Son günlerde bir jeotermal sorunu aldı başını gidiyor. İnsanların sağlıklı nefes alması neredeyse imkânsız hale geldi. Yeraltı ve yerüstü sularımız kirleniyor. Havamız hidrojen sülfür gazı ile zehirleniyor. Hastanelerimizin göğüs hastalıkları bölümlerinde aşırı yoğunluk var. Havadaki çürük yumurta kokusu (aslında kokunun adı başka ama burada yazamıyorum) insanların sinirlerini bozmakla kalmayıp sağlığını da bozmaya başladı. Her ne hikmetse sorunu çözmesi gereken yetkililer bu kokuyu duymuyorlar. Bir milyon kişinin duyduğu bu kokuyu yetkililerin duymaması enteresan bir durum bence.

Jeotermal ile ilgili ülkemizdeki araştırmalar sınırlıydı. Efeler Belediyesi başta olmak üzere birçok kurum ve kuruluş çeşitli araştırmalara imza atıyorlar. Bu konuda yapılan yeni araştırmalarda jeotermal akışkanlarının ve havaya salınan gazların zararlı olduğu net bir şekilde tespit edilmekte. Her ne kadar bunların zararlı olduğu tespit edilmekte ise de ilgililer yaptıkları tahlil sonuçlarını ve istatistiksel verileri halk ile paylaşmamakta. Sorulan sorulara baştan savma cevaplar veriliyor. Ölüm istatistikleri bile verilmiyor. Hâlbuki onlar o görevlerde vatandaşın sorunlarını çözmek, sorularını cevaplamak için bulunduklarını unutmuşa benziyorlar. Her ne olursa olsun asıl olan halktır.

Tüm bu çalışmalar yapılırken Sayın Valimiz bir dizi yasağı geçtiğimiz hafta sonunda hayata geçirdi. Halkta oluşan genel kanı bu yasaklamaların asıl sebebi jeotermal konusunda halktan yükselen seslerin kısılması olduğu düşünülüyor. Yapılan küçük çaplı eylemlerin ve basın açıklamalarının önünün kesilmesi isteniyor. Bu kanıya varmamıza kanıt olarak iki delil ortada. Birincisi AYÇEP isimli çevre oluşumunun defterlerinin incelemeye alınmış olması, ikincisi jeotermal eylemlerinde lokomotif görevini üstlenen Dr. Metin Aydın’ın Didim’e geçici görevle atamasının yapılması.

Ayrıca hepimiz biliyoruz ki Aydın’da yasak getirecek olaylar yoktur. Ne bir terör olayı, ne kitlesel eylemler söz konusu olmamıştır. OHAL bahanesi ile insanların özgürlüklerinin kısıtlanması doğru değildir. Ben yaptım oldu yapılacağına, halkın sorunlarının dinlenmesi, sorunlarına çözüm aranması en doğru davranış olacaktır. Halkın bilinçlenmesinden korkulmamalıdır. Halk kendi için doğru olanın peşinden koşmaktan başka bir şey yapmamaktadır.

Ülkemizde yasaklarla bir yere varılmadığı çok defalar görülmüştür. Özellikle Batı Anadolu’da Osmanlı Döneminde yasaklar ve haksız uygulamalar insanların dağa çıkmalarını sağlamıştır. Hatta birçok olayda bu tür yasaklar halkın daha da bilinçlenmesini ve kitleselleşmesini sağlamıştır. Sanırım bu olayda da halkın bilinç düzeyi yükselmiş, hatta tüm çevre dernekleri bir araya gelerek, “Aydın Çevre Birliği” kurulmuştur.

Birliğin kuruluş amacı, Anayasamızda ifadesini bulan her insanın sağlıklı ortamlarda yaşama hakkıdır. Havamızı, suyumuzu ve toprağımızı görevleri gereği koruması gerekenler koruyamıyorsa halk kendisi koruyacak bilinç düzeyine erişmiştir.

Artık ok yaydan çıkmıştır. Bir şeyler yapma zamanı gelmiştir. Sıfatı, görevi ve yetkisi ne olursa olsun bu coğrafyada yaşayan herkesin yaşadığımız çevreyi koruması gerekmektedir. Unutmayalım ki bu topraklar hepimizindir.

"Doğaya hoyratça davranan toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler de hoyratça olur." (John Bennet)