Modern insan hayattan keyif almak istiyor.

Onun kulağına sürekli kendi hakkında biricikliği ve cennet arzusunu bu dünyada gerçekleştirmesi fısıldanıyor.

İnsanın mutlu olmak için yaşaması öğütleniyor.

Oysa, insan mutlu olmaktan çok kendini keşfetmekle mükelleftir.

Hayat, keşif için insana ama sadece insana verilmiş fırsattır.

Dünya ise bu keşfin gerçekleştirileceği yegâne mekandır.

İnsanların çoğu kendini kaybettiği için olsa gerek yeniden bulma arayışında.

Ancak yine insanların çoğu, kendini bulma çabasını haz almak için yapmakta.

Haz tutkusunun kışkırtıcılığına aldanarak özünü bulma ve öze dönüşü gerçekleştireceği yanılgısında.

İnsan, yaratıcısını bilmeden ve tanımadan kendini bulamaz ve özgür olamaz.

Buldum dediği her ne varsa yeni bir aldanıştır.

İnsanın mutlu hayat arama serüveni hep daha fazlasını istemek arzusundan beslenmektedir.

Modern dünyanın efendileri bu hırstan beslenmekte, insanları kendisine kul-köle etmektedir.

Sözü fazla uzatmadan modern insanın eşya, mal, para, statü, kariyer ve makamla ilişkisinin absürtlüğünü anlatan bir hikâyeyi sizinle paylaşayım.

Hemen belirtmeliyim ki, hikâye bir yönelişin yanlışlığını anlatıyor ama insana doğruyu da göstermemektedir.

Hikâye şöyle;

“Üniversite mezunu sınıf arkadaşları yıllar sonra buluşurlar ve profesörlerini ziyarete giderler.

Profesörün evinde koyu bir sohbet başlar…

Kimi işinden memnun değildir, kimi kocasından.

Kimi kaç yıldır o arabayı istemektedir.

Bir diğerinin kayınpederi hastadır, ‘yoruluyorum’,

’mutsuzum’,

‘İşimi değiştirmek istiyorum’,

‘Ev yetmiyor, bu araba eskidi’,

‘Teknem olsa’,

‘Bu şehri sevmiyorum’,

‘Çocuklar okula başlayacak, o kolej mi, bu kolej mi?’

Profesör bu yakınmaları gülümseyerek izler..

Sonra seslenir.

-Ben bir kahve koyayım size.

Mutfağa gider, koca bir termosa mis gibi bir kahve hazırlar, tepsi alır, içine birbirinden farklı fincanlar dizer.

Birinin kulpu kırık, biri çok özel ince porselen, biri daha büyük, biri daha derin, birisi şirket markalı, birisi altınlı.

Salona gelir, fincanları ve termosu bırakır.

-Hadi fincanlarınızı alın, kahvenizi koyun.

Herkes uzanıp bir fincan seçer…

Önce en güzel ve değerli olanlar seçilir, sona kalanlar kulpsuz ya da daha özensizlerdir.

Kahvelerini de doldururlar ve birer yudum alırlar…

– Ohhh. Nefis ya. Mis mis… ne kadar ihtiyacımız varmış…

Profesör gülümseyerek bakar onlara.

Ve sonra söze başlar…

-Ah benim toy canlarım.

Tepsiyi ilk getirdiğimde düşünmeden en güzel fincanı seçmek için elinizi uzattınız…

Aynı yaşam gibi…

Her şeyin en düzgününü istesek de, bazen bizim dışımızda gelişen olaylarla bize kalanlar eksik parçalı ya da daha durgun olabiliyor…

Şimdi hepinizde çok farklı fincanlar var…

Birinin kenarı kırık, biri diğerinden küçük, biri sade, biri şatafatlı.

İlk yöneldiğiniz, görüntüsü itibariyle istediğiniz fincan.

Ama sonra size kalan neyse, o fincanla da yetindiniz.

Koca termostan elinizdeki farklı fincanlara hepiniz aynı mis kokan kahveyi koydunuz ve kahveyi yudumlayınca elinizdeki fincanı unuttunuz ve hepiniz derin ve mutlu bir ‘ohhhh’ çektiniz.

İşte hayat da böyle.

Geliş tarzı, kullanım şekli, görüntüsü farklı da olsa hepimizin hayatı aynı içilen bu kahve gibi hep aynı güzellikte.

Lütfen hayatınızı kahvenizi yudumlar gibi derin bir ‘ohhh’ çekerek ve her anından keyif almayı bilerek yaşayın.

Size nasıl sunulduğuna bakmadan…”


 

Evet; hikayemiz budur.

Bu hikâye bizim için ilk adımdır ama son adım ve hedef değildir.

İnsanın hedefi her yönüyle kendini keşfetmesidir.

Ayet öyle diyor.

“Kendini keşfeden ve bilen Rabbini bilir.”

Bilginin ve bilmenin özü budur ve bunu bilmeyen aslında cahildir.

Bu sebeptendir, İslam peygamberinden önceki Arap toplum yaşayışına cahiliye dönemi denir.

 

Aydınpost ANDROID'de TIKLA YÜKLE! Aydınpost APPSTORE'da TIKLA YÜKLE!