Artık başlı başına bir endüstri haline gelmiş realite-şov yarışmalarının iki ‘basmakalıp’ı var. Biri ‘sıradan’a şöhret vaat eden ‘Yeteneksizsiniz’, pardon (dil sürçmesine verin!) ‘Yetenek Sizsiniz’ cinsinden yapımlar. Öteki, gözden düşmüş şöhrete yeniden parlayan yıldız olmayı vaat eden ‘Yok Böyle Dans’ tarzı programlar. Lâkin her iki kulvarda da paylaşılan sorun şu: Bu programlar, belirtildiği üzere, ‘vaat’ten öte bir etkiye sahip değiller. Olamazlar da zaten. Çünkü adını ‘Meşhuriyet Çağı’ koyduğumuz, medya teknolojileri güdümünde ortaya çıkan görsel kültür ikliminde şöhret, sürekliliğe sahip olamayacağı gibi prestije de işaret etmiyor artık. Görsel kültür dünyasında görülemeyen, şöhretin enflasyona uğramış, dolayısıyla devalüe olmuş bir nitelik haline geldiği…

Gençliğimizin dansörü
Wilhelm Reich’ın ‘Küçük Adam’ına şöhret vaadinin en çarpıcı sonucu, şöhretin sıradanlaşması yani… Andy Warhol’un “Herkes bir gün 15 dakikalığına şöhret olacaktır” sözünün daha ileri aşamasına varmak bize nasipmiş. Şöhret olmanın ayağa düştüğü nokta bu…

Bu uzun girizgâhı yapmaya sevk eden, yeni sürümüyle geçen Pazar ekrana gelen ‘Yok Böyle Dans’ta yaşananlar… Şöhret serüvenine ‘dansör’ olarak adım atan, ama sonra solistliğe yönelen Hakan Peker, bir süredir sönmüş yıldızını parlatmak, hafızalardan silinmeye yüz tutmuş adını yeniden hatırlatmak için bu programda ekrana geldi.
Gençliğimizin cıva gibi dansörü, aynı dönemde rakipleri olan ‘Tolga Han’ ve (rahmetli) ‘Coşkun Evcim’le birlikte bu memlekette dans denince akla gelen ilk isimlerden Hakan Peker’i böyle bir programda jüri koltuğunda görmeyi umarsınız değil mi? Öyle olmadı. Çünkü ‘Meşhuriyet Çağı’nda ânın içinde şöhretinizi yitirdiyseniz mazideki emeğinizin hiç kıymeti yok. O yüzden Peker, tüm geçmiş kariyerini sıfırlarcasına yarışmacı olarak belirdi programda. Üstelik mazisinin emekle inşa edilmiş pratiğine de kayıtsız kalamadığı için kendisini dans adına eleştirmeye kalkışan jüri üyesi Azra Akın’ı da ‘iplememe’ triplerine girdi.

Heyhat, olmaz ki! Bunu sen istedin! Yeniden gözler önünde olup hatıra gelmek adına geçmişini hiçe saydın. Onca yıllık emeğini alelade bir eğlenceye kurban ettin. Ne sen ne de diğer düşmüş şöhretler ve dahi şöhretlik derdindekiler fark edemiyor ki bu şöhret aculluğu, Acun’u daha birkaç yıl vergi rekortmeni yapmaktan öte hayırlı bir sonuç vermeyecek. Ki bu da ‘her şerde bir hayır vardır’ deyişinden ters esinlenmeyle ‘bazı hayırlarda da şer vardır’ diye düşünmeye teşvik eden bir tablo çıkarıyor ortaya…