Hayatın her alanında karşımıza çıkan, bir şekilde muhatap olduğumuz bir vaka
İnsan bazen bir işçi olarak çıkar karşımıza
Bazen bir personel olarak
Bazen arkadaş, kardeş, evlat, ata
Bazen iktidar sahibi bir bürokrat veya bir lider.

Bazen sınırımızda bir millet, öylesine karşı kaldırımda yürüyen birisi ya da hiç görmediğimiz, bilmediğimiz ama orda nefes aldığını bildiğimiz birisi...
Sonuç olarak her birisinin bir diğerine karşı görevidir onu yaşatmak. İnsanın yaşama amacı mutlu olmaktır. Çalışarak, üreterek, okuyarak, gezerek kısacası her faaliyeti ile mutlu olmaya doğru bir yolculuk yapar insan.
Derler ki; Allah-u Teâlâ insanın yarattığı zaman melekler ona sordular. İnsan fitne çıkaran, kan döken, yalan söyleyen, açgözlü bir yaratık olacak. Kısacası kötülük yapacak. Rivayet odur ki, Allah-u Teâlâ ben insanı varlıkların en güzeli olarak yarattım buyurdu. Ve ona secde edin dedi.
Ünsiyet bir yaradılış kavramıdır. Hatta bazı düşünürler, bu dünyada var olanı beşer şaşar diye nitelendirmişler.
Bence ihtiyaç olan şey maddiyat uğruna bu kadar yatırım yapan insanoğlunun belki de yüzyıllardır ruhuna yatırım yapmamasıdır. Yine bence yüzyılın ihtiyacı İnsanın aslına dönme yolculuğu olacaktır.
Toplumda birbirine karşı olan görevler manevi tatmine yönelik olmayınca, maddi olarak tatmin olmuş fakat manevi olarak aç kalabalıklar ortaya çıkarıyor.
Daha çok nasıl satacaklarını
Daha çok nasıl oy alacaklarını
Daha çok nasıl üreteceklerini
Nasıl daha fazla itaat edeceklerini
Daha fazla nasıl ikna edeceklerini öğreniyorlar. Bunlarla ilgili milyarlarca yatırım yapılıyor.
Kentler büyüyor, lüks çoğalıyor, bilgi katlanarak artıyor, iletişim korkunç bir hızla yayılıyor.
Bütün bunlarla birlikte, aç gözlülük, yetersizlik, haset, fitne, şiddet, tecavüz artıyor. Sadece insana karşı değil hayvanlara karşı bile. Gelişen imkânlar daralan ve sığ hale gelen duygular ve fikirler yaratıyor. Sanki görünmez bir l tarafından insanlar bencilliğe ve yalnızlığa itiliyor.
Her toplum kendi değerleri ve kültürü doğrultusunda. İnsana insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamayı öğretir. Her toplumun onur tanımı farklıdır. Başından beri mutluluğa doğru yolculuk yapan insanoğlu mutluluğun şartları ve gereksinimleri konusunda eğitildiği için bir türlü mutluluğu yakalayamıyor. Çünkü mutluluğun gereksinimleri artık kariyer, markalar, oturulan mekânlar, paylaşılan anılar, her şey den arınmış görünen hayatlardan oluşuyor.
Yıllar önce evrensel insan hakları beyannamesinde de anıldığı gibi belki de insanın görevi mutluluğu yakalamaktır. Belki de mutluluk sürekli kaçan yakalanması gereken bir şeydir. Lakin bu yazının konusu bunun felsefesini yapmak değil. Her toplumda olduğu gibi Türk toplumunda da kendi dinamikleri doğrultusunda insanı yaşatmak olgusu maalesef büyük bir ihtiyaçtır.
Bir işadamı düşünün, kendisini yücelten, onun işini yapan, işini yaptığı için toplum içerisinde iş adamının mevki ve itibarını arttıran işçileri vardır. Bence işçiler iş adamına karşı sorumluluklarını yerine getiriyorsa ve bunun karşılığında bir ücret ve sosyal haklar alıyorsa maddi olarak iş adamı ile işçi arasında denge sağlanmış olur. Lakin ihtiyaç duyulan manevi dengedir. Yani işadamını yücelttiği için, itibarlı bir iş adamı yaptığı için işçinin de yücelmeye, itibarlanmaya manevi olarak tatmin olmaya ihtiyacı vardır.
Aynı şekilde bir siyasetçi de, bir liderde kendini takip eden, onu yücelten taraftarlarına manevi yaşam tatminini sağlamak zorundadır.
Bugün toplumun içerisinde insanların düştüğü manevi boşluğu tüketim ile gidermeye çalışmasının altında yatan sebep budur.
Her gün sosyal medyada etrafımızda yüzlerce örneğini görüyoruz. Herkesin şikayetçi olduğu konu budur.
Bize düşen görev, toplumun her alanında değerleri oturmuş, kafasının içinde ilkeleri oluşmuş bireyler ortaya çıkarmaktır.
İnsanı yaşatmak istiyorsan eğer; önce insan onurunu, insana layık bir yaşamı, bunun nasıl başarılacağını öğretmeliyiz. Toplumun düzeninde her birey bunun için sorumludur oy almadan önce, üretim yaptırmadan önce, okula göndermeden önce değerleri ve insan olmayı öğretmeliyiz.
Geriye döndüğümüzde bu hale nasıl geldik diye herkeste bir yakınma görmeyeniniz var mı?
Toplum olarak yapmamız gereken gaza getiren, vay be dedirten bu süslü cümleleri yazmadan önce, paylaşmadan önce içimize işlemesidir.
İnsanı yaşatmak, kaç sene yaşadığı ile ilgili değildir. Bu hayatı NASIL yaşadığı ile ilgilidir.
Şartlar ne olursa olsun, geleceğe taşıyacağımız mirasımız standartlar değil, toplumun kalitesidir. Toplum kaliteli düşünmeye, kendi kalitesinin peşine düşmeye başladığında eşyanın standartları da kendiliğinden artacaktır.
Çevremizde ne kadar çoğaldı değil mi? Telefonun markası ile yaşayan, ama etrafında olup bitenden habersiz kişiler. Hâlbuki en kaliteli telefonunda parmaklarının ucunda yaşıyor dünya. Lakin haberdar olunanlar farklı.
İnsanı yaşatmak için ona, nasıl yaşaması gerektiğini de öğretmemiz gerekiyor.
Sıcakkanlı, samimi, değer veren ve değer gören, seven ve sevilen, maddeyi araç olarak gören ve sadece araç olarak kullanan bir toplum olmalıyız yeniden.
O zaman yeniden kardeş olabiliriz.
O zaman yeniden yanı başımızda ki dertli ile dertlenebiliriz. Hatta onun derdine ortak olabiliriz.
Yenilenebilir, gelişebilir ve insanı ayağa kaldırabiliriz.
Bu yazıyı Yunanistan da olan yangın ile alakalı yorumları gördükten sonra yazdım. Düşündüm biz ne zaman unuttuk kötülüğün kötülük yaparak aklanmayacağını. Ne zaman unuttuk düşmanlığın bile töremizde bir kuralı ve ahlakı olduğunu.
Ve ne zaman unuttuk tarihe merhamet ve adaleti ile yazılmış asil bir millet olduğumuzu.
Hatırlamak, hatırlatmak ve İnsanı yaşatmak dileğiyle...

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA İNDİR!   Aydınpost APPSTORE'da TIKLA