuyu görüşür. Notlarım üzerinden böyle bir delil oluşturma yöntemine gidilerek özünde gazeteciliğe, basın özgürlüğüne saldırılıyor. Bir gazetecinin bu tür notları mesleki yatak odasıdır. Notlardan, iddianamenin değişik bölümlerine en çok monte ettikleri kısım, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer"le yaptığımız görüşmelerle ilgili olarak üretilmiş olanlar. Bunu mahkeme heyetine ve savcılara anımsattığımda Savcı Nihat Taşkın, “Cumhurbaşkanı bunların dışında” dedi. O zaman iddianameye niye koydunuz?
- Kiminle görüşerek hükümeti devirmeye girişmişim? Yanıt yok... Nerede gizli toplantı yapmışım? Ben görüşmelerimin tümünü makamlarda yaptım. Çankaya Köşkü, Kuvvet komutanlarının makamı gizli görüşme yeri olabilir mi? Bir gazeteci herkesle, her yerde görüşür... Bir gazeteciye, “Niçin çok belgen var” diye sormak! Sanırım sadece Batı"da değil, dünyanın hemen her ülkesinde bu soruya gülerler.

Balbay"dan sorular
Soruyorum: Ben hangi cebiri ve hangi şiddeti kullanarak Meclis"i ortadan kaldırmaya teşebbüs etmişim? Hangi cebir ve şiddetle hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmişim? Ben ne yaparak halkı silahlı isyana tahrik etmişim? Hangi terör örgütüne nasıl üye olmuşum? Meslektaşlarıma ayrıca sormak istiyorum; her gizli belge tutuklanmayı gerektirecek ağır cezalık suç olursa, bir tek gerçek gazeteci kalır mı?
- Sabih Kanadoğlu ile bir görüşmeden notları okudular. Kanadoğlu yargı için, “Yargı bir felaket. Hani diyor ya Özdemir Asaf, bütün renkler aynı anda kirlendi, birinciliği beyaza verdiler. Biz beyazız, kirlenmememiz lazım” diyor. Bu not için savcıların yönelttikleri sorular şunlardı: Sabih Kanadoğlu, Özdemir Asaf isimli şahıslar kimlerdir? Bu şahıslarla olan irtibatınız ve ilişkiniz hakkında detaylı bilgi veriniz.
- Unutamadığım günlerden biri 21 Mart oldu. Nevruz"du. Koğuşta yalnızdım. Yan koğuşlardan olağanüstü coşkulu sesler geliyordu. Nöbetçi gardiyana, “Bu ne?” diye sordum. “PKK tutukluları” dedi, “hep birlikte Nevruz"u kutluyorlar.” Yüklendim; “Bizi burada yalnız tutuyorsunuz. Onlar hep birlikte Nevruz kutluyor...” Manidar bir yanıt verdi: “Abi sen PKK olsan mesele yok zaten. Ergenekon"sun...”

Hangi rektörle kalmak istersin?
- 2009 yılı Nisanı"nın ilk haftasıydı. İkinci müdür koridorda seslendi: “(Koğuşta) İki ya da üç kişi olacaksınız. Biraz bekleyelim, nasıl olsa okumuş yazmış birileri gelir...” 17 Nisan günü art arda tutuklama haberleri geldi. Rektörler tutuklanmıştı. O gün akşam üzeri ikinci müdür koğuşuma geldi: “Mustafa Yurtkuran, Fatih Hilmioğlu, Ferit Bernay, Erol Manisalı... Aynı koğuşta hangileriyle kalmak istersiniz?” Hepsinin olabileceğini söyledim. “Hepsini tanıyor musunuz?” diye sordu. “Tanıyorum tabii... Nasıl tanımam?” Yanıtı manidardı: “Ohooo, siz hep birbirinizi tanıyorsunuz!”
- Büyük sonuçlar doğuran yargılamalar deyince ilk beşten biri Dreyfus davasıdır. Davayla ilgili bilgilerimi yazdım. Yazılarımı yönetime mektup olarak veriyorum. Gardiyanlardan biri yazıyı ertesi gün geri getirdi. Sayfaları sallayıp haberleşme gözünden seslendi: “Mustafa Bey bu yazıda sorun var diyorlar... Siz Dreyfus demekle birilerine deyyus demek istemiş olmayasınız...”

Tişörtten yastık kılıfı
- Hapiste çamaşır işi dağdan çam aşırmaktan zordur. Çamaşırları leğene doldurup deterjanlı suyla birlikte havalandırmaya koyuyorduk. İki gün güneşe kir mi dayanır! Sonra durulayıp alıyorduk. Bir lüksümüz daha vardı; deterjanla birlikte sıvı sabun döküyorduk, güzel kokuyordu. En çok kirlenenlerin başında yastık kılıfı geliyordu. Elde yıkıyorduk ama, deterjan kaldı mı, fena kokuyordu. Çareyi yastığa kılıf yerine tişört geçirmekte bulduk. Tişörtü ailemize verip yıkatıp getirtebiliyorduk. Tişörtten yastık kılıfı dekor olarak da fena durmuyordu.
- Bir gün iyi selamlaştığım gardiyanlardan biri mazgalı açtı, beni yanına çağırdı. Yaklaştım, “selam” dedim. Fısıldamaya başladı: “Sana bir şey söyleyeceğim, ben Atatürkçüyüm. Aramızda kalsın...



Silivri türkülerle yıkılacak!
Şu gerçeği tarihteki hiçbir yargılama değiştiremediği gibi, Silivri mahkemeleri de değiştiremeyecek: Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür. Bizim türkülerimiz yakılacak, o türkülerle Silivri yıkılacak!



Avcı devlete sızanları ortaya koydu
Balbay, “Ergenekon savcılarının tanıklığına önem verdikleri bir kişi var: Hanefi Avcı” diye başladığı bölümde, iddianamenin 70. sayfasında yer alan Avcı"nın ifadesinden bir bölüm aktarıyor. İddianamede Avcı"nın, “TBMM Susurluk Komisyonu"na verdiği ifadede Küçük"ün arabasının tamiratından, kullandığı cep telefonları parasına kadar Sedat Peker"in ödediğini, bu hususun araştırılması gerektiğini söylediğini, ancak araştırılmadığını, daha sonraki görevlerinde de bu irtibatları çok sık duyduğunu ve bu isimlerden bazılarının Susurluk davasında yargılandığını, bunlar arasında Yaşar Öz, Sami Hoştan, Ali Fevzi Bir, Korkut Eken ve diğer polis memurlarının olduğunu söylemiştir” dediğini aktaran Balbay şöyle diyor:
“Burada iki sözümüz var:
1- Susurluk"taki iddiaların üzerine Ergenekon soruşturmasında da gidilmedi.
2- Aynı Hanefi Avcı, yazdığı kitapla devlete asıl sızanların kimler olduğunu, gerçek soruşturmanın nerelerde yapılması gerektiğini ortaya koydu.”

Yeni yaşam kurallarımız
Ne kadar kalacağımı bilmediğim yeni yaşam yerinin 34 temel kuralının ana unsurları şunlardı: Her türlü istek ve şikâyetinizi dilekçe ile yapacaksınız. Koğuşun tüm temizlik ve düzeninden kendiniz sorumlusunuz. Kurallara uymazsanız çeşitli disiplin cezalarına çarptırılacaksınız. İdare izni dışında hiçbir gruplaşma yapamazsınız, toplu hareket edemezsiniz. Size gelen ve göndereceğiniz mektuplarınız idarece okunur. Cezaevi eşyasını tünel kazmaya elverişli araç haline getirmek yasaktır.