Geçtiğimiz haftanın en önemli konusu altı siyasi partinin başta Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem olmak üzere statik hale gelen siyasette dinamizmi sağlamaya ve alternatif politikalar üretmek üzere gerçekleştirdikleri toplantıydı.

Yapılan toplantı, muhalif kesimlerde umut oluştururken, iktidar tarafında tedirginliğe neden oldu.

Erdoğan tarafından adım adım gerçekleştirilen ve 15 Temmuz kalkışmasından sonra adeta ülke siyasetinde "Soğuk savaş dönemi" benzeri iki kutuplu siyaset dizayn edilmeye çalışıldı.

Ülkenin seçmen sosyolojisinden güç alan iktidar, zihnindeki ayrıştırıcı politikaları uygulamak için sosyolojiyi elverişli enstrüman olarak gördü.

Zihinlerindeki şey şuydu:

Seçmenin %65'i CHP ve sola karşı.

Hal böyle olunca, 50+1 zorunluluğuyla iktidarları uzun yıllar sürecekti.

Ama öyle olmadı.

Daha ilk sınavları olan sistem değişikliğinde 50+1'i bulmakta hayli zorlandılar.

MHP'den kopan İYİ PARTİ seçmeni oyunu bozdu.

Tabi bir de, demokrasi duyarlılığı yüksek olan liberaller, demokratlar işin kolay olmayacağı mesajını vermelerinin yanısıra Kılıçdaroğlu'da topluma daha yumuşak/demokrat mesajlar verdi.

Bu arada yenilenen İstanbul Büyükşehir seçimini muhaliflerin farklı kazanmaldrının sağladığı özgüveni hatırlamak gerekir.

İktidarın sandık yoluyla yenilebileceğini gören muhaliflerin, elde ettikleri sonuçla mücadele azmi ve inancı arttı.

Yeni sistemin, otoriterleşmenin yanısıra, yolsuzlukları ve yoksulluğu artırması, hesap sorma imkanının TBMM ve Yargının elinden alınması, iktidar içinde var olan "Muhafazakar Demokratların" iktidarla yollarını ayırmasını tetikledi.

Yeni sistemi "Otoriter Yolsuzluk Düzeni" olarak tanımlayan Başbakanın, Ak Parti ve devlette yaşanan çürümeyi engellemek için "Siyasi Etik Yasası-İmar Yasası-İhale Kanunu ve Şeffaflık Yasası" çıkarmaya çalıştığında koltuğundan nasıl indirildiği bu günlerde yapılan açıklamalarla gün yüzüne çıkmakta.

Kimden bahsettiğimi sanırım anladınız.

%49.5 oy ile seçilmiş son Başbakan sayın Prof.Dr. Davutoğlu'ndan bahsediyorum.

Davutoğlu yapılan zorlamalar, kurulan kumpaslardan sonra bıraktığı Başbakanlığın ardından üç yıl sessizliğe mahkum edilmiş, gördüğü yanlışlıkları imkan bulduğu ölçüde parti içindeki yol arkadaşlarına ve bilhassa Erdoğan'a doğudan iletmiş, netice alamayınca sesini yükselterek düşündüklerini kamuoyuyla paylaşma kararı vermişti.

Hatırlayalım, 'Manifesto düzeyinde"yaptığı deklarasyondan sonra birlikte hareket ettiği altı arkadaşıyla birlikte Davutoğlu partisi tarafından disipline sevk edilmişti.

İşte, o Davutoğlu ve arkadaşları yanlış gidişe dur demek için partileşme kararı alarak Gelecek Partisini kurdu.

Ak Partiden kopuşlar bununla sınırlı kalmadı, Prof.Dr. Davutoğlu'ndan sonra Ak Parti hükümetlerinde uzun zaman bakanlık görevi yapan Ali Babacan'da DEVA Partisini kurdu.

İktidardan kopanların yoğunluklu olduğu bu iki parti, siyaset arenasını hareketlendirdi.

Topluma sundukları politika önerileri seçmen tarafından henüz yeterli ilgiyi görmediği gibi bir algı olsada, bu partiler siyasetin denklemini kurmada ve iktidarın "Ayrıştırıcı,kutuplaştırıcı, düşmanlaştırıcı soğuk savaş dönemini" çağrıştıran politik plan ve tuzağı bozmakta, siyasetin dizaynında "Denklem oluşturucu" durumunda.

İktidar ise, bu gelişmelerden rahatsız.

Çünkü, kurmak istediği oyunun bozulmanın ötesinde, iktidar hazırladığı tuzağa kendisi düşmüş durumda.

Bu sebeple;muhalifleri birgün HDP ile aynı çizgide olmakla, diğer gün CHP'nin trenine vagon olmakla, bir başka gün mütedeyyin insanların iktidarları döneminde elde ettiği kazanımların kaybedilme korkusuyla kurdukları "Otoriter Yolsuzluk Düzeninin" bütün olumsuzluklarının üstünü örtmek, mütedeyyin insanları "Kurtlu bulgura" razı olmaya çağırmakta ve zorlamakta.

Bütün bunlara rağmen "Demokrasi blokunu" parçalanmayacağını anladığı için üstü örtülü biçimde "İktidara talip olup başlarını belaya" sokmamalarını muhaliflere öğütlemekte veya bu yolla tehdit etmekte.

Kısacası iktidar tarafında "Korku bacayı sarmış" vaziyette.

Muhalifler altı parti olarak ilkeler düzeyinde ortak politikalar aradıkça, iktidar tarafında şaşkınlık ve hazımsızlık artacaktır.

Son günlerde dillendirdikleri "Altı benzemezler" küçümsemesiyle teselli aramakta, seçmenlerine moral aşılamak telaşındalar.

Oysa, demokrasi öyle bir şeydir ki, farklı düşünen kişileri ve kurumları bir araya getirir.

İktidar tarafı bu birlikteliği küçümsemek yerine, Ak Partinin ve Erdoğan'ın kuruluşundan bugüne yaşadığı inkara varan değişimini sorgulamalıdır.

Bunu yapmadıklarında, iktidar eliyle gerçekleşen yolsuzluklar ve otoriterleşme karşısında vicdanları onları asla rahat bırakmayacaktır.

Bu rahatsızlığın üstü ne CHP düşmanlığı, ne de HDP karşıtlığı üzerinden örtülemez. Mütedeyyin ve milliyetçi seçmenler bu yanlışlıkları çocuklarına anlatamaz, yaşanan yolsuzluk, adaletsizlik ve yoksullaşmayı izah edemezler.

Adalet duygusu ve vicdani duyarlılığını yitirmeyenler için iktidara verdikleri destek eşiğinin aşılmasına ramak kalmıştır.

Günü geldiğinde, şartlar olgunlaştığında eşik mutlaka aşılacaktır.

Neticeyi kelam;

Muhalif blokta yaşanan ilkesel işbirliği, iktidarın "Soğuk Savaş dönemi" politikalarını etkisizleştirmekte, muhalifler toplumun reel sorunlarına odaklanmaktadır.

Unutmayalım, demokrasi eşit güçlerin varlığında yaşar.

Elbette muhalif blokta muhafazakar/mütedeyyin seçmenlerin yönelimlerini kolaylaştıracak birliktelikler de kurulacaktır.

Ne demiş büyükler.

"Su akar yolunu bulur"

Sandığa daha vakit var.

Hiçbir sorun çözümsüz, hiçbir iktidar alternatifsiz değildir.

Muhalif blok içinde yeni merkez blok beklentisi, mutlaka karşılık bulacak, çok kutuplu siyaset hayata geçecektir.

Bakalım o zaman "Soğuk savaş politikacıları" muhalefeti neyle suçlayacak.

Hep birlikte göreceğiz!