MHP MYK üyesi Mansur Yavaş, aday olmamasıyla ilgili "Herhangi bir partiye geçmiyorum. Benim aday olup olmamam çok önemli değildir. Önemli olan partimizin doğru aday ve politikalarla kendi ekseninde yürümesi ve iktidar olmasıdır" açıklamasında bulundu. Yavaş aday olmamasıyla ilgili açıklamayı "zorunlu açıklama" başlığıyla kendi internet sitesinde yaparken, Bahçeli"ye 4 Mart"ta gönderdiği mektubun tamamını da yine internet sitesinde yayınladı.

MHP Merkez Yönetim Kurulu üyesi Mansur Yavaş, kendi internet sitesinde yaptığı açıklamada, herhangi bir partiye geçmeyeceğini duyurdu. Yavaş "Zorunlu açıklama" başlığı altında yaptığı açıklamada şunları söyledi:

"Milletvekili adaylığıyla ilgili başvuru yapmamış durumdayım. Bununla ilgili doğabilecek bilgi kirliliğine karşı şu açıklamayı yapmayı önemli buluyorum: 1.Herhangi bir partiye geçmiyorum. 2. Benim aday olup olmamam çok önemli değildir. Önemli olan partimizin doğru aday ve politikalarla kendi ekseninde yürümesi ve iktidar olmasıdır. 3. Sayın Genel Başkan Devlet Bahçeli"ye göndermiş olduğum mektupla ilgili henüz çok geç kalınmış değildir. Eleştiri ve tekliflerimin değerlendirileceği ümidimi koruyorum."

BAHÇELİ"YE YAZDIĞI MEKTUBUN TAM METNİNİ YAYINLADI

Yaptığı açıklama dışında hiçbir haber ve yoruma itibar edilmemesini isteyen Yavaş, internet sitesinde, Bahçeli"ye 4 Mart"ta gönderdiği mektubun tam metnini de yayınladı. Yavaş Bahçeli"ye ismi öne çıkan bazı aday adaylarıyla ilgili "1995 yılındaki travmayı yaşayan her ülkücüde ikinci Nusret Demiral vakası endişesi başlamıştır. Ülkücü çizgiye sadakat bekleyen kitleler, Yalçın Küçük"ün teşekkürüne mazhar olmayı, milliyetçi-muhafazakar insanımızın beklentilerine tercih eden anlayışı içlerine sindirememektedirler" uyarısında bulundu. Yavaş"ın Bahçeli"ye yazdığı mektup ise şöyle:

"Sayın Genel Başkanım,
Haziran ayında ülkemiz için büyük öneme haiz genel seçimler yapılacaktır. Bu seçimler öncesinde partimizde gördüğüm bazı aksaklık ve yanlışlıkları ifade etmek için bu mektubu yazmış bulunuyorum. Bu sorunlar giderilmeden yapılacak bir seçimde yine kaybetme riskinin çok büyük olduğuna inandığımdan dolayı, taşıdığım ülkücü sorumluluk nedeniyle bu ikazları bugün yapmanın önemine inanarak bu mektubu kaleme almış bulunuyorum.
Böyle bir yöntemi seçmemin sebebi, üyesi bulunduğum Merkez Yönetim Kurulu"nun, maalesef bir karar veya istişare kurulu olarak değil, alınmış kararları tartışmadan onaylama kurulu gibi çalışmasıdır. Kurulun bugüne kadar herhangi bir konuda tartışma, konuşma ve teklif verme gibi bir işleyişi olmadığından, gördüğüm rahatsızlıkları size iletebilmek için bir başka yöntem kalmamıştır.
Gidişatın iyi olmadığını görüyor ve insanımızın büyük fedakarlıklarla ayakta tuttuğu hareketimizin, 40 yıllı aşkın mücadelemizin yine hüsrana sürüklenmemesini diliyorum.
Örneğin, Merkez Yönetim Kurulu"nda partimizin referandumda sergileyeceği tutum tartışılmış olsaydı, sanıyorum ülkemiz ve hareketimiz için bundan çok daha hayırlı bir sonuç doğabilirdi. Ama MYK"nın görüşünün ne olduğu merak bile edilmeden, ülkücü harekete yabancı dar bir kadronun elinden çıkan politikalarla "CHP"yle özdeş parti" suçlamalarına çanak tutan bir anlayış sergilenmiştir. Referandumdaki strateji hatası, milliyetçiliğin en yüksek oranda taban bulduğu ve çevreye serpildiği Orta Anadolu"dan başlamak üzere, geleneksel oy bölgelerimizde çok ciddi zaafiyete yol açmıştır.
Yine; geçen genel seçimler öncesinde ve daha sonra da yakın zamanda "Güç Birliği" adı altında partiye yapılan katılımlarla ilgili Merkez Yönetim Kurulu"nda bu konu tartışmaya açılmamıştır. Elbette bir siyasi parti katılımlarla güçlenir. Ama bizde katılımların güç mü verdiği, yoksa tartışmalara mı yol açtığı konusu karmaşıktır. Daha önce başka ülkeler hesabına çalıştığı suçlamasıyla partiye üye bile yapılmayanların adeta sembol isim gibi sunulması, cuntacı oluşumlarda yer aldığı iddiasıyla hakkında davaların devam ettiği isimlerin ön plana çıkarılması kamuoyunda ciddi kuşkular uyandırmıştır. 1995 yılındaki travmayı yaşayan her ülkücüde ikinci Nusret Demiral vakası endişesi başlamıştır.
Ülkücü çizgiye sadakat bekleyen kitleler, Yalçın Küçük"ün teşekkürüne mazhar olmayı, milliyetçi-muhafazakar insanımızın beklentilerine tercih eden anlayışı içlerine sindirememektedirler. Ülkemizde milliyetçilikle muhafazakarlığın içiçe olduğunu bilmeyen, bunların etle tırnak gibi olduğunu algılayamayan, içinde maneviyatı barındırmayan bir milliyetçiliğin halk tarafından CHP"yle aynı kategoride değerlendirildiğini fark edemeyen bir siyaset tarzıyla bu hareketi iktidara taşıyamayız. Millet iradesinin önemli bir bölümüne elitist bir yaklaşımla adeta tepeden bakan, referandumda evet oyu kullanmış yüzde 58"lik bir kitleyi neredeyse yok sayan, bütün programını hayır oyu kullananlar üzerine yapan ve bunu açıkça ilan eden bir anlayışla sonuç almamız mümkün gözükmemektedir.
Milliyetçi Hareket Partisi, milli birlik ve bütünlüğün partisi, Türkiye"nin partisi olmak durumundadır. Ama son yıllarda görülmektedir ki, Türkiye coğrafyasının büyük bir kısmında gerilemekteyiz. Maalesef Batı ve Güney sahillerine sıkışan, "ülke partisi" olmaktan uzaklaşan, "belli bölgelerin partisi" olmaya doğru yol alan bir görüntü ortaya çıkmıştır. Bu gerilemeyi doğru okuyacak, tedbir geliştirecek ve partiyi geniş kitlelerle buluşturabilecek bir siyaset tarzını yeniden hayata geçirmek zorundayız.
Türkiye"de seçmen kitlesinin ana gövdesini oluşturan milliyetçi-muhafazakar seçmenlerde partimize karşı oluşmuş olan güven probleminin aşılması için acil tebdirlere ve bu tedbirleri yürütecek yönetici kadrolara ihtiyaç vardır. Halk tarafından tasfiye edilmiş merkez sağın eskileri eliyle yürütülen ve merkez sola öykünen bir siyaset tarzı sözünü ettiğim güven problemini aşamaz, tam tersine derinleştirir. Milliyetçilik, milletin ve onun değerlerinden yana olmak, her türlü tehdit ve baskı altında bile onun hukukunu korumaktır. Üzülerek ifade ediyorum ki, bugünkü statükocu görünüm, bizleri o statükoyla aynı akıbete sürüklemektedir.
İzlenme oranları ve etkileri sınırlı, ayrıca halk tarafından soğuk bulunan bazı televizyon kanalları ve gazetelerle kendimizi oyalayabiliriz. Ama ülke gerçekleri maalesef çok farklıdır. Sivil toplum kuruluşlarımız ve onların en büyük ayağı olan sendikaları günden güne güç kaybetmektedir. Dünün en büyük memur sendikaları, meslek kollarında temsil vasıflarını kaybetmiş bulunmaktadır. Endişemiz o ki, bir süre sonra varlıkları tartışılır hale bile gelebilir. Partinin ülkedeki pozisyonuyla paralel büyüyen ve küçülen bu kuruluşların eriyor olması çok büyük bir üzüntü kaynağıdır.
Haziran ayından itibaren ülkede yeni bir parlamento teşekkül edecektir. Bizzat iktidar partisi tarafından restorasyon dönemi olacağı ilan edilen bu dönemde, ülkücülerin bulunmaması, bu süreçte etkili olamaması elbette kabul edilebilir bir durum değildir. Dolayısıyla hiçbir şey yokmuş, herşey mükemmel gidiyormuş gibi davranıp görevden kaçamayız. 40 yıldır taşıdığım ülkücü sorumluluk bu ikazları daha fazla gecikmeden yapmamı mecbur kılmıştır. Seçim akşamları sonuçlar gelince ortaya çıkan şerefli yenilgilere kılıf aramak yerine, bugünden tedbir geliştirilmesi için gayret göstermek bu sorumluluğun bir gereğidir.
Sayın Genel Başkanım,
Tamamen dostane ve iyi niyetle kaleme alınan bu düşüncelerimi dikkate almanızı diliyorum. Her türlü görevlendirmenin sadakat esasına göre değil, liyakat esasına göre yapılmasını, istişare ve karar organlarının gerçek amacına uygun kullanılmasını, seçmende oluşan "CHP"lileşme" algısını giderecek ülkücülüğe özgün siyaset anlayışına tekrar kavuşulmasını ümit ediyorum. Aksi halde ortaya çıkacak tablonun vebalini hiç kimsenin taşıyamayacağını hatırlatmak istiyorum.
Hiçbir artniyet taşımadan yukarıda sıralamış olduğum düşünce ve teklifler sadece şahsıma değil, aynı zamanda sizden bu konuda hareket bekleyen ülkücü tabana aittir.
Ülkücüsüz bir Meclis olmaması için vakit daralmıştır. Gereğinin yapılmasını saygılarımla arzederim."

radikal