Ülke insanı son günlerde iki konuyu tartışıyor.

Televizyonlarda yapılan tartışmalarda bu minvalde.

Eskiden bu tartışma programlarına açık oturum denirdi.

Oturumu idare eden kişiye de sunucu.

Moderatörlük kavramı o zamanlar kullanılmazdı.

Oturumlarda kimin ne söylediğini dinleyenler ne söylendiğini anlar ve ekran başında öfke nöbetleri geçirmezdi.

Şimdi öyle değil.

Bir "patırdı, bir kütürdü" dinleyen dinlediğine pişman oluyor.

Gündelik hayatın yorgunluğunu yaşayan insanlarımız ve özelikle esnaf daha ayın başındayken ay sonu ödemelerinin sıkıntısıyla boğuşuyor.

Ticari hayatın sıkıntısı her gün artarak devam ediyorken, akşam evine gidiyor, ülke nereye gidiyor, ahvalimiz nedir merak ediyor ama televizyonlarda yapılan tartışmaları gördükçe umudunu yitiriyor.

Efendim, son günlerde ülkemiz iki konuya kilitlenmiş durumda demiştik.

Konumuza dönelim.

Konular toplumda harareti yükseltmiş durumda.

Kanal İstanbul ve Libya'ya asker gönderilmesi hararetin esas sebebi.

Kanal İstanbul projesi iktidar açısından olmazsa olmaz proje olarak sunuluyor.

Nedir bu projenin vazgeçilmez oluşunun sebebi dediğimizde ortada dişe dokunur ikna edici sebep yok..

Efendim bu proje "Asrın projesiymiş ve İstanbul için süksesi büyükmüş!" yahu İstanbul zaten dünyada önemli bir şehir.

Neyin süksesinin derdindesiniz?

Nüfus desen olmuş 20 milyon.

Yeni 5-6 milyon nüfusun oraya taşınmasının doğuracağı sıkıntı bir yana, Anadolu’da nüfusun azalacağını ve köylerin boşalacağını görmüyor musunuz?

Buna rağmen muradınız nedir?

Kamu kurumlarının ortaya koyduğu riskler ortada.

Raporlarda, İstanbul su kaynaklarını kaybedebilir deniyor, Montrö anlaşmasıyla sıkıntı çıkacağı konuşuluyor.

Ekonomik ve ekolojik sebeplere rağmen neyi elde edeceğiz?

Yapılacak kanalın getirisi nedir?

Kaç yıl sonra harcanan paranın dönüşümünü sağlayacağız?

Bu neyin inadı, neyin ısrarı ve neyin kabadayılığı?

Daha bu mesele açıklığa kavuşmadan Libya meselesiyle yine "Ben yaparım" tavrıyla karşı karşıyayız.

Evet Akdeniz’deki haklarımızı koruyalım.

Bunun için Libya ile yaptığımız anlaşmanın takipçisi olalım.

Ancak, Libya'nın iç işlerine yönelik oraya asker göndermek niye?

Bizim askerimizin orada görevi nedir?

Asker oraya taraf olarak niye gidiyor?

Akdeniz’deki haklarımızı korumanın başka yolu yok mu?

Hafter orada yönetimin tamamını ele geçirirse biz ne yapacağız?

Orada yaşanacak iç savaşta biz Libyalılara kurşun mu sıkacağız?

Çatışmalarda askeri zayiatlarımızı insanımıza nasıl izah edeceksiniz?

Bizim hariciyemiz ne iş yapar?

Uluslararası anlaşmazlıklarda diplomasi neden belirleyici olacak şekilde proje üretmez?

Yoksa Soros'un dediği gibi biz asker mi ihraç ediyoruz?

Yönetenler bütün bu sorular ve benzerlerine cevap vermek zorundadır.

Biz tarafı olmadığımız ve ortak geçmişimiz olan Libya halkıyla karşı karşıya gelmek istemiyoruz.

Hele askerlerimizin yaşanması muhtemel iç savaşın tarafı olmasını, Libya halkına kurşun sıkmasını hiç istemiyoruz.

Hiç kimsenin, insanımız ve askerimiz üzerinden kariyer planlaması yapmasına da rızamız yoktur ve olmayacaktır.

Bazı insanlarımız özellikle iktidarı destekleyenler her iki konuda da gerekli hassasiyetin gösterileceğini düşünüyorlar.

Yani teslimiyet içindeler.

Ben ise öyle değilim.

Zira, iktidarın gerekli uyarıları dikkate almadığını ve kararları alırken özenli davranmadığını FETÖ, ERGENEKON-BALYOZ, ÇÖZÜM SÜRECİNDE ve SURİYE POLİTİKASINDA gördük.

Bütün bunlardan sonra sorgusuz-sualsiz itimat etmek ve endişelerimizi dile getirmemek doğru olmaz.