Zaman gazetesi yazarı Hekimoğlu İsmail hasta yatağında dua bekliyor. Bugün Zaman gazetesindeki köşesinde Gündem Dışı başlığı ile yazan Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı, gazetesinin yazarı Hekimoğlu İsmail'in geçirdiği rahatsızlıkları ve "yaşamaz" denilmesine rağmen sağlığı biraz düzelince kendisine anlattıklarını yazdı.

İşte Dumanlı'nın köşesinden, Zaman yazarı Hekimoğlu İsmail'in ve Fethullah Gülen'in birbirlerine gönderdikleri selamların ayrıntıları...

Hekimoğlu İsmail ölüm döşeğinde denince kadim dostu Hamid Çiçek Bey'le hastaneye koştuk. "Yaşamaz..." dediler, "Yaşasa bile felç olur..." dediler.
Sevenlerinin umurunda değildi söylenenler. Dua dua yalvarıyordu herkes. Biraz toparlanır gibi olunca ziyaretine gittik. "Allah bana kendisini anlatmam için bir fırsat daha verdi." diyor başka bir şey demiyordu.

Hayatının gayesi oydu çünkü. O'nu anlatmak ve O'nun emanetini yaşatmak. Aradan geçen onlarca sene onu hiç ama hiç değiştirmemişti. Mecal buldukça yazı yazıyor, takati kaldıkça 'iman kurtarma davası'na tercüman oluyordu.

Birkaç sene önce oğlu Osman Okçu, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ziyaret etti. "Babanız sizinle mi kalıyor?" sorusuna muhatap oldu. Beklemediği bu sual karşısında meramını tam anlatamayınca Hekimoğlu'nun eşiyle birlikte, evlatlarından ayrı bir evde yaşadığı sonucu çıkmıştı.

Hocaefendi, her zamanki nezaketi ve zarafeti nedeniyle, oğluna hiçbir şey demedi; ama belli ki iki yaşlı insanın bir evde bir çeşit uzlet yaşamasına üzülmüştü. Halveti ve uzleti en iyi anlayacak kişi Hocaefendi'ydi çünkü. Kendisi de küçücük bir odada kalıyor, yıllar geçmesine ve dostlarının istirham etmesine rağmen yakındaki göle kadar bile gitmiyordu. Namaz ve sohbet esnasında salon yetmeyince bitişikteki odasını açıyor, istirahat ettiği yere herkes girip çıkıyordu. Kaç kişi anlayabiliyordu o gurbeti, o hasreti, uzleti...
Uzun bir zaman sonra bir bahis münasebetiyle, "Hekimoğlu Ağabey'in yalnız kalması rikkatime çok dokundu." dedi. Aslında Hekimoğlu, eşiyle yaşadığı sade evi seviyordu; o yüzden oğlunun, "Gel bizde kal." ısrarına olumlu cevap vermiyordu. Yine de uzlet, uzletti. Osman Bey mesajı almıştı. Babasıyla konuyu paylaşınca iki vefakâr gözyaşlarına hâkim olamadı.
30 yıl önce bir belediye otobüsünde ilk kez gördüğüm adam, hastaneden çıktıktan sonra evinde durmayı kabullenemiyordu. Çünkü hâlâ soluk alıp verebiliyordu. Vücudunun bir yanı tutmuyordu; ama yüreği sürekli kabarıyor, insanlara hak ve hakikati anlatmak için çırpınıyordu.
Bir gün ziyaretine gittim. Sanırım haftalık sohbet yeni bitmişti. Zor konuşabiliyordu. Oğlu, "Baba niye her sohbete başlarken, 'Ben Hocaefendi'nin neferiyim' diyorsun; her defasında böyle bir şey demene gerek var mı?" deyince. "Evladım, gelen kardeşlerim arasında maalesef bazen gıpta görüyorum, haset görüyorum, çekememezlik görüyorum; ta baştan söylüyorum ki insanlar hikmetini bilmedikleri konularda gıybet yapmasın, günaha girmesin."
Bir fırsat doğdu; Hekimoğlu'nun bu yaklaşımını Hocaefendi'ye nakletme imkânı oldu. Derin bir istiğfardan sonra hakkında söylediği sözler için, "O bizim büyüğümüzdür, nezaketinden öyle demiştir." şeklinde özetleyebileceğim bir cevap aldık. Her ikisi de aslında kendine yakışanı yapıyor, dava adamı olmanın vakar ve ciddiyetini ortaya koyuyor, kadirşinaslık örneği veriyordu.
Çünkü ne onlarca yıl önce bir astsubay olarak Amerika'ya giden ve giderken dinî eserleri gizlice götürüp orada hizmet etmeyi düşünen Hekimoğlu İsmail zerre miktar değişmişti; ne de sadece bir öğrenci için kapı kapı dolaşıp insan kazanma seferberliği yapan Fethullah Gülen Hocaefendi. Zaten dünya onları değiştiremediği için, onlar dünyayı değiştiriyordu. Evet; dünyayı değiştirmenin tek bir yolu vardır: Dünya karşısında değişmemek.