Modern Mahrem kitabı 19 yıl önce yayımlandığında Türkiye'deki başörtüsü tartışmasına yeni bir boyut katan Prof. Nilüfer Göle şimdi Fransa'da hararetle tartışılan burka için "Karanlığı hatılatıyor bana... Ne güzel!" diyor. Fransa'da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'de öğretim üyesi olan Göle, kaset skandalından Avrupa'daki cami tartışmasına kadar farklı konularda görüşlerini Taraf'a anlattı...

"İslam modern dünyanın çağdaşı haline geliyor". Son kitabınız İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa bu saptamayla başlıyor. Ne demek bu, önceden İslam'la modern dünya aynı çağda yaşamıyor muydu?

Modern söyleme göre ileridekiler var, geridekiler var, herkes zamane değil. Zamanla ilgili bir kavga var: Kim bugünü, bugünün değerlerini tanımlayacak? Bugünü yakalayamayalar modern dünyanın merkezinden uzaklaştırılıyor, onlara "geri kalmış" deniyor. Türkçe'de de mesela çağdaşlaşma diyoruz. Bu kendi içinde bir çelişki barındırıyor. Çünkü zaten çağdaş olunur, çağdaşlaşılmaz. Çağ-daş zaten bugüne ilişkin demek.

Bugün Avrupa'daki İslam, modern söylemdeki ileri-geri hiyerarşisini kırıyor yani...

Bir kere İslam artık Avrupa'da toplumsal mekânın ve tartışmaların merkezine giriyor. Ötekini kendimizden iki şekilde uzaklaştırabiliriz, coğrafi sınırlar koyarak ve kültürel sınırlar koyarak, kendimize tehdit olarak algıladığımız insanların pratiklerine, değerlerine "geri" "ilkel" "yabancı" diye bakarsak bir şekilde kendimizden uzaklaştırabiliriz. İslam son dönemde hem coğrafi sınırı aştı göçmen hareketleriyle, hem de ortaçağdan kalmış gibi algılanan dinsel varlığını bir şekilde getirdi Avrupa'nın merkezine koyuverdi.

Bu merkeze gelişte camiler büyük tartışma yarattı, değil mi?

Şimdiye kadar fabrikalarda mescitler, ibadet odaları vardı, ya da camiler bodrum katındaydı. Müslümanlar kimsenin uzaktan baktığında cami olduğunu anlamayacağı binalarda ibadet ediyorlardı. Bugün Köln'de, katedralinin çok önemli, sembolik değeri olan bir Alman şehrinde onunla rekabet edercesine çok büyük bir cami yapılıyor. Bu durum, ister
istemez, Avrupa'nın kentsel panoramısını sembolik ve
materyal olarak değiştiriyor.

Müslümanlar "Biz buradayız" diyorlar. "Biz Avrupa'dayız"
derken de kendi farklılıklarını bir damga olarak mekana
vuruyorlar.

Bu damga nasıl bir şey, özellikleri ne?

O damga müzakere ediliyor. Türkler Türkiye'deki camilerin kopyasını, Faslılar Fas'takilerin kopyasını mı getirecek? Camiler inşa edildikleri yere göre değişecek mi? Biri Köln'de katedrale uyacak, diğeri kuzey ülkelerinin zevkine mi uyacak?

Asıl soru şu: Avrupalı cami diye birşey ortaya çıkacak mı? Şimdi Avrupa'da hem caminin hem de Avrupa'daki Müslümanların nasıl bir şekil alacağı tartışılıyor.

Fransa'da da burka tartışması var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben çok kışkırtıcı buluyorum. Herkes burkanın karşısında: Müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler... Burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim. Tam mahrem. Biz "modern mahrem" diyorduk. Bu, modernliğe karşı tam karanlık. Ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!

Neden?

Çünkü Batı aydınlanmacı felsefenin bugün geldiği nokta şeffaflaşma: Özel alanda olduğun gibi kamusal alanda ol, her şeyi bilelim. Bunun korkutucu bir şey

Demokratik olmadığına, insanları düzleştirdiğine, tamamen katmanlarından yoksun bıraktığına inanıyorum

Burkarım karanlığını seviyorsunuz yani?

Bu kadar tantana koparmas eğlenceli buluyorum... Burkan hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğin seviyorum, düşündürürcülüğü seviyorum. Unutmak istediğim ama burkanın hatırlattığı birse var: Mahremiyet ve her şeyin görünür olamayacağı. Modernleşmenin önemli özelliklerinden birisi her yeri aydınlatmaktır. Çok güzel, her yer aydınlatılsın. Daha güvenceyle dolaşıyoruz, sokak da bize, kadınlara ait oluyor, iş modemitenin bir parçası, ama kadar çok ki, bazen çok göz alıyor, gölge, loş alan bırakmıyor. Loşluğa katlanabil kimse yok, florasan lambaları. İşte bu noktada Burka kavgası bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlatabilir...

Her yanı aydınlatılmış toplum aynı zamanda her an gözetlenebilir denetlenebilir bi toplum demek., değil mi?

Evet. Özel alanla kamusal alan arasında hiçbir karanlık nokta bırakmıyor. Konuşmaya zorlanan bir toplum, itirafçı bi toplum... İslami ahlakta "İyilisi emredin kötülükten sakındırır kuralı var. Bir hata işlemiş olabilirsiniz ama bu hatayı konuşarak, dolaşıma sokarak daha büyük bir günah işlersin Bunun hangisi daha iyi? Batı aydınlanmacı toplum "Maderr yaptın söyleyeceksin" diyor. B: diyoruz ki, "Madem yaptın bir söyleme". Bunun son örneğini kaset skandalında yaşadık...

Ne yaşadık kaset skandalında?

Kasetin dolaşımdan kaldırılmasına ilişkin Tayyip Erdoğan Bey'in söyledikleri manidardı. Çünkü "kötülükte] sakındırma" ilkesini hatırlatıyordu, yani bir cürüm işlenmiş olabilir ama bunun çoğaltılması, dolaşıma girmesi kötülüktür. Şeffaflığır yatak odalarımıza kadar girm kamera ışığının olduğu bir dünyada iyi bir hatırlatmadır. Müslüman ahlakın burada söyleyebileceği birşey olamaz mı?


Erdoğan milletvekillerine "Bunun esprisini yapmayın" dedikten sonra kendisi "Biz anayasayla uğraşırken, Baykal nerelerdeymiş" dedi.

Benim sözüm siyasetçiler arasındaki polemiğe ilişkin değil. Güncel örneklerden yola çıkarak ahlak konusunda toplumun düşünmeye başladığına işaret etmeye çalışıyorum.
Bir yakın örnek daha vereyim. Başbakan "Biz eşini aldatan erkeği mağdur gösteremeyiz" dedi. Bu, tabii ki siyasi bir amaçla söylenmiş bir sözdür. Ama bu cümle birçok taşı farkında olmadan yerinden oynatıyor. Bir kere kadınlardan yana bir cümle. İkincisi eşini aldatan erkeğin hoşgörülmemesi seküler dünyanın tekeşli evliliklerine mahsus. İslami doktrine, çokeşliliğe atıfta bulunulmuyor. Belli ki, İslam bugün yaşam tecrübesi süzgecinden geçiyor, dönüşüme uğruyor. Hangi söylem İslami, hangi alışkanlık seküler, kim feminist, kim erkek-egemen, patriarkal düzenden yana?

Ama burada kadınlar üzerinden erkeklerin siyaset yapması yok mu? Erkek siyasetçilerin sabahlara kadar ağlayan eşlerinden bahsediliyor. Ama kadınlar konuşmuyor.

Bilmem. Belki de erkekler kadınların sesine kulak vermeden artık siyaset yapamıyorlar. Kadınların konuşmasına gelince, hiç bu kadar konuşmadılar. Üstelik seküler kadınlar hiç fena değiller, söz ellerine geçti. Belki kadınlar her tartışmanın, her türlü siyasetin içinde değiller, olmasınlar da zaten. Mecbur muyuz, her tartışmaya girecek miyiz! Geri çekilmeyi bilmek de güç. Loş, mahrem gibi sükût da alternatif bir eylem biçimi olabilir. Gücün tek kaynağı dil değil.

Seküler kadınlar sözü ellerine geçirdi. Peki diğer kadınlar?

Pek konuşmaya ihtiyacı yok onların, performansları yetiyor. Başörtüsü takıyor, dünyayı konuşturtuyor. Nüktesi bir yana Modem Mahrem'i ilk yazdığımda, başörtülü kadınlar hiçbir şekilde söz sahibi olmayacaklar kendi cemaatlerinin baskısına maruz kalacaklar deniyordu. Bugün mesela anaakım medyada bile entelektüel Müslüman kadın yazar arayışı var

VATAN