Kulampara sarması

MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül devreye girsin” dediği duyulunca, “Ben olsam” dedi bir dostum, “Uzak dururum.”

Dünkü yazım üzerine ve Devlet Bahçeli'nin konuşmalarının Deniz Bölükbaşı tarafından kaleme alındığı bilinerek sarf edildi o cümle. Bölükbaşı bir yemekte de, “Daha neler olacak, göreceksiniz” demiş...

Benim görüşüm şu: Baba Osman Bölükbaşı MSP'nin defterini dürmüştü; oğul Deniz Bölükbaşı da Ak Parti'nin defterini dürmeye kararlı görünüyor. DNA mı bu devamlılığı sağlıyor, yoksa babasının hayatını kitaplaştırırken öğrendiği taktikler sayesinde mi, bilemem, ancak Deniz Bey'in kendine böyle bir misyon biçtiğine adım gibi eminim.

Balçiçek Pamir, bir Ankara seyahati sırasında duyduğunu yazıya döktü. Deniz Bölükbaşı, bir dost sofrasında şunları söylemiş: “MHP'nin türban çıkışı tamamen benim fikrim. Olaylar güzel gelişti. Parti kapanacak! Zaten amacım partinin kapatılmasıydı.”

Devam yazısından öğreniyoruz, ertesi gün aramış Deniz Bey. Kategorik bir inkâr yok. “Bu yazdığınız doğru değil; çünkü benim üslubum böyle değildir” demiş. Bir de şunu: “Gazeteciler madem biliyorlardı, neden bugüne kadar yazmadılar?” Balçiçek Pamir de, “Bu Ankara işte böyle” diye yakınıyor. “Dedikodu yapmaya gelince tamam; dedikodular dillenince herkes köşesine kaçıyor.”

Uzun yıllar Ankara'yı koklamış biri olarak söylüyorum: Balçiçek Pamir yazsın diye değil bilsin diye kendisine emanet edilmiş bir bilgiyi yazmış; raconu bozmuş yani... İyi de etmiş...

MHP lideri, Hürriyet'in özetine göre, “Erdoğan yargıya cihat açtı” demiş... Hepimiz biliyoruz ki, gerçek bunun tam tersi. Başbakan Tayyip Erdoğan kapatma davası açıldığından beri ağzını sıkı sıkıya kilitledi, kerpetenle bile açamıyorsunuz. Her zaman yanına birkaç gazeteci alarak giderdi bir yerlere, şimdilerde gazetecilerden kilometrelerce uzakta durmayı yeğliyor. Kuralını bir kez bozdu, ne kadar pişman olduğu belli.

Buna rağmen, Bahçeli, “Erdoğan yargıya cihat açtı” diyebiliyor. O yazılı açıklamayı da Deniz Bölükbaşı'nın yazdığını varsayarsak, Deniz Bey'in ileride bir gece, vakt-i kerahate kadar süren bir yemek sırasında ağzından kaçırmasına kadar, “Cumhurbaşkanı Gül devreye girsin” teklifinin esas amacının ne olduğunu öğrenemeyeceğiz demektir.

1977 seçimlerinden hemen önce, aralarında parti kurucuları da bulunan bir grup MSP'li, anlaşılmaz bir biçimde istifaya başlamışlardı; “Ne oluyor?” diye biraz araştırınca, karşıma 'Osman Bölükbaşı gerçeği' çıkmıştı. Onunla konuşan istifa ediyordu. 1973'te 48 milletvekili çıkaran MSP'nin Meclis'teki varlığı 24'e düştü 1977 seçiminde ve sonun başlangıcı da o istifalardı.

'Ezeli ve ebedi muhalif' bilinen Osman Bölükbaşı'nın aslında 'gerçek iktidarın mutemet adamı' olduğuna dair kuşkularım o olayda doğmuştur; nice sonraları kendisini Bayındır Hastanesi'nde ziyaretim sırasında aramızda geçen konuşmalarla ve Süleyman Demirel'li fotoğraflarıyla pekişerek kanaate dönüştü o kuşkum...

Deniz Bölükbaşı da babasının yolunda ve Ak Parti'nin defterini dürmeyi görevi biliyor. Onun bu durumunu Ak Partililer, Başbakan Erdoğan, partisinin ileri gelenleri biliyorlar mı acaba?

Ülkemizin ünü yurt sınırlarını çoktan aşmış pop sosyologu “Bize eli kırbaçlı bir adam lâzım” diyordu önceki gün. Şu sıralarda olup bitenlere bakarak beklediği müjdeyi verebilirim: “Eli kırbaçlı adamın gelmesinin eli kulağında.” Kırbaç ilk kimin sırtında şaklar, kendisine bunu garanti edemem tabii.

Pop sosyologumuz “Önündeki tablo şudur:” diyerek Bahçeli'nin Başbakan Erdoğan'la ilgili hükmünü uzun yoldan tekrarlıyor: “Parti ve hükümet, yargıyla kavgalı. / Orduyla kavgalı. / Üniversiteyle kavgalı. / Sivil toplum örgütleri ve sendikalarla kavgalı. / İş dünyasının büyük bölümüyle kavgalı. / Medyanın merkezdeki bölümüyle kavgalı. / İlk soru şu olmalı: / 'Bütün bu kesimler haksız, sadece ben mi haklıyım?' / İkinci soru da şu: / 'Ben ne yanlışlar yaptım?' / Üçüncü soru: / 'Bundan çıkış için ne yapmalıyım?”

Diğer maddelerle uğraşmaya gerek yok, esas önemli olan son soruya (“Bundan çıkış için ne yapmalıyım?” sorusuna) verilmesini beklediği cevap. Onun namına ben veriyorum cevabı: “Kendini bana teslim et, gerisini merak etme sen...”

Bir dostum Süleyman Demirel'den öğrenmiş, bugünkü tabloya bakıp devamlı Demirel'e atfederek “Bu bir kulampara sarması” deyip duruyor. Benim sözlüğümde (Farsçada 'gulam' oğlan demek, oradan mı geliyor?) karşılığı bulunmayan bir deyim bu ve ne kadar kendisini zorlasa bana anlatmayı başaramıyor. İçinizdeki “Leb” demeden “Leblebi” denileceğini anlayabilenler için buraya aktardım.

Artık ne demekse...


[email protected]

(Yeni Şafak)