BORALARIN YANINDA YARALI ELE GEÇEN FAİK BULUT O ANLARI ANLATIYOR

Filisitin halkının işgal altındaki topraklarını kurtarmak için verdiği mücadeleye destek olmak için 1973 yılında Lübnan'a giderek, Nahr-el Bared Filistin Kampında eğitim gören Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Merkez Komitesi üyesi Maden Mühendisi Bora Gözen ve arkadaları Cafer Topçu (24), Kerim Öztürk (24), Gürol İlban (25), Şükrü Öktü (23), Yücel Özbek (25), Ali Kiraz (24) ve Ahmet Özdemir (27) İsrail'in baskınında şehit oldu. 8 devrimci arkadaşımızı, şehit oluşlarının 43. yılında saygı ve rahmetle anıyoruz...

yedi-sehit-1.jpg

Mit ihbar etti İsrail vurdu

20 Şubat'ı 21 Şubat'a bağlayan gecede baskın Saat: 01.00 sıralarında gerçekleşti. Saatlerce süren çatışmada 32 yaşındaki Gözen kurşunu bitince süngülendi. İlk vurulan nöbetçi Ali Kiraz'dı. 6 kişi ise silahsızdı ve makineli tüfeği kurmaya çalışırken ketledildiler. Olayda Ali Ergun ve Hüseyin Tüysüz yaralı olarak kurtuldu. Yanlarında gazeteci Cengiz Çandar da vardı. Olay öncesi kamptan kuşkulu birşekilde ortadan kayboldu. Kaybolanlardan birisi de kamp sorumlusu Filistinli Ebu Muhammed. (İçerden öyle ihanete uğranılır ki; kamp kayıtları için çekilen vesikalık fotoğraflar ve kimlik bilgileri bile İsrail istihbaratının eline geçer ve bunlar sorgu sırasında Bulut'a gösterilir.) Faik Bulut ise esir edilerek İsrail'e götürüldü. 7 yıl 2 ay hapis yattı. Onların kanı ise Filistin halkının mücadelesine feda oldu... Olayın esrarını yıllar sonra itiraf eden MİT'çi Mehmet Eymür, 2010 yılında internet sitesinden itiraf gibi katliamın MİT'in ihbarı ve İsrail'in operasyonuyla gerçekleştiğini yazdı.

Saldırıdan kurtulan Faik Bulut anlatıyor

Bora Gözen ve arkadaşlarıyla aynı kampta bulunan Faik Bulut saldırı anını "Filistin Rüyası" kitabında şöyle anlatır: "20 Şubat’ı 21’ine bağlayan gece... Denizde tek kıpırtı yok. Ay ışığı vuruyor denize ve kampa. Gölgeler uzanmaya başlamış. Ölesiye güzel bir Akdeniz gecesi... Saat 01.00’e geliyordu. Bora Gözen dürtünce uyandım. Nöbeti devretmek için gelmiş. Çıktı, Nizamiye kapısına doğru yöneldi. Ali Kiraz ise o saatlerde deniz kıyısı nöbetini tutuyordu. Giyindim, botlarımı bağladım ve gecenin serinliğine çıktım. Gerindim. Denize doğru yöneldim. Daha birkaç adım atmıştım ki, okul duvarının birleştiği noktadan kısa menzilli bir silah taraması oldu. Ve bir anda, ardı ardına yağan havan topları altında kamp kıyamet yerine dönüverdi. Bu arada, deniz tarafından 500’lük mermilerle tarama ateşi de başlayınca, baskını yapanın İsrail askerleri olduğu iyice belli oldu. İlk ateşte Bora Gözen ve Ali Kiraz karşılık veremeden katledilmişti."

faikbulut-dscf4427-1.jpg

Beş yerinden yaralandı

Baskında yaralanan Bulut, o anları da şöyle anlatır: "Silah ararken üç yerimden daha kurşun yedim. Okul tarafından silah seslerini duyup, arkadaşlarının imdadına yetişen İsrailli komandolardı bunlar. Yere yıkılmıştım. Bedenim beş kurşun almıştı. Kaçacak durumum yoktu. Önce biri yaklaştı; beni “teslim” aldılar. Sonra iki kişi daha yaklaştı ve iki dipçik darbesi vuruldu başıma, iflahım kesildi. Kaşım yarılmış, kafatası kemiğim kırılmıştı. Yüzüm gözüm kanlar içinde, topallayarak yürüyordum. Daha doğrusu sürükleniyordum. Okul tarafına götürüldüm. Ellerim bağlandı. Başıma bir külah geçirildi ki gözlerim görmesin. Bir duvarın dibinde ayakta beklettiler beni. (..) İsrail zindanlarında 7 yıl 2 ay sürecek olan zorunlu ikametim başlamıştı." (Faik Bulut, Filistin Rüyası, Berfin Yayınları, İstanbul, 2016, s.162-165.)

Sağ kurtulan Türk anlatıyor

Bulut, kitabında Nahr el Bared baskınından sağ kurtulan bir Türk'ün de anlatımlarına yer veriyor:

"İlk nöbetçi bendim. Akşam altıdan sekize kadar nöbet tuttum. Bitirdim nöbeti, barakaya döndüm ve yattım. Bir gürültü oldu. Hepimiz uyandık. Patlamalar sürekliydi. Bu durumda herkes ayağa kalkar, ne olup bittiğini anladıktan sonra yeniden yatılırdı. Kural buydu. Gürültüyle birlikte yerimizden fırlamıştık ki, arkadan başka patlamalar geldi. Ara vermiyordu hiç. Çevreye ışıklar saçılıyordu. Bizim biraz üst tarafımızda Filistinlilerin polis teşkilatı vardı. Onlar ateş ediyorlardı. Karşılıklı ateş sesleri geliyordu. Biraz düşündük, ne yapalım diye. Dışarı çıkıp çıkmama konusunda karar veremiyorduk. Çünkü tam bizim bulunduğumuz yeri havan topuyla dövüyorlardı. Çevreye şarapneller sıçrıyordu. Kararsızlık içinde kıvranırken, bir yandan da bize bırakılan destek mitralyözü kurmaya çalışıyorduk. Küçük silah nöbetçideydi. Mitralyözü kurmaya çalışırken kapıdan ateş etmeye başladılar. Bacağımdan yaralandım. Arkadaşlar yanlara attılar kendilerini. Sürekli ateş altında, kapıdan yana çekilirken karnımdan da yaralandım. O anda yapacak bir şey yoktu. Arkadaşların üzerine düştüm. Birtakım gölgeler girdi içeri. Ne yaptıklarını izleyemedim. Çıktılar dışarı. Yeniden bir patlama oldu. Bayılmışım. Ondan sonra arkadaşları öldürmüşler.

Son patlamayla birlikte baraka çökmüş, duvarlar dışarıya doğru yıkılmış. Patlama temelden almış götürmüş duvarları. Kendime geldiğimde kafam temele sarkıyordu. Ben daha yüksekte kalmışım. Aradan ne kadar zaman geçtiğini çıkarmak çok güç... Birbirinden kopuk, değişik görüntüler. O sırada bizim arkadaşlara saldırıyorlarmış. Benim her tarafım kan içindeydi. Gözlerim, saçlarım yanmıştı. Öldüğümden emin olmak için karnımdan bir kere daha süngülemişler. Duyduğum acı bu yüzdenmiş. Kendime geldiğimde ortalık durulmuştu. Yavaşça doğruldum. Çevremde kimseyi göremedim. Biraz uzağımda ateş yanıyordu. Düşe kalka yürümeye çalıştım. Üst taraftaki mahalleye ulaştım. Bir eve girdim. Sesim çıktığı kadar bağırdım. Bir süre sonra birileri geldi. İlk önce İsrailli sandım. Aralarında konuştular. Filistinli olduklarını anladım. Beni bir arabaya koyarak hastaneye götürdüler." (Bulut, s.166-167)

filistinruyasi4-1.jpg

'İhanete uğradık'

Bulut, kamp içinden sızdırılan bilgiyle İsraillilerin baskını gerçekleştiğini belirterek, "İçeriden ihanete uğradık" diyor ve ekliyor: "Saldırganlar kampın konumunu çok iyi biliyorlardı. Bunu top ateşinin düzeninden ve isabet yeteneğinden anlamak mümkündü. İlk olarak nereyi vuracaklarını ve sonra nereleri çökerteceklerini iyi saptamışlardı. Örneğin Türklerin kaldığı odayı vursalar, Nizamiye kapısında nöbet tutan Araplar kaçabilir, nöbetçiler de kendilerini koruyabilirlerdi. Oysa atışlar, sırasıyla; Nizamiye kapısını, nöbetçi kulübesini yerle bir etti. Daha sonra kapalı yerlere doğru ilerledi ve Türkiyeli devrimcileri köşeye sıkıştırdı. Bu yuvaların önceden saptanamamış olması da, İsrail baskınının genel bir operasyon değil, Nahr el Bared kampını hedef alan bir saldırı olduğunu kanıtlıyordu. Saldırı iki yönde olmuştu. İsrail komandoları helikopterle kampın bir kilometre kuzeyindeki açık araziye inmişti. Kampa girmeden önce tarama ateşiyle 7-10 kilometre açıkta bekleyen gemilere işaret vermişlerdi. Gemiler, 500’lük mermilerle tarayıp bombardıman yağmuruna tuttuktan ve direniş odaklarını susturduktan sonra, komandolar kamp ve çevresine son darbeyi vurmuşlardı." (Bulut, s.169.)

'Mezarları tahrip oldu'

Boraların mezarları hakkında ise şunları söylüyor: "Filistin Büyükelçiliği, Bora ve arkadaşlarının Lübnan’da şehit düştüklerini doğruladı. Ancak gömülü bulundukları “Enternasyonalizm ve Halkların Kardeşliği Mezarlığı”, Lübnan iç savaşı sırasında tümüyle tahrip olmuş; kimin nerede bulunduğu bilinemez hale gelmişti. Ayrıca kayıt belgeleri de Beyrut’taki savaş ve Filistin katliamları sırasında ortadan kaybolmuştu. Bu yüzden de pek faydaları olmadı." (Bulut, s.168.)