Jeotermal kaynaklarla ilgili olarak hazırlanan “Taslak Kümülatif Etki Değerlendirme Raporu” yayınlandı [1].

Bu araştırmayı kim gerçekleştirdi?

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD)”nın finansal desteği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) arasında imzalanan teknik iş birliği anlaşması kapsamında gerçekleştirilmiştir.

Bu araştırma ile ne amaçlanıyor?

Türkiye'de mevcut ve planlanan jeotermal kaynakların bölgesel bazda kümülatif etkilerinin değerlendirilmesi ve ileriye yönelik oluşabilecek pozitif ve negatif potansiyel etkilerin belirlenebilmesi amaçlanıyor.

Bu araştırmanın asıl amacı ne?

Araştırmanın asıl amacı raporun 1. sayfasında “Yönetici özeti” bölümünde açıklanmış. “Jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımına dair stratejik planların geliştirilmesine destek olunması, mevzuat süreçlerinin etkinleştirilmesi, çevresel ve sosyal politikaların geliştirilmesi ve uygulanmasına destek olunması amaçlanmıştır…”ifadesi son derece açıktır. Bu araştırmanın asıl amacı jeotermal tesislerin çevreye verdiği etkilerin kümülatif değerlendirmesi olmadığı, asıl amacın Jeotermal kaynakların sürdürülebilir kullanımına dair stratejik planların geliştirilmesine destek olunması” olduğu açıkça belirtilmiştir.

Raporun 20 sayfasındaki “jeotermal sektörünün büyüme ivmesini koruyabilmek için, jeotermal kaynakların doğru şekilde ve etkin kullanımına destek verilmesi son derece önemlidir.” ifadesi ile asıl amacın “jeotermal sektörünün büyüme ivmesini koruyabilmek” olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu rapor ile neler açıklandı?

Raporun başlangıcında “jeotermal enerji yatırımlarından etkilenen halkın yatırımlara ilişkin olumsuz çevresel ve sosyal etkilerden şikâyetçi olduğu…” ifade edilmiştir.

Fakat, raporun 2.sayfasında yer alan “…jeotermal kaynaklar düşük maliyetli, temiz, sürdürülebilir, yerli, çok amaçlı kullanılabilir özelliklerinden ve kullanım çeşitliliğinden dolayı enerji kullanımında önemli bir alternatif olarak değerlendirilmektedir.” ifadesi, araştırma yapan ekibin jeotermal kaynaklara nasıl baktığını net bir şekilde açıklamaktadır.

Raporda yapılan değerlendirmeleri başlıklar altında irdeleyelim;

1)AB Direktifleri jeotermal enerji santrallerinin çevresel zararlara neden olabileceğini ifade etmektedir.

AB'nin Paris Anlaşması uyarınca emisyon azaltma taahhütlerini yerine getirmesine yardımcı olmanın hedeflendiği 2018/2001/EU sayılı Yenilenebilir Enerji Direktifinin 46. paragrafında “Jeotermal enerji, fosil yakıtlardan genellikle oldukça düşük emisyon seviyelerine sahip önemli bir yerel yenilenebilir enerji kaynağıdır ve bazı jeotermal santraller sıfıra yakın emisyon üretmektedirler. Ancak, bir alanın jeolojik özelliklerine bağlı olarak, jeotermal enerji üretimi, sağlık ve çevre için zararlı olan sera gazı salınımına ile yeraltı akışkanlarından ve diğer toprak altı jeolojik oluşumlarından kaynaklanan diğer maddelerin oluşumuna sebep olabilmektedir.” ifadesi dikkat çekicidir (Rapor sf 25-26).

2)Rapora göre, proje sahasında yer alan jeotermal elektrik santrallerinin en hassas bölgeler üzerinde yer almaktadır.

Raporun 74. sayfalarında proje sahasında yer alan jeotermal elektrik santrallerinin en hassas bölgeler üzerinde yer aldığı açıklanarak harita üzerinde Menderes ve Gediz havzasındaki hassasiyet yüksekliği gösterilmiştir.

3)Raporda hava kalitesi yönünden yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

a-Raporun 243.sayfasında “…Proje bölgesinde elde edilen mevcut ölçümler, partikül madde açısından sınır değerlerin yer yer aşıldığını göstermektedir. Jeotermal kaynak kullanım aktivitelerinin toz emisyonlarına katkısı bulunmakla birlikte bu etkinin sınırlı olduğu söylenebilir. Jeotermal aktiviteler sonucu oluşabilecek toz emisyonları, özellikle sondaj ve inşaat aşamalarında görülebilir. İşletme aşamasında su soğutmalı jeotermal enerji santrallerinden, soğutma kulesi üzerinden sistemdeki kondens buharlaştığında, çok düşük miktarda PM emisyonu salınabilmekte olup bu emisyonlar fosil yakıtlı enerji tesislerine göre ihmal edilebilir seviyededir. Ölçülen değerlere katkının, daha çok diğer endüstriler ve aktiviteler ile fosil yakıt kullanımı sonucu oluştuğu söylenebilir. Bölgede partikül madde ölçümlerinin tespit edilebilmesi için hava kalitesi ölçümleri ve tesis katkı değerlerinin sürekli olarak takip edilmesi önemlidir. Jeotermal kaynak kullanımı aktivitelerinin kümülatif etkisinin giderilmesi için izleme ve ölçümler yapılarak gerekli önlemler alınmalıdır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Bu değerlendirme doğru değildir. Bu değerlendirmeye ilişkin veriler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait verilerdir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın hava kirliliği ölçüm değerleri Büyükşehir Belediyelerinin ve yerel Belediyelerin verileri ile ciddi farklılıklar göstermektedir. Bu anlamda bu verilerin gerçekliği tartışmalıdır. Raporda yer alan “Ölçülen değerlere katkının, daha çok diğer endüstriler ve aktiviteler ile fosil yakıt kullanımı sonucu oluştuğu söylenebilir.” ifadesi son derece yanlıştır. Sanayi tesislerinin yoğun olduğu Denizli dışında bu değerlendirmenin kabul edilmesi olanaksızdır.

b-Hava kirliliğinin NCG emisyonlarına ilişkin matris değerlendirilmesi

Öncelikle NCG emisyonlarının ne olduğunu açıklamamız gerekli. NCG (non condensable gases) jeotermal kaynak kullanımında ortaya çıkan yoğuşmayan gazları (CO2 H2S, CH4, NH3, N2, H2 vb.) ifade eder. Başka bir anlatımla da yeraltından çıkartılan jeotermal kaynak içinde yer alan yoğuşmayan ve reenjekte edilmeyerek doğaya salınan zehirli gazlardır.

Raporun 245.sayfasında “Jeotermal kaynak kullanımı sonucu oluşan NCG emisyonlarının boyutu yukarıda verilen matris değerlendirmesinde de ortaya çıkmıştır. Jeotermal kaynak kullanımında ortaya çıkan yoğuşmayan gazlar (NCG- non condensable gases- CO2 H2S, CH4, NH3, N2, H2 vb.) hava kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilirler. Bu emisyonlar, benzer şekilde, diğer endüstri ve faaliyetlerden de kaynaklanabilecek emisyonlar olduğundan, matris değerlendirmesi, JES tesisleri ve diğer endüstrilerin hava kalitesine benzer miktarda katkı sağlayabileceğini göstermiştir. Jeotermal kaynak kullanım aktiviteleri sonucunda oluşacak NCG emisyonlarının tespiti için tesis sahalarında ve etki alanlarında ölçüm yapılarak, katkı değerleri ve kütlesel debiler kontrol edilmelidir. Jeotermal kaynak kullanımı aktiviteleri ile diğer endüstri ve faaliyetlerden kaynaklanabilecek hava kalitesi etkilerinin, bütünsel bir yaklaşım ile değerlendirilmesi ve önleme çalışmalarının uygulanması oldukça önemlidir. Yapılan değerlendirme neticesinde, hava kalitesinin korunması ve hava emisyonlarının önlenmesine ilişkin yatırım ihtiyacı olduğu ve ileri araştırma gerektiği değerlendirilmiştir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Raporla, jeotermal kaynak kullanımında ortaya çıkan yoğuşmayan gazlar (NCG- non condensable gases- CO2 H2S, CH4, NH3, N2, H2 vb.) hava kalitesi üzerinde olumsuz etkiler yarattığı kabul edilmiştir. Fakat bu emisyonların, benzer şekilde, diğer endüstri ve faaliyetlerden de kaynaklanabilecek emisyonlar olduğundan, JES tesisleri ve diğer endüstrilerin hava kalitesine benzer miktarda katkı sağlayabileceği ifade edilmiştir.

JES lerden doğrudan doğaya salınan yoğuşmayan gazlar (NCG- non condensable gases) çok ciddi boyutta hava kirliliğine neden olmaktadır. Bu kirliliği diğer endüstri faaliyetlerine bağlamak JES nin üzerindeki sorumluluğu alma gayretinden başka bir şey değildir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı doğru ölçüm verilerini paylaşmış olsa bu ortaya çıkacaktır. Fakat yerel Belediyelerin hava kirliliği ölçüm değerleri bunu somut olarak ortaya koymaktadır.

Menderes ve Gediz havzasındaki JES ler, sadece doğrudan doğaya salınan yoğuşmayan gazlar (NCG) nedeniyle büyük bir çevre kirliliğine neden olmaktadır. Bu durumun rapora dikkate alınmaması büyük bir eksikliktir.

4)Raporda koku yönünden yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 247.sayfasında “ Matris değerlendirmesinde görüleceği üzere, koku parametresinin “yüksek” bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. Bu etkinin, Bölüm 6.2.1’de belirtildiği üzere ana nedeni H2S emisyonlarıdır. Bu gaz düşük konsantrasyonlarda çürük yumurta kokusuna benzer bir kokuya neden olmaktadır. Jeotermal faaliyetlerin yanısıra, diğer endüstri ve aktivitelerden (örneğin, zeytin işleme tesisleri) kaynaklı koku emisyonları da bulunmaktadır. Ancak, bu faaliyetlerin koku etkisinin orta düzeyde olduğu değerlendirilmiştir. Koku emisyonlarına katkıda bulunabilecek diğer bazı faaliyetler ve kaynaklar, atık alanları, arıtma tesisleri, atık sular, atık su ile kirlenmiş yüzeysel sular olarak sıralanabilir. Diğer endüstri ve tarımsal faaliyetlerin koku emisyonlarına etkileri sınırlı olmakla birlikte, artan sayıda jeotermal kaynak kullanımı faaliyetleri ile birlikte düşünüldüğünde özellikle kesişim bölgelerinde yerel halk üzerinde olumsuz bir kümülatif etki oluşturacaktır.

Yapılan değerlendirmelerde, koku bileşeni, jeotermal kaynak kullanım faaliyetlerinden dolayı ortaya çıkan emisyonların tutularak salımının engellenmesi mümkün olduğu için büyük oranda önlem alınabilir bir parametre olarak değerlendirilmiştir. Ancak, proje bölgesinde H2S giderimine yönelik uygulamalar kısıtlı olduğundan, yatırım ihtiyacı mevcuttur.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile kokunun ana nedeninin H2S emisyonları olduğu, jeotermal faaliyetlerin yanısıra, diğer endüstri ve aktivitelerden (örneğin, zeytin işleme tesisleri) kaynaklı koku emisyonlarının da bulunduğu iddia edilmiştir.

Bu değerlendirmeyi yapan heyetin, JES’ne haber vermeden, bir gece santrallerin bulunduğu il veya ilçede konaklamaları gerekmektedir. Bu kokuyu birkez hissetmiş olsalardı bunun başka bir endüstri faaliyetinden çıkmamış olduğunu anlayabilirlerdi.

Bu değerlendirme ile daha önce bir yetkilinin çürük yumurta kokusunun büyükbaş hayvanların gaz çıkarmasının neden olduğunu iddia etmesi akıllara geliyor.

JES nin bulunduğu alanda duyulan çürük yumurta kokusu doğaya salınan hidrojen sülfürden (H2S) kaynaklanmaktadır. Ve bu koku hissedilmeye başlandığı anda H2S insan vücuduna olumsuz etki etmeye başlar.

Raporda “Koku emisyonlarının etkilerini gidermek için büyük bir çaba gerekmektedir. Yatırım ihtiyacı vardır” şeklinde değerlendirme yapılmıştır. Bu değerlendirme doğrudur.

Kokunun giderilmesi ancak, JES lerde yeraltında çıkartılan jeotermal kaynağın, yoğuşmayan gazlar da (NCG) dahil olmak üzere reenjekte edilmesine ve yeraltına gönderilmesine bağlıdır. Bu yatırımda yapılmamaktadır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı dahil olmak üzere ilgili tüm birimler de bu durumu görmemezlikten gelmektedir.

5)Raporda iklim değişikliği yönünden yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 249.sayfasında “Karbon ayak izini oluşturan CO2 emisyonları içerisinde elektrik üretimi başta gelmektedir. JES tesislerinden kaynaklanan NCG emisyonları için, önlem alınması durumunda, Yaşam Döngüsü Analizi (Life Cycle Assessment- LCA) sonuçlarına göre, çevresel karbon ayak izinin, diğer elektrik üretim santrallerine göre düşük çıktığı görülmektedir. Jeotermal kaynakların üretiminde ortaya çıkan CO2, sera ya da kuru buz üretimi gibi entegre uygulamalarda değerlendirilebilmekte, ya da tekrar rezervuara enjekte edilebilmektedir. Dolayısı ile CO2’inentegre tesislerde kullanılması durumunda olumlu bir katkısı olduğu da göz ardı edilmemelidir. Ancak, NCG’ler herhangi bir önlem alınmadan direkt olarak atmosfere salındığı için, sera gazı emisyonu kategorisinde yer almaları nedeniyle iklim değişikliğini arttırıcı bir etkisi olacaktır. Gerekli önlemler alınırsa telafi edilebilir bir etkidir. Bölgeye yönelik uygun önlemlerin tespiti için ileri araştırma ve yatırım ihtiyacı mevcuttur.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile “…Ancak, NCG’ler herhangi bir önlem alınmadan direkt olarak atmosfere salındığı için, sera gazı emisyonu kategorisinde yer almaları nedeniyle iklim değişikliğini arttırıcı bir etkisi olacaktır. Gerekli önlemler alınırsa telafi edilebilir bir etkidir. Bölgeye yönelik uygun önlemlerin tespiti için ileri araştırma ve yatırım ihtiyacı mevcuttur.” ifadesi açıkça JES den doğaya salınan gazlar nedeniyle iklim değişimine neden olacağını ortaya koymaktadır.

JES nin bulundukları yakın çevreye verdiği doğrudan zararlar yanında dünyada iklim değişikliğine neden olabilecek ciddi bir tehlike barındırmaktadır.

Raporda geçen “…Gerekli önlemler alınırsa telafi edilebilir bir etkidir. Bölgeye yönelik uygun önlemlerin tespiti için ileri araştırma ve yatırım ihtiyacı mevcuttur.” ifadesi sadece söylemi yumuşatmak ve tehlike söylemini esnetmek için söylenmiştir.

  1. Hukukunun temel ilkeleri arasında “ihtiyat ilkesi” yer alır. “İhtiyat ilkesi”, zarar tehdidi ve bilimsel belirsizlik sonucu çevreye zarar ihtimalinin doğması halinde önleyici tedbirlerin alınması şeklinde ifade edilmektedir. İhtiyat ilkesi, hukukun istediği kesin verilerin bilim tarafından ortaya koyulamadığı hallerde dahi çevrenin korunmasını amaçlamaktadır. Yani,ihtiyat ilkesi uyarınca çevre korumaya ilişkin önleyici tedbirler sadece bilimin gerekli bulguları sağladığı durumlarda değil, sağlamadığı durumlarda da alınacaktır. Bu anlamda ihtiyat ilkesi uyarınca, JES nin iklim değişikliğine neden olma ihtimali sözkonusu iken, bu risk tamamen ortadan kaldırılmadan JES nin çalışmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Raporda bunun irdelenmemesi başlı başına bir hatadır.

6)Raporda toprak kalitesi yönünden yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 251.sayfasında “…Toprak bileşenine ilişkin gerçekleştirilen matris değerlendirmesine göre proje bölgesinin toprak kalitesine JES tesislerinin etkisinin “orta”, diğer aktivitelerin ise “yüksek” seviyede olduğu görülmüştür. Topraklarda ağır metal kirliliğine rastlanmaması için:

* Katı atıkların ilgili yönetmeliklere uygun şekilde bertaraf edilmesi,

* Hava kalitesi ile ilgili düzenlenmiş yasalara uygun olarak,

* Ağır metal içeren emisyonların kontrolü hususunda azami itina gösterilmesi,

* Her türden atık suyun gerekli prosedürler izlenmeden toprağa deşarj edilmemesi,

* Kontamine olmuş suların tarımda sulama suyu olarak kullanılmaması

* Gübre ve tarım ilaçlarının bilinçsizce ve kontrolsüzce uygulanmaması gibi önlemler alınmalıdır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile proje bölgesinin toprak kalitesine JES tesislerinin etkisinin “orta”, diğer aktivitelerin ise “yüksek” seviyede olduğu görülmüştür ifadesi doğru değildir.

JES nin bulunduğu bölgede çok büyük endüstri kuruluşu bulunmuyorsa (Denizli dışındaki tesislerin neredeyse tamamı bu nitelikte) toprak kalitesini bozan JES dir.

Tablo ile toprak kalitesinin JES nin Sızıntı, deşarj, sondaj çamurunun kontrolsüz dökümü, JES tesislerinin sondaj, test, inşaat ve uygulama aşamalarında…” görülebildiği ifade edilmiştir. Germencik bölgesinde on yıldan beri yapılan bilimsel çalışmalar sadece JES nin faaliyetleri sonucunda doğaya salınan atıkların toprağı, havayı ve suyu kirlettiği somut olarak ortaya çıkmıştır.

7)Raporda su kalitesi ile ilgili olarak yapılan açıklamalar yönünden değerlendirme

Raporun 254.sayfasında “Jeotermal akışkan sızıntıları, sondaj çamuru ve kontrolsüz akışkan deşarjı yerüstü su kaynaklarında etki oluşturabilecek en önemli faktörlerdir. Yüzey sularında izleme ile belirlenebilecek gerek fiziksel gerek kimyasal değişikliklere sebep olabilecek bu faaliyetler yanlış uygulamalar sonucunda ortaya çıkmaktadır. Azaltım önlemleri ve iyi uygulamalar ile birlikte eğitim faaliyetleri, denetimlerin sıklaştırılması ve gelişen teknolojiler ile birlikte bu etkiler minimuma indirgenebilir.

Gediz ve Büyük Menderes Nehir Havzaları, Ege Bölgesi’nde önemli yerleşim alanları, tarım ve sanayi bölgeleri ile birlikte kültür ve turizm açısından önemli birçok faktörün aynı etkileşim altında bulunduğu yerlerdendir. Bu nedenle, nüfus yoğunluğu, hassas alanlar ve tarımsal faaliyetler ile birlikte su kaynaklarının planlanması, yönetimi ve kullanımı konusunda doğal yaşam ve ekosistemleri de göz önünde bulundurarak sağlayacak bütüncül havza yönetimi çalışmaları son zamanlarda oldukça önem kazanmıştır. Kümülatif etki kapsamında tarımsal, kentsel ve endüstriyel deşarjlar içerdikleri kirleticiler açısından oldukça büyük etkiler oluşturmaktadır. Nüfus, faaliyetlerin çeşitliliği, yayılımı ve sayısı göz önünde bulundurulduğunda etkilerin büyük boyutlara ulaşabileceği belirlenmiştir.

Alınacak önlemler ve denetimler ile mevcut koşulların iyileştirilebilmesi ve ekosistem üzerinde oluşmuş mevcut etkilerin telafi edilebilmesi mümkündür…” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile açıkça “jeotermal akışkan sızıntıları, sondaj çamuru ve kontrolsüz akışkan deşarjı yerüstü su kaynaklarında etki oluşturabilecek en önemli faktörlerdir. Yüzey sularında izleme ile belirlenebilecek gerek fiziksel gerek kimyasal değişikliklere sebep olabilecek bu faaliyetler yanlış uygulamalar sonucunda ortaya çıkmaktadır…” şeklinde açıklama yapılarak JES nin yerüstü su kaynaklarına verdiği zararlar kabul edilmiştir.

JES den ağır metallerle yüklü kaynar sular, dere yataklarına, akarsulara, göletlere Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ve DSİ nin gözü önünde salınmaktadır. Hiçbir kurum (birkaç Belediye hariç) bu katliama ses çıkarmamaktadır.

Bu anlamda raporda “…Azaltım önlemleri ve iyi uygulamalar ile birlikte eğitim faaliyetleri, denetimlerin sıklaştırılması ve gelişen teknolojiler ile birlikte bu etkiler minimuma indirgenebilir...” açıklamasının hiçbir anlamı bulunmamaktadır.

Raporla “…Kümülatif etki kapsamında tarımsal, kentsel ve endüstriyel deşarjlar içerdikleri kirleticiler açısından oldukça büyük etkiler oluşturmaktadır. Nüfus, faaliyetlerin çeşitliliği, yayılımı ve sayısı göz önünde bulundurulduğunda etkilerin büyük boyutlara ulaşabileceği belirlenmiştir…” şeklindeki değerlendirme doğru ve yerinde bir değerlendirmedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Menderes Nehri ve Alaşehir Çayının neredeyse içine santral yapılmak üzere ÇED kararı verebilmektedir. Bilakis şirketler proje alanlarını nehir ve dere yataklarının kenarlarına özellikle konuşlandırarak, buralara atık sularını bırakmaktadır. Çünkü Ege Bölgesindeki JES uygulamasında, hem sondaj hem de faaliyet aşamasında JES den doğaya atık salınması normal kabul edilmektedir. Bazı JES nin doğrudan DSİ kanalına bağlantı yaptığı tespit edilmiştir.

Aydında faaliyette olan 29 santral ve yüzlerce kuyu içinde aynı durum geçerlidir. JES’nin sadece sondaj aşamasında yarattığı kirlilik bile olağanüstü boyutlardadır. Aydın Valiliği ve Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü yetkilileri bu durumu bilmekte ve ses çıkarmamaktadır.

*Devam edecek.