Sibel Horada, Amsterdam'da dolaşırken İzmir'de 1922'de gerçekleşen büyük yangını anlatan kartpostallar bulur. Bu kartpostallar bir yıl sonra açacağı 'Yangın Mahalli' sergisinin ilham kaynağı oluyor. Horada ile ilk kişisel sergisini konuştuk

Sibel Horada, bir sene evvel Amsterdam’da bir sahaflar çarşısında 13 adet İzmir kartpostalına rastlıyor. Kurtuluş Savaşı’nın hemen sonrasında 13-14 Eylül 1922’de şehrin neredeyse tamamını yok eden Büyük İzmir Yangını’nı belgeleyen bu kartpostalları arkadaşlarına gösteriyor ve zarfa kaldırıp bir daha çıkarmıyor.

Ta ki bu sergiye kadar. Kendisi İzmirli değil, zaten sergi de İzmir’deki yangını odağına almıyor. Ama bu yangının Sibel Horada’nın sergisi için önemli bir rolü var, pek çok insanın böylesine büyük bir yıkımdan bihaber oluşu.

Horada, kentsel dönüşümün dengeleri altüst ettiği günümüzde, geçmişte yaşanan yangınların ve yıkımların belleğini zarflardan, kapalı kutulardan çıkarmamız için bir çağrı yapıyor. 2002’den beri doğal süreçte dökülen saçlarını kullanarak yarattığı, daha önce sergilenen ama devamlı gelişmeye devam eden ‘Sürerli Anıt’ adlı çalışmasından tanıdığımız Sibel Horada ile ilk kişisel sergisi ‘Yangın Mahalli’ hakkında konuştuk.

İzmirli değilsiniz, ama serginin odak noktalarından biri 1922 büyük İzmir yangını... İlham kaynağın neydi?

Sergi fikri, yandığı esnada çekilmiş görüntüleri elime ulaşan ahşap bir evin, halen yerinde duran enkazına aylar sonra tekrar rastlamam üzerine gelişti. Kentsel dönüşüm alanının kıyısındaki bu ev bana İstanbul yangınlarına dair belleği geri çağırmanın, bugün yaşadıklarımız karşısında nasıl bir tavır alacağımıza dair bir ipucu verebileceğini hissettirdi. Eski İstanbullular’ın en çok korktukları şey yangın... Önüne geçilemez bir güç ve sürekli bir tehdit olarak yangın kentsel dönüşüm için bir metafor olabilir. İzmirli değilim ve aslen İstanbul ile ilgili düşünüyordum fakat ‘Yangın Günlükleri’ne İzmir’den başlamak zorunda kaldım. Resmi tarihin zafer coşkusunu katıksız kılmak adına dışladığı bu olay, hatırlamak ve unutmanın doğasına ve kolektif hafızanın işleyişine dair önemli şeyler söylüyor.

Belki de İzmirli olsaydım bu tartışmalı konudan bahsetmemenin bir yolunu bulurdum. Sergide tek bir kartpostalı ortaya çıkardım ve düşüncelerimi şeritsiz bir daktiloyla, sessizce kaydetmeye başladım. Ön odadaki yerleştirme için ahşap kasaları tek tek yakarken, İzmir’i düşündüm; kasaların yanarken çıkardıkları ses, koca bir şehri yanarken hayal etmemi sağladı. Sergi ise o denli sakin...

Mevzubahis kasaların oluşturduğu yerleştirmenin adı ‘Üç göç bir yangına bedeldir.’ Gerçekten öyle mi? Yoksa göç kavramında halen bir ümit mevcut mu?

Göç kavramında bir ümit mevcut elbette. Tıpkı yangından sonra şehirlerin yenilenmesi gibi, sıfırdan bir şey inşa etmenin, küllerinden doğmanın enerjisi de çok kuvvetli olabilir. Ancak önce yasın yaşanması gerekiyor... Örneğin zorunlu göçlere baktığımızda, yıkımın yaratıcı bir gücü doğurma ihtimalinin ancak belli bir yaşın altındakiler için geçerli olduğunu görüyoruz. Göç, yaşlıların ve hastaların yaşam haklarının ellerinden alınması anlamına dahi gelebiliyor. Peki ya geride kalanlar, unutanlar, hayaletlerle yaşamaya mahkûm kalanlar için ne oluyor?

İzmir yangını yalnızca İzmir’de yaşanmadı... İzmir yangını tüm Anadolu, Trakya ve Balkanlar’da, Avrupa’da ve Ortadoğu’da yaşandı; bir asır boyunca zamansal ve mekânsal sıçrayışlarla devam etti... Bu trajik olayların acısını yaşamadan herhangi bir şey yapmak mümkün mü?

Şu ana kadar bu sergi vesilesiyle tanıştığınız kişi ya da duyduğunuz en ilginç hikâye neydi?

İzmir’de tesadüf eseri karşılaştığım, elinde 1922 yangınından kurtarılmış bir ikona bulunan bir kadın. Bu ikona aile içinde elden ele geçerek ona kalmış; salonunun bir köşesinde kapkara durduğunu, genelde onu pek düşünmediğini söyledi. İkonayı restore ettirmeyi aklından geçirmiş fakat bunu bir türlü yapmamıştı.

Bu acı olayın mirasını devralan, hatırlama sorumluluğunun yükünü taşımak zorunda kalmış tek insandı tanıştıklarım arasında.

Hatırlama sorumluluğu demişken, yakın tarih ülkemizde nedense çok üzerinde konuşul(a)mayan bir konu. Bir nevi toplum-kaynaklı tabulaştırma söz konusu...

Hatırlamanın yükünü taşımaktansa unutmak üzerine kurulu bir yakın tarih söylemimiz var. Bir yandan hafızası silinmiş bir toplumuz, tarihimizde mutlak doğrular var. Bunları tartışmaya açmak çok külfetli geliyor. Geleceğin belirsizliğini kabullenmek cesaret ister; geçmişin belirsizliğini kabullenmek bundan bile zor.

‘Yangın Mahalli’ 30 Haziran’a kadar Daire Sanat’ta görülebilir.

Röportaj: Neylan Bağcıoğlu Fotoğraf: Muhsin Akgün / Radikal