İlhan Selçuk, bugünkü yazısında, sözünü ettiği 14 Mart tarihli “Sonra oturup ağlamasınlar” başlıklı yazısı şöyle:
AKP İslamcılığının -İslamın değil- beş şartı artık oluştu:
Dedikodu..
Şantaj..
Yalan-dolan..
Çıkarcılık..
Yolsuzluk..
Dinciliğin gün geçtikçe ağır bastığı medyayı da ancak maşayla tutabilirsin...
*
Peki, gün geçtikçe gelişip yoğunlaşan iletişim teknolojisi bizde neye hizmet ediyor?..
İslamcılığın beş şartına...
Üstelik kuşkulu dinlemeler üzerine bina edilen kanıtsız tanıksız "ne idüğü belirsiz" davalar da medyada özellikle pompalanıyor...
Bir azgınlık.. bir azgınlık ki.. demeyin gitsin..
Neden bu azgınlık?..
İslamcılar -ılımlısı ve köktencisi- artık ülkeyi, belediyeleri, devleti, her şeyi ele geçirdiklerine inanıyorlar...
*
Azgınlığın dinci gazete sayfalarına nasıl yayıldığına ilişkin bir örnek vereyim..
Dinci köşe yazarı yazıyor:
“- Cumhuriyet mitinglerini düzenleyenlere derin devlet mi dersiniz, derin çete mi dersiniz?..”
“- Devleti temsil eden "Bayrak" ve "Cumhuriyet" , devleti ele geçirmeye çalışan çetelerin eline geçmiş...”
“- Özelleştirme İdaresi Başkanı"na düştü bu iş galiba... Hadi, derin devletin mallarını ve şirketlerini legal devlete, oradan da ihale yolu ile satış için TMSF"ye gidin... Cumhuriyet"in mal varlığını Cumhuriyet"in hazinesine irad kaydedin...”
“- Devlet bir an önce, iddialar doğru ise, mahkeme kayıtlarına geçen iddialar çerçevesinde Cumhuriyet gazetesi, ÇYDD (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği), ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği), Vatansever Güç Birliği gibi derin yapıların paravan örgütlerine derhal el koymalı...”
*
Eveeet...
AKP iktidarı belli hedefe doğru doludizgin yürüyor, yandaşları da içmeden sarhoş olmuşlar...
Ülke altüst...
Herkes birbirine soruyor:
- Ne olacak?..
Bu gidişle bir şeyler olacak...
Ama, ben Cumhuriyet"e “İslamcı AKP Devleti” nin el koymasını isteyen gazeteye şimdiden haber vereyim...
Bir şeyler olduğunda sonuç düşündükleri gibi çıkmazsa, oturup mazlum rolünde ağlamasınlar.

24 OCAK"TA “BAŞSAVCI GÖRÜR GÜNÜNܔ DEMİŞTİ
İlhan Selçuk, 24 Ocak 2008 tarihli, “İktidar Partisi Zanlı...” başlıklı yazısında ise şöyle diyordu:

"Kuvvetler ayrılığı" demokrasinin "olmazsa olmaz" kurallarındandır...
Demokraside kaç kuvvet var?..
Rakamla 3...
Yasama..
Yürütme..
Yargı..
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya AKP"ye yönelik bir açıklama yaptı...
AKP bu yüzden tepkili...
Yalnız AKP mi tepkili?..
DTP de tepkili...
Neden?..
Çünkü bu iki partimiz iki kırmızı çizgimizi çiğniyor mu, çiğnemiyor mu soruları yargıyı fena halde ilgilendirmeye başladı...

İki kırmızı çizgi nedir?..
Dincilik..
Ve bölücülük..

DTP"nin üstünde bölücülük, AKP"nin üstünde dincilik gölgesi gün geçtikçe koyulaşıyor...
Yargı bu gerçeği görmezlikten gelebilir mi?..
Gelemez...

Yargı gücünde devlet görevlisi bir savcı ille de görevini yapmak zorundadır...
Nedir görevi?..
Hırsıza, yolsuzluk yapana, rüşvet alana, adam yaralayana ya da öldürene savcı dava açar...

Savcı, Cüneyt Koryürek" e çarpıp yazarımızı öldüren otomobil sürücüsüne hele dava açmasın..
Görür gününü...

Savcı, kırmızı çizgiyi çiğneyip bölücülük ya da dincilik yapan siyasal partiye dava açmasın..
Görür gününü...
Savcı yürürlükteki yasalara göre davranmakla yükümlüdür...

Bir savcı, suç işlediği varsayılan kişinin ya da kurumun zengin mi yoksul mu, güçlü mü güçsüz mü, şişman mı zayıf mı, muhalefette mi iktidarda mı olduğuna bakarak karar veremez...

Başsavcı, dava açması gerekiyorsa, dava açacaktır...

Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya"nın açıklaması ve uyarısı üzerine küplere binen Başbakan RTE yasamanın ve yürütmenin üstünlüğünden söz açtı, mangalda kül bırakmadı...

Başsavcının Meclis"le, hükümetle işi gücü yok...
Başsavcı ne yasamayı ele alıyor..
Ne de yürütmeyi...
Deyiş yerindeyse sanık ya da zanlı, bir partidir...
DTP, CHP, MHP gibi bir parti...

AKP"nin iktidarda olması, hükümetini kurması, yürütme organını oluşturması hukuka ve yasalara göre hiçbir şey değiştirmez...

Cumhurbaşkanımız dosyalı zanlı..
Başbakanımız dosyalı zanlı..
Bir de iktidar partimiz zanlı oldu mu, gel keyfim gel...
O zaman türbanlık ve kurbanlık Türkiye"nin yeme de yanında yat...”