İncirliova’lı Durmuş Ali Efe İsafakılar Köyü’nde 1863 yılında çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Yaşamı yokluklar içinde geçmiştir. 56 yaşına kadar köyünde bağ bahçe işleriyle uğraşan, çiftçilikten başka bir işle uğraşmayan kendi halinde bir yörüktür. Köyünde ailesiyle birlikte mutlu bir hayat süren sıradan bir köylüdür.

Durmuş Ali Efe’nin dağa çıkmasında herhangi bir kanun kaçaklığı durumu yoktur. O güne kadar kimseyi öldürmemiş, kimseyi soymamış, kimsenin ırzına namusuna göz koymamıştır. Aydın’ın Yunanlılar tarafından işgali ve Milli Mücadele’nin başlaması ile dağa çıkmıştır. Yunan işgali ve birlikte yaşadıkları Rumların kötü tutumları kendisini derinden etkilemiştir. Çoğunlukla İncirliova, Germencik ve Tire’de işgalcilere karşı savaşmış olsa da büyük Menderes Havzası’nın birçok yerinde işgalcilere karşı korkusuzca savaşmıştır. Kendi köyünde ve çevre köylerde çok sevilen, yardımseverliği ile tanınan ve sözüne itibar edilen birisi olduğu için daha dağa çıkmadan ağabey anlamında “Efe” diye anılmaya başlamıştır.

Durmuş Ali Efe, Seçimle işbaşına gelen ilk ve tek efedir. Birlikte dağa çıktığı dost ve arkadaşları tarafından “Efe” olarak seçilmiştir. Eskiden beri sevilen ve sayılan birisi olduğu için bu payeyi almıştır. O’nun Efeliği işgale karşı Milli Mücadele ve Kurtuluş Savaşı ile sınırlı kalmıştır. Soygunculuk, adam öldürme gibi kanunsuz hiçbir olaya hiçbir zaman karışmamıştır. Durmuş Ali Efe, soyadı kanunu ile “Efe” soyadını almıştır. Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe’den sonra bölgenin en büyük Efe gruplarından birinin liderliğini yapmıştır. Komuta ettiği zeybek grubu bazen beş yüz kişiye yaklaşmıştır. Yaşının büyük olması nedeniyle oğullarıyla birlikte bu çarpışmalara katılmıştır. Kurtuluştan sonra ülkesine yaptığı yararlı işler nedeniyle kendisine Büyük Millet Meclisi tarafından maaş bağlanmasını kabul etmemiştir. “Milis Binbaşı” rütbesi ile ödüllendirilmeyi kabul etmiştir.

Durmuş Ali Efe etrafına topladığı kızanları ile en baştan itibaren işgal kuvvetlerine sürekli baskınlar vermeye başlamıştır. Kendi anlatımına göre işgalden sonra Önce İncirliova’ya, oradan Aydın’a neler olup bittiğini öğrenmek için gitmiştir. Duyduğu olaylar, gördüğü yerli Rumların tavırları kendisini dehşete düşürmüştür. Konuştuğu insanları dinleyince yüreği daralmış, göz yaşlarını tutamamıştır. Duyduğu işkenceler ve katliamlar O’nun dağa çıkmasını sağlamıştır. En çok üzüldüğü durum ise birlikte uzun yıllardır yaşadığı Rumların ihaneti olmuştur.

Evvela silah bulmak istemiş ama silah alacak parası olmadığı için zorluk çekmiştir. Silah bulmak için gerekli araştırmaları yapmış, ama bulamadığı için boynu bükük köyüne dönmüştür. Köyünde durumu değerlendirirken Erbeyli ve Arzular işgallerini haber almış, bu köylere gidip durumu kendi gözleri le görmek istemiştir. İşgal sonrası bu köylere gittiğinde gördüğü manzara karşısında adeta yıkılır. Masum insanların vahşice öldürülmesine çok içerlemiştir. Artık acilen silah bulup dağa çıkması gerektiğine inanmıştır. En çok kinlendiği kişi ise masum insanları türlü işkencelerle öldüren yerli Rum Ayganon canisidir. Kısa sürede çevresinde eli silah tutabilecek kişileri örgütler ve işgale silahsız da olsa karşı başkaldırıyı başlatır.

İşgalin en hızlı günleriydi. Tren yolu ile gelen Yunan işgalciler Erbeyli’yi işgal ettikten sonra büyük oranda boşaltılan Arzuları işgal ettiler. İşgalciler önlerine çıkanları çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın kız demeden işkenceyle katlettiler. İnsanların çığlıkları Aydın Dağlarında yankılandı. Eğrek, Hamitler, Çarıklar, Memedler ve diğer köyleri tarifsiz bir korku kapladı.

Durmuş Ali Efe dalga dalga gelen işgal ve katliam haberleriyle iyice kinlenmişti. Bir şeyler yapmalıydı, tanıdığı tanımadığı eli silah tutabilecek herkesin kapısını çalıp mücadeleye davet etmeye başladı. Herkesi Eğrek köyüne toplanması üzerine çağırdı. Kısa sürede çağrısı cevap buldu. Genç yaşlı onlarca zeybek Eğrek’te toplandı. Toplanma yeri Eğrek köyünün en geniş alanı olan Eğrek Cami önüydü. Cami önünde gece boyunca yanan ateş etrafında çevre köylerden gelen zeybekler toplanıyordu. Herkesin yüzünde işgalin acısı ve vatanın düştüğü tehlikeli durumun izleri vardı. Kin ve hınç insanların yüzlerinde okunuyordu. Kimler yoktu ki; Dereli Mestan Efe, Gara Memed, İmamoğlu Ali, İmamoğlu Nuri, Kahvecioğlu Yusuf, Göbek Hüseyin ve daha niceleri. Gelenlerin Çoğu Durmuş Ali Efe’yi çok iyi tanıyan, Ona sevgi ve saygıyla bağlı olan zeybeklerdi.

Saatler ilerlemiş, çevre köylerden gelen zeybeklerin cami önünde toplanması akşamın ilerleyen saatlerinde sona ermişti. Köylü kadınların özenle hazırladığı çorbalar içildi. En uygun zamanın geldiğine inanan Durmuş Ali Efe tok sesiyle toplanan kalabalığa seslendi;

-“Yiğit arkadaşlarım, kardeşlerim. Bu işgalciler bizim ülkemizi işgal etmek istiyorlar. Sadece işgal mi? Elbette hayır. Kadınımızın kızımızın ırzına namusuna el uzatıyorlar. Masum bebeleri öldürüyorlar, çocuklara bile işkence ediyorlar. Özellikle yıllardır birlikte yaşadığımız Rum aileler buna çanak tutup yol gösteriyorlar. Şimdi bu işgalciler ve işgalcilerin yerli işbirlikçileri bu yoldan gelecekler. Burada toplanan bizler işgalcilerin ve işbirlikçilerin geçeceği bu yolu tutan üç tepeye mevzilenip işgalcilerin gelmesini sabırla bekleyeceğiz. Sonra da onları buraya, bizim canımızdan kıymetli vatanımıza adım attıklarına pişman edeceğiz. Onlara üç koldan saldıracağız. Cephanemiz maalesef yetersiz, aman diyeyim cephaneyi heder etmeyin. Eğer bir aksilik olursa toplanma yerimiz aşağıdaki Orcak Deresidir”, dedi.

Konuşmasını bitirir bitirmez Arzular Köyünden Vakıfoğlu ortaya atıldı;

-“Efe’m. Biz Arzular Köyüne işgalcilerin girişlerini gördük. Askerler ve onlara rehberlik eden yerli işbirlikçiler çok kalabalıktılar. Hepsinin gıcır gıcır elbiseleri, silahları vardı. Sanırım üç tanesinin elbiseleri daha fiyakalıydı ve onlar at üstünde, gelen grubun tam ortasında ilerliyorlardı, bunlar komutanları olsa gerek”, dedi.

Durmuş Ali Efe araya girdi;

-“Tamam Vakıfoğlu. Durum buradaki herkes tarafından anlaşılmıştır. Herkes tarif ettiğim plana göre yerini ve görevini biliyor. Şimdi herkes kanının son damlasına kadar savunmakta görevli olduğu tepelere çıkıp mevzilensin. Sakın ola ki düşman kuvvetleri Belen tepesinin önüne gelmeden kimse ateş edeyim demesin. İlk ateşi söylediğim gibi İmamoğlu Nuri grubu açsın. Aman diyelim kimse acele etmesin. İlk ateşten sonra üç koldan ateşe başlayıp düşmanı şaşırtırız. Onlar böyle bir savunmayı beklemiyorlardır”, dedi.

Uzun süren konuşmalardan sonra Eğrek Camii önünde toplanan zeybekler helalleşip görev yerlerine doğru dağıldılar. Geceden başlayıp gün boyunca siperler kazıldı, sabırsızlıkla düşmanın gelmesi beklenmeye başlandı. Köylü kadınların getirdiği bulgur aşı ve ayran iki gündür aç olan askerlerin siperlerinde bayram havası yarattı. Akşam karanlığının çökmesi ile nöbetçiler hariç zeybekler dinlenmeye çekildi. Ama düşmanın her an gelecek olmasının tedirginliği gecenin karanlığı ile birlikte artırmıştı. Ayın karanlık evresinde bulunması zeybeklerin bekleyişini daha da zorlu kılıyordu.

Gecenin karanlığı siyahtan laciverte dönmeye başlamıştı. Karanlık gece sonrası şafak sökmek üzereyken beklenen düşmanlar uzaktan görüldü. O sırada yolu gözetleme görevinde olan Gocabıyık Mestan Demirci Mezarlığı bölgesinde ışık parlamasını fark etti. Gözlerini ovuşturup yeniden mezarlığa baktı. Boğazı düğümlenmiş, gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi oldu. Yüreğinin gümbürtüsü kendisini rahatsız etmişti. İlk defa böyle bir heyecan duyuyordu. Mezarlık bölgesinden kendilerine doğru ağır ağır ilerleyen kalabalık bir düşman grubu vardı. Hemen kendini toparlayıp hemen Durmuş Ali Efe’nin bulunduğu aşağıdaki siperlere seyirtti. Usulca düşmanın geldiğini yeni uyanmakta olan zeybeklere duyurdu. Kısa sürede sevimsiz haber siperdeki zeybeklerin bulunduğu üç tepeye de ulaştırıldı. Artık iki gündür beklenen düşman ağır ağır geliyordu.

Durmuş Ali Efe durumun vehametini biliyordu. Hemen ön tarafta bulunan küçük bir kayanın üzerine çıkıp siperlerde bekleyen zeybek arkadaşlarına seslendi;

-“Arkadaşlar çarpışma zamanı geldi. Düşman geçtiği yerleri yakıp yıkıyor, önüne kim gelirse türlü işkencelerle öldürüyor. Kadının kızın ırzına musallat oluyor. Buna bizler müsaade edemeyiz. Bunlara hadlerini en ağır şekilde bildirmeliyiz. Herkes konuştuğumuz gibi davranacak, dediklerimize harfiyen uyacak. Bir aksilik olmayacak, lakin bir aksilik olursa daha önce söylediğim gibi “Orcak Deresi” buluşma yerimizdir. Hepimiz düşman kurşunuyla vurulup şehit olabiliriz. Hepiniz hakkınızı helal edin. Gazanız mübarek olsun”, diyerek Belen Tepeye doğru yürüdü.

Hava iyiden iyiye aydınlanmıştı. Düşman güçleri de pusuya iyice yaklaşmıştı. Artık herkes düşmanı net olarak görebiliyordu. Zeybekler siperlerinde mevzisini almış, ölüm sessizliğinde düşmanın aralarına girmesini bekliyordu. Gözler düşmanın üzerinde, eller tetikte heyecanlı bekleyiş sinirleri en ağır şekilde yıpratıyordu.

Yunan işgal ve yerli işbirlikçileri güçleri yaya olarak yürüyor, rütbesi binbaşı olan bir subay iki sıra askerin arasında atı ile zafer kazanmış komutan edasında mağrur bir şekilde ilerliyordu. İşgalciler düşük sesle marşlar okuyarak ilerliyordu. Herkes sabırsızlanmıştı. Gara Nuri ile Gara Memed ilk ateş edilecek yerdeydiler. İkisi birbirine bakıp sessizce gözleriyle anlaştılar. Tüfeklerini askerlerin arasında at üzerinde kibir abidesi gibi ilerleyen subaya çevirdiler. Komutanı ilk hamlede öldürürlerse askerlerin panikleyeceklerini hesaplamışlardı. Peş peşe patlayan silahlar sabahın derin sessizliğini bozmaya, yürüyen düşman kuvvetlerinin çil yavrusu gibi dağılmasına yetip artmıştı bile. Subayın cansız bedeni atın üstünden savrularak yolun kıyısına düşmüştü. Beklemedikleri direniş karşısında işgalciler afallamıştı. Artık amansız çarpışma başlamıştı.

Artık her yerden, her yönden silahlar patlıyor, yoldaki işgal güçleri şaşkınca sağa sola savruluyordu. Ortalık adeta yangın yerine dönmüştü, patlayan mermilerin sesi, barut kokusu, çığlıklar, kan kokusu ve ölüm kol geziyordu ortalıkta. Kısa sürede ortalığa hakim olan yoğun bir gürültü başladı. Düşman güçleri ilk şaşkınlığını atmış, üstün ateş gücüne sahip olan makinalı tüfekleri çalıştırmaya başlamıştı. Kulakları gök gürültüsü gibi sağır eden, neredeyse ağaçları bile orta yerinden biçen makinalı tüfek efelerin hemen siperlerin içine sinmesine neden olmuşu. Makinalı tüfek ateşi dengeyi işgalciler lehine değiştirmişti. Saatler ilerliyordu, vakit öğleye yaklaşmasına rağmen kimse ilerleme sağlayamıyordu. Düşmanda kayıp fazlaydı ama ateş gücü ve mühimmat fazlalığına sahiptiler. Akşama doğru zeybeklerin mermileri tükenmeye başlamıştı. Her zeybek az miktardaki mermisini ziyan etmek istemiyor, görüşüne girmeyen düşmana ateş etmek istemiyordu. Ama ne kadar duyarlı olurlarsa olsunlar mühimmatın bitmek üzere olması gerçeğini değiştiremiyordu.

Tam bu esnada Durmuş Ali Efe İmamoğlu Ali’ye seslendi;

-“İmamoğlu! diğer taraflara seslenip haber ver. Mermi varsa bize hemen ulaştırsınlar, bizim burada mühimmat bitmek üzere”.

İmamoğlu diğer gruplara bağırdı bağırmasına ama kısa sürede yanlış yaptıklarını anladılar. Çarpıştıkları düşman içinde Türkçeyi çok iyi konuşan ve anlayan yerli Rumlar vardı. Yanlış yapmışlar, düşmana kritik bilgiyi vermişlerdi.

Durmuş Ali Efe yönettiği grubunun atacak tek mermisi kalmayınca köye doğru çekilmeye başladı. Bu arada şimdiye kadar yiğitçe çarpışan Dereli Mestan Efe düşman çemberinde kalmıştı. Dereli Mestan Efe durumu fark etmiş, atıcılığını gösterip çemberdeki düşman askerlerini teker teker haklayıp çıkacak bir yer oluşturmuştu. Ama ne yaparsa yapsın Orcak Deresine gidiş yolu düşman tarafından kesilmişti. Düşman siperlere ve korudukları köye girmek üzereydi. Dereli Mestan Efe yolunu değiştirip Durmuş Ali Efe ile başka bir yerde buluşmayı planlamıştı. Dereli Mestan Efe ve zeybekleri kısa sürede düşmana fark ettirmeden çekilmeyi başarıyla tamamladı. Düşman yüze yakın kayıp vermenin şaşkınlığı ve korkusu ile bu çekilmeyi fark edememişti. Ateşin kesilmesinden sonra kendilerini toparladılar ve kısa sürede işgal etmek istedikleri köye girdiler.

Düşman artık dar Eğrek sokaklarındaydı. Dar sokaklarda bağırıp naralar atarak gururla dolaşıyorlardı. Evleri teker teker kontrol ettiler, ama nafile, köyde kimse kalmamıştı. Yüz kadar ölü, bir o kadar da yaralıyı alıp Karapınar’a geri dönmek zorunda kaldılar. Eğrek çarpışması düşmanın ilk cephe savaşı olarak tarihe geçmişti. Kendini yenilmez gören düşman böyle bir direnişi beklemiyor, güle oynaya işgali sürdüreceklerini sanıyordu. Kendilerine bu zorluğu çıkartan ve kesin yenilgiye uğratan kim ya da kimlerdi?

Düşmanın kısa sürede Eğrek köyünü terk edip Karapınar yönüne geri dönmesi ile zeybekler ve köylüler köylerine geri döndüler. Herkeste anlatılamayacak bir sevinç vardı. Durmuş Ali Efe köy camisinin duvarına çıkıp tok sesiyle k köylülere seslendi;

-“Eğrekliler, kardeşlerim, kimse üzülmesin, şimdi kimse malını mülkünü düşünmesin. Elbette kısa süre zarfında buraları düşmandan geri alıp buralara, yurdumuza muzaffer olarak geri döneceğiz. Hiçbir düşman gücü bu toprakları bizden koparamaz. Ancak biz sizlerin canını ve namusunu korumak için hepinizi Menderes’in öbür tarafına geçireceğiz. Burada kalırsanız acımasız düşman daha güçlü ve kinlenmiş olarak tekrar buraya geldiğinde hepinizi acımadan öldürür. Gelmek istemeyeni de zorla götüremeyiz. Gelecek olanlar, bize inananlar hemen hazırlanıp yola revan olsunlar. Canınızı seviyorsanız acele edin. Düşman göz açıp kapayana kadar geri gelecektir. Ne olursa olsun düşman bölgesinden geçerken sessiz olmalıyız. Hayvanların ve kendi ayaklarınıza çul sarın, sessiz yürümemiz gerekir”, dedi.

Durmuş Ali Efe’nin konuşmasından sonra sadece dört kadın dışında herkes Menderes’in öte tarafına geçmeyi kabul etti. Daveti kabul etmeyen dört kadın doğup büyüdükleri evlerinden, yurtlarından ayrılmak istemedi. Durmuş Ali Efe’de bu kadınları zorlamadı. Kısa sürede hazırlıkları tamamlayıp yola çıktılar. Doğup büyüdükleri evlerini, yurtlarını bırakan köylüler kısa sürede düze inip Turanlar köyü yakınlarından Menderes’in öte tarafına sallarla geçtiler.

Başarısızlıktan korkanın yenilgisi keskindir. (Napoleon)

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!