Jeotermal enerji santrallerinin çevreye verdiği olumsuz etkiler yanında, deprem ve çökme riski sürekli tartışılan konulardan biridir.

Küresel bilim yayını olan Science dergisinde yayımlanan bir çalışmada, Güney Kaliforniya’daki Salton Denizi Jeotermal Enerji Santrali’nin bulunduğu bölgede jeotermal kaynaklardan enerji elde etme süreçleri ile sismik faaliyetler arasında kuvvetli bir ilişki olduğu belirtilmişti. Araştırmacılar bu bölgedeki depremlerin sıklığının, enerji üretimi sırasında yeraltından çekilen ve yeraltına verilen suyun hacmine bağlı olarak değiştiğini kaydetmişlerdi. 30 yıllık çalışma döneminde Jeotermal alanı bölgesindeki en büyük deprem 5.1 büyüklüğündeki bir deprem olmuş, ancak yakınlardaki San Andreas fayı, en azından büyüklüğü 8 olan son derece yıkıcı depremleri açığa çıkarma yeteneğine sahip olduğu vurguları yapılmıştı. Sarsıntılar ilk olarak Colorado’da Rock Flats alanında 3 bin metre derinliğe atık suyun enjeksiyonundan sonra bölgeye yakın şehirlerde pek çok sayıda depremin hissedilmesi ile saptandı[1].

Prof.Dr.Haluk Eyidoğan tarafın  gerçekleştirilen “Aydın-Denizli Jeotermal Kuşağında Jeotermal Enerji Üretimi ve Tetiklenmiş Depremsellik İlişkisi” bilimsel inceleme son derece önemlidir.

Bu bilimsel inceleme ile JES nin bölgede faaliyete geçmesinden sonra depremlerde artışlar bilimsel olarak ortaya konmuştur.

Bugüne kadar bilim adamları JES nin deprem ve çökme riski yarattığı bu konuda önlem alınması gerektiğini ifade etmesine rağmen, Çevre ve Şehircilik Bakanlığından ve devletin ilgili birimlerinden herhangi bir açıklama yapılmadı.

Fakat ilk kez JES’nin yaratabileceği deprem ve çökme riski resmi bir belgede açıklandı.

Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD)”nın finansal desteği ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı (ÇŞB) arasında imzalanan teknik iş birliği anlaşması kapsamında Jeotermal kaynaklarla ilgili olarak hazırlanan “Taslak Kümülatif Etki Değerlendirme Raporu” yayınlandı [2].

Bu araştırma ile Türkiye'de mevcut ve planlanan jeotermal kaynakların bölgesel bazda kümülatif etkilerinin değerlendirilmesi ve ileriye yönelik oluşabilecek pozitif ve negatif potansiyel etkilerin belirlenebilmesi amaçlanıyor.

Rapora göre JES’nin yarattığı deprem riski nasıl açıklanmış?

Raporun 298.sayfasında “Jeotermal kaynakların değerlendirilmesine yönelik jeotermal akışkanın üretimi, re-enjeksiyonu, bu işlemlerin sıcaklık ve debi değerlerine bağlı olarak düşük şiddetli sismik aktivite gözlenebilir. Literatür çerçevesinde uyarılmış sismisite değerlerinin insanlar tarafından hissedilemeyecek derecede düşük olduğu görülmüştür. Ancak her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki olarak değerlendirilmektedir. Rezervuarın fiziksel ve kimyasal parametreleri ve oluşturan formasyonların kayaç dayanımına bağlı olarak üretim ve re-enjeksiyon değerlerinin doğru belirlenmesi gerekir. Aksi durumlarda, gerek jeotermal akışkanın çekimi sırasında zamanla azalan rezervuar içi basınç koşulları ile gerekse re-enjeksiyon sırasında fay aracılığıyla rezervuara geri basılan akışkanların sistemde oluşturduğu farklı sıcaklık-basınç değişimleri ile kayaçlarda mikro-sismik aktiviteler gerçekleşebilmektedir. Hem arama hem de üretim sahalarında, sürekli ve uzun süreli mikro-sismisite verilerinin kaydedilmesi, herhangi bir anomali ile karşılaşıldığında ise önlem alınması gerekmektedir.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Rapor ile jeotermal kaynakların değerlendirilmesine yönelik jeotermal akışkanın üretimi, re-enjeksiyonu, bu işlemlerin sıcaklık ve debi değerlerine bağlı olarak düşük şiddetli sismik aktivite gözlenebildiği, her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki olarak değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir.

JES nin depremsellik etkisi daha önce çok az gündeme gelmiş bir konudur. Bu konunun ayrıntılarıyla irdelenmesi gerekmektedir. Sözkonusu enerji şirketlerinin santral alanı çevresinde sismik aktiviteyi izlediğini ve bu konuda bilgi sahibi olduğu kabul edilmektedir. Fakat  devletin bu ölçümleri bizzat ilgili birimlere yaptırarak sismik hareketliliğin değerlendirilmesi gerekir.Bugüne kadar incelenmemiş olması bile büyük bir hatadır.

Her JES’nin faaliyet alanı çevresinde sismik aktivite izlenmekte ve bu konuda teknik ölçümler yapılmaktadır.

Bu ölçüm sonuçları nedir?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Valilikler ve ilgili birimler bu ölçüm sonuçlarını takip ediyor mu?

Rapora göre JES’nin yarattığı çökme riski nasıl açıklanmış?

Raporun 300.sayfasında “Çökme başlığı altında, jeotermal kaynaklar ve diğer endüstriyel aktivitelerin neden olabileceği kalıcı yüzey deformasyonu değerlendirilmiştir. Çökme, yeraltında, özellikle gözenek basıncında ortaya çıkan değişimler sonucu gözlenebilir. Yüzeyde kalıcı bir deformasyon oluşturması nedeni ile etki türü negatiftir. Kontrolsüz üretim sahalarında karşılaşılması olası bir durumdur. Yeraltının fiziksel özelliklerinin zamana yayılmış biçimde ve uzun vadede değişimi ile gerçekleşir. Üretim bölgesi ile sınırlı alanda gerçekleşebilecek deformasyon kalıcı hasara yol açar. Yüzeyde bulunan, konut, yol vb. yapılar bu çökmeden olumsuz biçimde etkilenir. Çökmenin engellenmesi için, uydu fotoğrafları ile üretim alanlarında uzun süreli gözlemler yapılmalı ve veriler karşılaştırılarak deformasyon olasılığı kontrol edilmelidir.

Çökme özellikle tarımsal alanlarda yaygın olarak görülebilmektedir. Örneğin, benzer çekimlere bağlı olarak İç Anadolu Bölgesi’nde, özellikle Konya ve dolaylarında, aşırı yeraltı suyu çekimine bağlı olarak çökmeler ve obruk oluşumları gözlenmektedir. Yeraltı suyu kütlelerinin yüzeye görece daha yakın olmaları nedeni ile yapılan yanlış uygulamalar bahsi geçen negatif etkiye yol açmaktadır. Etki her ne kadar sınırlı bir kapsama sahip olsa da düzeltilemez kalıcı deformasyona neden olmaktadır.” şeklinde açıklama yapılmıştır.

Sonuç olarak Rapor ile JES’nin yeraltındaki jeotermal akışkanın üretimi, re-enjeksiyonu, bu işlemlerin sıcaklık ve debi değerlerine bağlı olarak düşük şiddetli sismik aktivite gözlenebildiği, her ne kadar düşük şiddetli bir aktivite olsa da, mevcut tektonik yapıya etkisi çerçevesinde negatif bir etki yarattığı ifade edilmiştir.

Aydın,Denizli ve Manisa başta olmak üzere, Menderes ve Gediz havzasındaki birçok il, mevcut tektonik yapı nedeniyle ciddi bir deprem riski ile karşı karşıyadır. Halk bu tehlike ile yaşarken, kontrolsüz bir şekilde yoğun jeotermal enerji santrali faaliyeti mevcut olan deprem riskini arttırmaktadır.

Boğaziçi Kandilli Üniversitesi verilerine göre, Aydın’da JES’lerin kurulduğu ilk tarih olan 1984 yılından önceki 35 yıl ile 1984 yılı sonrası 35 yıl içinde meydana gelen deprem sayılarını karşılaştırıldığında, 1984 yılı sonrası dönemde meydana gelen depremler 1984 öncesine göre yüzde 34 daha fazla olmuştur. Bu süreçte Aydın’da depremler en fazla, JES’lerin sayısal olarak en fazla olduğu-JES’lerin kurulu gücünün en fazla olduğu-JES’lerin en fazla kuyu açtığı-JES’lerin en derin ve uzun kuyu açtığı Germencik ilçesi ve etrafında meydana gelmiştir [3].

Germencik’te 16 adet, Manisa Alaşehir’de 11 adet JES bulunmaktadır. Bu kadar dar bir alanda böylesi yoğun JES varlığı, bölgedeki sismik hareketliliği artacağını söylemek bir kehanet değildir. Raporda da bu risk açıkça ifade edilmiştir.

Akla hemen şu sorular geliyor:

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Valilikler ve ilgili birimler bu konuda ne gibi çalışmalar yapıyor ve ne önlemler alıyor?

JES de yapılan sismik ölçüm sonuçları nedir?

 

[1] www.yeniyasamgazetesi.com

[3] Esra Kalkan, Analysıs Of Mıcroearthqaukes With Corrrelation Method At Salavatlı Geothermal Area, Aydın,