Herkesi memnun edemezsin yeğenim... Bugünlerde ortalık bilge kaynıyor. Ama ben o topa hiç girmem...

ORTALIK 'BİLGE' KAYNIYOR AMA BEN O TOPA GİRMEM

Yeni Aktüel dergisine konuşan Mazhar Alanson müzikal yaşamı ve tassavvuf ile ilgili neredeyse ilk kez bu kadar açık konuştu. Alanson, "Mekke çok başkadır. Kabe, insanın işkembesini ters yüz eder. İçinde ne kadar pislik varsa çıkar orada" dedi. İşte anlattıkları:

* MFÖ'nün M'si ile Mazhar Alanson arasında nasıl bir fark var?
Bana sinir olanlar, 'Mazhar Alanson' diye bir şey yaptığımda bile onu küçültmek için 'MFÖ'nün M'si' diye kullandılar. O üç harf, bir şirketi ifade ediyor. Ayrı kişilikleri, karakterleri, yetenekleri olan üç kişinin birleşiminden oluşuyor. Mazhar Alanson, MFÖ'de anlatamadıklarını ya da anlatması imkansız olan şeyleri kendi başına anlatandır. 'MFÖ'den ayrılayım da tek başıma bir kariyer yapayım' diye düşünmüyorum. 25 yaşında olsan, hadi ayrıl, kendine bir kariyer yap. Şimdi gerek yok...

* Bir 'ev albümü' yapabilme cesareti için illa ki 'Mazhar Olmak' mı gerekiyor?
Evet, tabii ki! Bu albüm biraz, o özgüvenle yapıldı. Artık kaybedecek bir şeyin yok. Senin ne olduğun, nasıl söylediğin, gitarda virtüöz olmadığın biliniyor. Olduğu gibi, kendi kendine kaldığında çalınan, bir kerede söylenmiş, düzeltilmemiş, samimi, denenmemiş... Kitap da öyle... İçine üşenmeden koyduğum, yıllarca biriktirdiğim o küçük resimciklerden oluşuyor.

* Bu kadar detayı bir kitaba ne kadar zamanda sığdırdınız?
10 sene önce, 'küçük kağıtlara şarkılar hakkında aklıma geleni yazacağım' fikrini oturttum. Onların notlarını almaya başladım... Fakat 78 yılında yaptığım bir resmi bile sakladım. Onu da Fransa'da öğrendim. Orada küçük bir resimcik yaptığım vakit, öbür hafta arkadaşlarıma gittiğimde bakıyordum, onu kenarda saklamışlar. Sanatçının yaptığı şeye değer veriyorlar. Burada bir gün arkadaşlarla otururken, öyle bir şey çiziktirdim, üstüne fındık fıstık kabukları soyup, çöpe attılar (gülüyor). Sonra mesela Morocco'ya tatile gidiyorduk, bu sefer elimde teyple okumaya başladım. Kimsenin kağıda çekeceği yok, kendim çekmeye başladım. Sonra kızım Eda'ya daktilo ettirdim. Bazılarını etmedi, "Hadi bari ben yazayım" dedim. Bazı master'lar üzerindedir, orijinaline bak... Olay budur!

* Bir yandan dünyaya, bir yandan içinize seyahat...
İçimdeki alem her zaman doğruya gitmiyor. Bazen yolundan şaşıyor. Sonra tekrar "Ne yapıyorsun ya?" diyorum. Kalp kırıyorum, sonra çok üzülüyorum. Ama çok azalttım yani.

* Alanson'un en büyük sınavı diliyle mi?
E, dil önemlidir (gülüyor). Ağzına geleni tuttuğun vakit, seyrü süluk'ta (tasavvuf öğretisinde mertebeler) bir yerlere gelmiş sayarsın kendini. Hala tutamıyorum ben.

* Bu, kabına sığamamak mı?
Yok, artık o eski şeyim kalmadı. Kabımdan artık memnunum (Gülüyor). Her yeni günden bir sürü şey bekliyorsun. Çok lüzumsuz. Bu, son zamanlardaki en büyük tecrübem. Bir de her yeni gün sana bir şeylerle geliyor. Ama 'Benim Hâlâ Umudum Var' şarkısındaki gibi şöyle oh ne rahat, bırakamadım kendimi.

KABE İŞKEMBENİ TERS YÜZ EDER

* Bu topraklarla bağınızı kurarken, tasavvufla ilgilenmenizi çevreniz yadırgadı mı?
Hayır. Kendi ülkenin geçmişine, tarihine bir seyahat de lazım. 'Hadi Batı'ya bir şeyler yapalım da yırtalım' diye bir düşüncem hiç olmadı. Edirne'den Ardahan'a kadar bir şeyler yaptık ve çok memnunum ondan. Batı'ya karşı da 'one minute' olması lazım Türkiye'nin. Çünkü çok değerli! Bizim hayatımız karmaşa içinde geçti. Ama o karmaşa sırasında politik olaylara bulaşmak yerine, -demek bir yerde aşk durumu olmuş, kalpler kırılmış- müziğe geçtik biz. Turgut Özal geldiğinde, aileler ilk defa çocuklarının dışarı çıkmasına müsaade ettiler. Bizim şansımız o oldu. Birden genç bir seyirciyle karşılaştık. 35'imize gelmiştik, saçlar dökülüyordu falan... Meşhur olduk.

* Kabul edilmeniz, toplumun beklentisini ve zamanı okumakla da ilgili olabilir mi?
Zamanı okumadık, zaman tesadüfen orayla birleşti. 'Güllerin İçinden'i 1971 yılında bestelemişken, 1984'te meşhur olmuş gibi düşün! Gecikmiş... Hep bu politik, siyasi olaylar yüzünden; insanların dikkatlerini verememeleri yüzünden. Sıkıntılı dönemlerden çok çektik... Herkesi memnun edemezsin yeğenim (Gülüyor)... Bugünlerde ortalık bilge kaynıyor ya!

* Mekanla bağını en iyi kuran sanatçılardansınız. Bazı mekanlarda daha fazla 'ilham' geldiğini söylüyorsunuz.
Melekelerin açıksa, gittiğin yerde bir şey yapabilirsin. Medine'yi de sevmişsen, ara sıra gitmek istersin. Hindistan'a da bir daha gitmek istemem açıkçası.

* Medine ve Mekke'nin sizde nasıl bir duygu farkı var?
Ben Medine'yi daha çok seviyorum. Bir haftalıksa seyahat, dört gün orada kalırım. Mekke çok başkadır. Kabe, insanın işkembesini ters yüz eder. İçinde ne kadar pislik varsa çıkar orada.

* O pislik çıkarken, ruhunu da acıtır mı?
Kavga edersin yanındakiyle. Celalli şehirdir Mekke. En sakin, sessiz adam deliye döner. En deli zannettiğin, lokum gibi adam olur. Neye sinir oluyorsan, o gelir seni bulur. Orası tuhaftır. Çünkü fiziksel olarak da, 24 saat dönülen bir yer. Orada da benim izah edemediğim bir enerji oluyor.

* Sadık Yalsızuçanlar, sizin için şu saptamayı yapıyor: "Kabe'nin rengi siyahtır ve tüm renkleri kapsar. Mazhar Alanson ihtimal ki, tüm renklerin aurası olan beyazdan da öte ve aşkın renge, siyaha baktığında, onun Yüce İlke'yi simgelediğini görmüş, bu görüşle gönlündeki ateşi fark etmiş ve 'yandım!' diye bağırmıştır."
Evet! Yandım diye bağırmışımdır. Çok doğru. Ama o şarkıya kadın metaforunu koymam lazımdı, yoksa çok başka bir şey olarak anlaşılırdı. Şarkının bazı satırları da, yıllar önce yazdığım bir şeylerden geliyor. Ben ilk gün, "Yandım Yandım" dedim, Medine'de. İkinci gün ise "Ah ki ne yandım" dedim. O kadar yavaş gider...

KÜTÜK BİLE AĞLAMIŞ HALİNE BAK!

* Medine'de kendinize 'Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?' sorusunu da sormuşsunuz...
Mescid-i Nebevi'de, Peygamber Efendimiz'in üzerine çıkıp dayandığı kütük bile ağlamış. Ben gittiğimde bakıyorum, bende hiç öyle bir şey yok. "Ulan" dedim içimden, "Kütük bile ağlamış, Mazhar şu haline bak!"
* Sizin aşka yüklediğiniz anlamı derinleştiren belki de o tasavvufi bakış açısı...
Tasavvuftan beslenmeye başladıktan sonra, değişiyor görüşün. Bir de aşk şarkısı yazacaksan, genel bir aşk kavramın olması lazım. "Şu kıza bir şarkı yazayım"la olsaydı, biz de kadın manyağı olurduk (gülüyor). Halbuki iki evliliğim vardır ve arada da bir şeyim yoktur. Tek eşliyimdir ben. Bir şarkıyı bir yere, bir kadına ithaf edemem.

* MFÖ neredeyse her albümüne bir ilahi koydu. Bunun özel bir sebebi var mı?
Bunu kültür hizmeti olarak yaptık. 100 yıl öncenin bir ilahisini tutup da İslam'ı yaymak için koymadık. Genç bir seyircimiz var, onlara "Bunun farkına varın" dedik. Misyon değil; ama adet edindik bunu. Albümlerde ilahilerin yer alması hep bir tarafa çekildi. Bizim MFÖ olarak bir Sufi projemiz vardı. Fakat öyle iktidarlar geliyordu ki, yapamıyorduk. Bir tarafa çekilecek, bir taraf tutuyoruz gibi gözükecek... Ecevit döneminde yapalım dedik, "Daha entelektüel bakar, Sufi bir proje" diye düşündük; ama yapamadık bir türlü. Artık geçti../sabah