Aydın’ın geri kalmışlıktaki gerçekleri bütün çıplaklığıyla ortaya koyan Aydın Ticaret Odası’nın 2020 Haziran Raporunu geçen iki yazıda yorumlamaya çalışmıştım. (Aydınpost,14-28 Aralık 2020)

Hatırlarsınız rapora göre Kişi Başı Gayri Safi Milli Hâsıla 2004-2018 yılları arası Türkiye genelinde 3732 dolar artmıştı.

Buna rağmen Aydın kişi başı 1012 dolar, geneli itibariyle de 1111 milyar dolar daha da fakirleşmişti.

Ama bu önemli konu ne siyaset ne meslek odaları ne de diğer gönüllü kuruluşların düzenlediği bir toplantıda, ele alınıp tartışılmıştı.

Hâlbuki bu önemli konuyu ele alacak meslek odaları, gönüllü kuruluşlar, siyaset kurumu hepsi birden toplantılar, paneller, açık oturumlar düzenlemeliydi.

Çünkü yoksulluk rakamları sadece günümüz Aydın insanını ilgilendirmiyordu, herkesin gözünden sakındığı çocuklarının ve torunlarının da geleceğini içeren bir konuydu.

En enteresanı da tartışmaya önderlik etmesi gereken raporun sahibi Aydın Ticaret Odası’nın da sanki “bundan ötesi beni ilgilendirmez” tavrını takınmasıydı.

Ticaret Odalarıyla birlikte olayın diğer gönüllü kuruluşları ilgilendiren boyutuna daha önce değinilmişti.(28 Aralık 2020)

Şimdi sıra konunun eksik kalan siyasi ayağına geldi.

Onu ele alırken de:

 1-Siyasetçilerin asli görevi seçmenlerin istekleri doğrultusunda hareket ekmek midir? 

2-Bununla birlikte görevleri seçim bölgelerinin kalkınmasını da kapsamakta mıdır, eğer varsa böyle bir görevi onu nasıl, kimlerle birlikte yerine getirecektir?

Sorulardan ilkinin yanıtını bu yazıda diğerinin yanıtını da gelecek yazıda vermeye çalışacağız.

***

Eski Aydın siyasetçisinin kendine biçtiği rol modelinin ne olduğunu iki örnek üzerinden anlatmaya çalışalım.

Rivayet edilir ki, 1991 seçimleri öncesinde karşı bir grubun DYP adayı İsmet Sezgin’e mealen “bu kadar yıldır milletvekilliği yaptınız bu memlekete kaç fabrika açtınız,” sorusunu yöneltir.

Karşılığında da İsmet Sezgin “siz benden fabrika mı istediniz, üç kez Tariş Müdürünü değiştirmemi istediniz, ben de onu yaptım,” der.

İkinci örnek de yine 1991 seçimlerinde DYP Lideri Süleyman Demirel’in Aydın’da partisinden kontenjan adayı gösterdiği Tunç Bilget teklif karşısında yine mealen “Efendim ben Aydın’ı tanımam”, diyerek itiraz edecek olur.

Bunun üzerine de Demirel “Aydınlıların devletten isteyeceği tayin, nakildir, onu da İsmet’le Nahit (Menteşe) sana düşürmezler,” yanıtını verir.

Seçildikten sonra Aydın hakkında Başbakan Süleyman Demirel’e sunduğu bir raporda Tunç Bilget Aydın halkını en iyi tanımlayan şu cümleye yer verecektir.

“Gururlu Aydın halkı devletten ne isteyeceğini bilmez.”

***

Bu iki örneğin bize öğrettiği o günün koşullarında siyasette ana ilkenin seçmenin istediği yöne yelken açmak, siyasetçinin görevinin de o rotayı izlemek olduğudur.

Bunu söylerken de bir gerçeğin de altını çizmek gerekiyor.

Bu tarz bir siyaset tarım toplumu olan Aydın’a özgü küreselleşme öncesi, temsili demokrasi döneminde geçerliliği olan bir siyaset yapma şeklidir.

Sivil toplum örgütlerinin bu denli yaygın olmadığı, o nedenle demokrasinin temsili olmaktan öte geçemediği 1980 öncesi dönemde siyaset ölçülü, ölçüsüz vaatlerle seçmenin oyunu almaktan ibaretti.

Gerçi o dönemde verilen sözlerle uçuk kaçıklıkta şimdikiler arasında yine de pek bir farkın olduğu söylenemez.

O dönemde gerçekleşecek projelerin zamanı ve takibi bakanlıklara aitti, siyasetçiye düşen temel atmak ve açılış yapmaktı. Ayrıca işsizlik de bu kadar can yakıcı bir sorun değildi.

Yapılacak yatırımlarda siyasetçinin programa aldırma dışında pek fazla yükümlülüğü de söz konusu değildi.

***

1990’lı yıllarda başlayan küreselleşme bütün dünyada olduğu gibi bizde de etkisini gösterdi, siyaset ve ticaret başta her alanda önemli değişiklikler oldu.

O dönem ayrıca sivil toplum örgütlerinin yaygınlaşması sonucu yönetimlerde katılımcı demokrasinin de etkisinin belirgin şekilde görüldüğü yıllardı.

1990’lı yılların devrim niteliğindeki önemli bir gelişmesi de faksın ve internetin her alanda olduğu gibi ticarette de kullanılmaya başlanmasıdır.

Bu iki olay sadece ticarette değil toplumsal hayatın her alanında değişim ve dönüşüme etkisi büyük oldu.

Çünkü bu gelişme önceleri ülkeler arası yapılan ticareti hem kolaylaştırdı hem de yaygınlaştırdı ayrıca ticareti büyük kentlerin tekelinden çıkardı ve kentler arası yapılır hale getirdi.

O günlerde bu değişim gelişimi doğru okuyan ve ona göre pozisyon alan belediye başkanları, siyasetçiler ve sivil toplum aktörleri birlikte kentlerine çağ atlattılar.

Kayseri, Eskişehir, Konya, Gaziantep gibi kentler bu şekilde marka şehir unvanı kazandılar.

Aydın’ın şanssızlığı da tam da bu noktada başlıyor.

Gerek yerelde belediye başkanı gerek genelde milletvekili ölçeğinde bu değişim ve dönüşüme önderlik edecek hikâyesi Aydın olan, ideal hırs sahibi bir kadroyu bulamadı.

Yani yaya kaldık.

Aydın’ın sorunlarını çözmesi, gelişmesi için vurulan bu prangadan kurtulması gerekiyor.

Siyasetçinin bu konudaki yükümlülüğüne gelecek yazıda devam edeceğiz.