Kadroda deneyimli oyuncuların yanı sıra ilk kez bir tiyatro oyununda rol alan Azra Akın ve Yavuz Bingöl de var. Yönetmenliğini Kemal Başar'ın yaptığı '72. Koğuş' vesilesiyle başrol oyuncuları Kerem Alışık ve Azra Akın ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

Geçtiğimiz hafta perde açan '72. Koğuş' oyunu, farklı nedenlerden dolayı cezaevinde yatan suçluların insanca yaşamaya olan özlemini anlatıyor. Orhan Kemal'inyazdığı '72. Koğuş', aradan geçen onca yıla rağmen günümüz Türkiye'sinin toplumsal sorunlarına da parmak basan bir hikaye. Kerem Alışık yeni oyunları için "günümüzle örtüşen noktaları var" derken Azra Akın ise "bu hikaye umudun kaybolmaması gerektiğini vurguluyor" diyor.

Canlandırdığınız karakterleri anlatır mısınız?
Azra Akın: Hayattan dışlanmış, ezilmiş ve zina suçundan hapis yatan birini oynuyorum. Bu insanların umutları, hayalleri var ve hiçbir zaman bunu gerçekleştirecek yolu bulamamışlar. Ya da bilmiyorlar.
Kerem Alışık: Tamamen kendi menfaatini düşünen ve bu konuda elinden geleni ardına koymayan 'Berbat' adlı karakteri oynuyorum. Paranın güç sağladığını düşünen, hayatı ıskalamış biri.

Yıllar önce yazılmış bu öyküyü sahneye koyarak günümüz insanına ne anlatmak istediniz?
K.A.: Yıllar önce yazılmış ama şu anki dünyanın gerçeği de '72. Koğuş' öyküsünün içinde yatıyor. Birileri paylaşmaktan, kardeşçe yaşamaktan yana, diğerleri ise sadece kendini düşünüp güç bende olsun ve herkes istediğimi yapsın zihniyetiyle düşünmekten yana. Şu an dünyanın konjonktürü de böyle dönüyor. 1941'de yazıldı ama günümüzle örtüşen noktaları ve söyleyecek sözü var.
A.A.: Bu hikaye umudun ve insanlığın kaybolmaması gerektiğini de vurguluyor.

PARASI OLMAYANA İNSAN MUAMELESİ YAPILMIYOR

Anlatılan hikayedeki gibi üç kuruş için şerefsizleşme hâlâ devam ediyor... Bu anlamda insanın parayla ilişkisi üzerine ne söylersiniz?
A.A.: İnsana değer verilmediğinde de öyle durumlara düşülüyor. Sorun sadece para değil.
K.A.: Bu öyküde de parası olmayana insan muamelesi yapılmadığı vurgulanıyor. Üç-beş kuruş için birbirlerini yiyorlar ama yokluktan! Kimse bu insanlara al sana çorba, al sana ekmek dememiş.
A.A.: Saygıyı parayla edinmeye çalışıyorlar.
K.A.: İnsana insanca davranmak için parası ve gücü olması şartı aranmamalı. Her insan eşit olacak, insanlığımızı kaybetmeyeceğiz. İnsanın parası pulu olmasa da aynı muameleyi görmeli. Bu oyunla bozuk bir düzeni de sorguluyoruz.
A.A.: İnsanların psikolojik sorunları da olabilir. Kimse boşu boşuna hapse düşmüyor. Düzenden de bahsediyorsak bunlar da çok önemli. Acaba suçları ispatlandı mı gerçekten? Hapse düşmüş insanların dertlerini dinleyen yok.

'72. Koğuş' öyküsünde paranın gücüne tapma, umudu yitirme duygusunun yanı sıra aşk unsuru da var, bu güçlü duygunun sizdeki karşılığı nedir?
K.A.: Aşk çok büyük bir hiçbir şeydir.
n Büyük bir hiçbir şey?
K.A.: Evet, çok büyük bir hiçbir şey. Aşk var ama bir gün sonra yok olabilir. Bazen gelir, bazen gider, siz de öyle arkasından bakarsınız. Aşk heyecanlandıran bir şey ama var mı, yok mu, tutabilir miyiz ya da ne zaman gelir bilemiyoruz. Aşk tabii ki insanın ayağını yerden kesen, aynı bağbozumundan geçiren, aynı depremde titreten şey.

AŞK KARŞINIZA PLANSIZ ÇIKAR

Siz ne söylemek istersiniz aşk duygusu için?
A.A.: Ben mi? Hepsi söylendi aslında.
K.A.: Bana katılıyor. (Kahkahalar)
A.A.: Dediğin gibi aşk gelir de gider de. Sadece insana değil hayatsal anlamda hissedebileceğim bir heyecandır, güzel duygudur. Geldiği zaman da gelir...
K.A.: Aşk dediğiniz duygu plansız programsız bir şekilde karşınıza çıkar. Ya ebediyen yolunuzu keser ya da yolunuzdan geçip gider. Bir anda bir şey olur ve 'pıt' diye karşınıza çıkar.

"Oyunculuğun er meydanı tiyatro sahnesidir" denir, sizler bu anlamda ne düşünüyorsunuz?
K.A.: Tiyatro çok zordur, televizyonda ve sinemada yönetmenin oyuncuyu oynatma şansı çok yüksektir. Hiç oyunculuk yapmamış insanların oynadığı sinema filmleri var. Ama tiyatroda kendi sesinle, kendi çabanla, hatanla ve sevabınla seyirciyle burun burunasın. Disiplini ve zahmeti çok büyük olduğu için zaten er meydanı denir. Yüreğini koyman gerekir.

Azra'nın oyunculuğunu nasıl buluyorsunuz?
K.A.: Müthiş bir disiplin ve çalışma azmi içinde. Prova saatinden önce ve ayrıca prova dışında sürekli geliyor. Her zaman daha iyiyi zorlamak istemesi çok önemli. Tiyatro konusunda herkesi şaşırtacağını iddiayla söylüyorum.
A.A.: Ben de ağabeylerime, kardeşlerime bakarak, onları izleyerek besleniyorum.

Peki, Azra Hanım, bu süreçte oyunculuk hakkında düşüncelerinizde değişim oldu mu?
A.A.: İlkokuldan liseye kadar tiyatro oyunlarında oynadım. Sonra dizi ve sinema filmi oldu. Ama tabii ki tekniği ve kondisyonu diğerlerinden çok farklı. Dizi oyunculuğunda da karakteri çıkarırken büyük emek verirsiniz ama burada seyirciyle baş başa kalıyorsunuz. Bu da büyük bir heyecan katıyor. Bana "her oyun aynı olmaz" diyorlar bunun nasıl mümkün olabileceğini bir türlü aklım almıyor ve "nasıl" diye soruyorum. Şimdi bunları yaşayacağım.

Stanislawski, karakteri yaratırken "Eğer Hamlet olsaydım ne yapardım" sorusunun öneminden söz eder, bu görüşü destekliyor musunuz?
K.A.: Biz zaten bu yöntemi uyguluyoruz. Bu sistemle oyunculuk daha doğal oluyor. Hakikaten o karaktermişiz gibi düşünüp onun gibi gülmeyi, yürümeyi, sinirlenmeyi başararak karakterleri oluşturmaya çalışıyoruz.

Işıl Kasapoğlu "rejisör oyuncuya eşlik edendir, oyuncu olmazsa tiyatro da olmaz" demiş, size göre tiyatro oyuncuya mı yoksa rejisöre mi aittir?
K.A.: Sinema yönetmenindir ama tiyatroda oyuncu birebir sahnenin parçası halindedir. Tabii ki rejisörün yönlendirmesi, doğru bilgilendirmesiyle bunlar gerçekleşir. Tiyatroda oyuncunun inisiyatifinin ve yorumunun etkisi vardır ve bu konuda Işıl Kasapoğlu'na katılabilirim.

ÖZEL HAYATA MERAKIM YOK

Azra Hanım, hayran olduğunuz sanatçıların yaşamlarını merak eder misiniz?
Tabii ki sanatçılarla yapılmış röportajları okumak isterim. Daha çok sanatla ve kültürle ilgili kısmını merak ederim. Ama özel hayata karşı merakım yok.

Tescilli güzellerimizdensiniz ve '72. Koğuş'ta 'Güzel Fatma' karakterini oynuyorsunuz, 'Güzellik başa bela' sözüne istinaden güzelliğinizin başınıza hiç bela açtığı oldu mu?
Bu cümle bir sürü şeyi kapsıyor. Kötü insan olmak da başa bela olabilir. Sadece güzelliğe bağlamamak lazım. Önemli olan insanın iç güzelliğidir. Hele de iyi niyetliyseniz başınıza bela gelmez zaten. Pozitif biriyseniz ve hayatınıza sevgiyle bakarsanız kötülükleri çekmezsiniz.

BELKİ DE HİÇ EVLENMEM

Dayınız Attila İlhan, yazdığınız şiirler için "hayatta her şeye her an yeniden başlanabilir duygusu veriyor" demiş, siz de böyle düşünür müsünüz?
K.A.: En bitti dediğiniz an, her şeye yeniden başladığınız zaman olabilir. Her günün sabahında sanki o gün bizim için yeni bir hayat başlıyor gibi uyanabiliriz.

Öyleyse, yeniden evlenir misiniz?
K.A.: Bunu planlayamayız ki. Bir kere evlendim, bir daha, bir daha evlenebilirim belki de 10 kere evlenirim. Belki de hiç evlenmem. Rüzgar nasıl esecek, bilemeyiz...

Sizin evlilik düşünceniz nedir?
A.A.: Böyle bir hayalim var tabii. İnsanın hayalleri olması çok güzel. Rüyalar, hayaller... İnşallah diyoruz. Hayalsiz insan olmaz zaten.

"Beni tanımayan kadınlara yazdığım şiirler var" demişsiniz nasıl kadınlar bunlar?
K.A.: Üçüncü sayfa haberinden etkilenip bir idam mahkumuna şiir yazmışlığım da var. Çöp toplayan bir adam gördüğümde de etkilenip yazıyorum ama o adam ondan etkilenip şiir yazdığımı bilmiyor. Bunun gibi...

Bu dünyada sizi en çok yalnız bırakan dayınız Attila İlhan'ın ölümü oldu değil mi?
K.A.: Hayatımda sadece kendimle paylaştığım şeyleri anlattığım tek insan dayımdı. Sırdaş, arkadaş ve dosttu. Dayım kaybolunca sırdaşım da gitti ve büyük bir boşluk oldu. Şimdi İkinci bir paylaşacak insanım yok. Annem var ama o da üzülebilir ve başka türlü düşünebilir diye bunları rahatlıkla konuşamıyorum. O yüzden dayım çok çok önemliydi benim için./akşam