Başlıkta sözünü ettiğim gerçeğin en önemli sebeplerinden birini nüfus yoğunluğu oluşturuyor. İstanbul’un nüfusu, büyüme ve göçlerle 20 milyona yaklaştı. Bu tabloyla Avrupa’nın en kalabalık metropolü haline geldi. 47 milyonluk İspanya’nın neredeyse yarısı kadar insan İstanbul sınırlarına sıkıştı. Türkiye’deki ekonomi, finans, kültür, sanat, üretim, lojistik, dış ticaret faaliyetlerinin büyük bölümünün çok yüksek deprem riskine sahip İstanbul ve çevresinde hapsolması büyük bir stratejik tehdit oluşturuyor.

Çarpık yapılaşma, sağlıksız kentleşme şehri boğuyor, hava kalitesi düşüyor. İstanbul’un yüksek yapılarının ve beton bloklarının oluşturduğu ısı adaları, Marmara bölgesindeki iklim krizinin önemli sebepleri arasında. Son yıllarda İstanbul’un birçok semtinde “yeşil alan” olarak gördüğümüz yerlerde sitelerin dikildiğini gördük. Gecekondulaşmanın yoğun olduğu semtlerdeki durumu hepimiz biliyoruz. Fakat kâğıt üzerinde bu hataları tekrarlamamak üzere planlanan yerler bile betona boğuldu.

Rant odaklı yapılaşma süratle devam ederken, depreme yönelik kentsel dönüşüm çok yavaş ilerliyor. İstanbul birçok başlıkta hukukun çalışmadığı, keyfi uygulama ve davranışların görmezden gelindiği ve etkili müdahale edilmediği bir yer görünümünde. Uzun soluklu yaşam planı yapmayı bir tarafa bırakın, günlük hayatı sürdürmek çok zor hale gelmiş durumda.

Birkaç örnek:

Kavram kulağa ürkütücü geliyor fakat şehir, merhum Prof. Dr. Ahmet Vefik Alp’in “Nekropolis” benzetmesi gibi bir yere doğru gidiyor. Türkiye’nin dünyada en bilinen ve en fazla merak edilen İstanbul’un yaşanmaz hale gelmesi ve uluslararası yaşam kalitesi listelerinde çok alt sıralarda yer bulabilmesine üzülüyorum. Topu birbirimize atmadan İstanbul’u felakete sürüklenmekten kurtaralım.