Henüz 15 yaşında, elinde gitarıyla halkın karşısına çıktığında, bu Batı icadı enstrümanla türkü söyleyen kız çocuğuna şaşırdı Türkiye. Ama kadife gibi sesi yüreklerin bamtelini titretince bağrına bastı Selda Bağcan’ı. İlk konserini 8 yaşında, Van’da küçük bir sinema salonunda verdi… 15 yaşında ‘Küçük Selda’ olarak Ankara’da tanındı. Araya bir fizik mühendisliği eğitimi sıkıştırdıktan sonra müzik dünyasına ‘Selda’ olarak muhteşem bir dönüş yaptı. 1980’leri, 12 Eylül sebebiyle ‘yasaklı Selda Bağcan’ diye geçirdikten sonra genç jenerasyonlar şimdi kendisini ‘dünyaca ünlü Selda Bağcan’ olarak tanıyor. Rolling Stones dergisi onu 100 Yılın En İyi 100 Kadın Vokali listesine aldı. Hollywood starlarından hayranları var.

O ACI GIRTLAĞINA ÇOCUKLUK ARMAĞANI

Bu muhteşem sesi müzik dünyasına kazandıran ise telleri kopuk bir gitar olmuş. Kuzeninin bir kenara attığı gitarın tellerini tamir edip, ilk konserini 8 yaşında kardeşlerine vermiş. Çocukluğu Van’da geçse de hikayesi 1948 yılında Muğla’da başlıyor Selda Bağcan’ın. Balkan göçmeni bir baba ile öğretmen bir annenin dört çocuğundan biri olarak dünyaya geliyor. Veteriner olan babasının memuriyeti nedeniyle bir yaşındayken ailesiyle Van’a yerleşiyorlar, hayvan hastanesinin arkasındaki lojmanlara taşınıyorlar. Babası köy köy gezip büyükbaş hayvanları tedavi ediyor, aşılarını yapıyor. Selda’nın da çocukluğu hayvan sürülerinin oluşturduğu pastoral manzaralar içinde geçiriyor. Ancak bu güzel çocukluk, babasının aşı yapmaya gittiği köylerden birinde pis su sebebiyle tifo kapmasıyla yarıda kalıyor… Baba acısını henüz 9 yaşındayken yaşıyor. Selda ve üç erkek kardeşi anneleriyle Ankara’ya dönüyor, teyzelerinin evinin alt katına yerleşiyorlar. İşte hayatının dönüm noktası da bu ev oluyor. Gerisini onun dilinden dinliyoruz:

RUM KOMŞUNUN EVİNDEN GELEN FLÜT SESLERİ…

“Babam, şimdiki Makedonya’da bulunan Manastır’da 1913 doğumlu bir Balkan göçmeniydi. Babası ve altı kardeşi Çanakkale’de şehit olmuşlar… Kurtuluş Savaşı esnasında babam henüz bebekken Turgutlu’daki evlerini Yunan askerleri basmış. Rum komşuları babamı bir üzüm küfesinin içine saklayarak kurtarmış. Bu Rum komşu flüt çalarmış, babam yan evden gelen müzik sesinden etkilenerek her tür üflemeli enstrümanı çalmayı öğrenmiş. Çocuklarına da bu müzik sevgisini aşıladı. Ben daha a-be-ce demeden do-re-mi ile mandolin çalmayı öğrendim. Van’daki sinema salonunda kardeşlerimle konserler verirdik. İlk konserimi 7-8 yaşında verdim! Daha sonra teyzemin evinde kuzenimizin telleri kopuk gitarını tamir edip erkek kardeşlerimle yeniden müzik yapmaya başladık. Evde piyano da vardı ama bize dokundurtmazlardı. O zaman içerlerdim buna ama şimdi hak veriyorum! Ben de evime biri gelip piyanomu kurcalarsa çok kızıyorum, akordunu bozuyorlar! Teyzem haklıymış diyorum.”

‘FENDEN ÇAKINCA FİZİKÇİ OLDUM’

Teyzelerinin evinin alt katında başlayan müzik macerası, bir süre sonra daha ciddiye biniyor. Selda Hanım anlatmaya devam ediyor: “Bizim biraderler müziğe sardılar. İtalya’dan gelen Mario diye bir müzisyen, benden iki yaş büyük abime gitar dersleri vermeye başladı. Sonra ben de gitar çalmayı ağabeyimden öğrendim. Ağabeyim benim kadar çalamıyor, deliriyordu. Sonra üç erkek kardeş, üçü de yüksek tahsilli, bir orkestra kurup 1970’te Beethoven isimli kendi yerlerinde çalmaya başladılar. O zamanlar Ankara’nın en nezih gece kulübüydü… Sürekli doluydu.” Peki o sırada Selda Bağcan ne yapıyordu? Sakince “Yerleri siliyordum” diye yanıtlıyor: “Ben Fen Fakültesi’nde öğrenciydim ve onlara sadece yardım ediyordum.” Fen fakültesi mi? Gitar derslerinden fen fakültesine nasıl gelindi? Bağcan gülerek boşluğu dolduruyor: “1963’te, ben 15 yaşındayken yine meşhur oldum; ‘Küçük Selda’ diye! O zamanlar yabancı dilde şarkılar söylüyordum. Şarkıcı Alpay elimden tuttu, stüdyosunda kayıtlar yaptık. Ankara Radyosu o zamanlar bölgesel radyo olduğundan şöhretim yalnız Ankara’ya münhasır kaldı. Fakat o sene lisede fizik dersinden çaktım! Sınıfta kalınca müziği bıraktım, lanet okudum! Hocalarda da ‘Bu şöhretli ya derslerine çalışamaz’ diye bir ön yargı vardı. Halbuki bunun tam tersiydi. Bir sene sonra iftihara geçip sonra da fizikçi oldum! Ankara Üniversitesi Fizik Mühendisliği’ne girdim.”

‘NASA’YA GİTME HAYALİM YOKTU’

Ancak geçmişi de nereye gitse onunla beraber geliyordu. Okulda ufaklıktan gelen şöhretini bilenlerin “Bize gitar çal” ricalarını geri çeviriyordu. Müziğini sadece evde icra ediyordu. Bunu neden yapıyordu; fizikçi mi olmak istiyordu? Yanıtlıyor: “Fizik mezunları ya TÜBİTAK veya TRT’de çalışıyor ya da Amerika’da NASA’ya gidiyordu. Benim hiç öyle bir hayalim yoktu. Zaten fakülte o kadar zordu ki… Bizde dersi vermek için üç hak vardı. Sonra atılıyordun. Üçüncü hakkımda dersleri verebildim. Okuldan atılanlar o sene boykot yapmıştı. 1968 olayları ilk bizim okulda işte o boykotlarla başladı. Ben yürüyüşlere katılamazdım, dersler çok zor olduğundan eve gider çalışırdım! Bütün fakülte hayatım boyunca derslerden 10 üzerinden 5 aldım. Bitirdim ama sonunda diplomamı da vermediler! Tek bir dersin imtihanı kalmıştı, o da İnkılap Tarihi. O sınavı kopya çekildiği iddiasıyla iptal ettiler. Oysa ben dokuz alan tek kişiymişim. Bir daha o imtihana girmedim, kaldı o iş…” O iş orada kalıyor ama üniversite son sınıfta, dönemin türkü sanatçısı Saniye Can’ın hayatına girmesiyle, “Artık zamanı geldi!” diye ara verdiği müziğe geri dönüyor.7-8 yaşlarında Van'da ilk performans!

RÜYAMDA SAHNE PERUĞUMUN DÜŞTÜĞÜNÜ GÖRÜRDÜM

Selda olarak tanınmaya başlayacağı kapı, 3 erkek kardeşinin işlettiği Beethoven isimli gece kulübünde açılıyor. Dedik ya film gibi hayatı. Tam da Türk filmlerindeki gibi yerleri paspaslarken! Anlatıyor: “O dönem hep ‘Johnny gitar kültürü’ dediğim Batı müziği dinlerdik. Türküleri 1968’den sonra sever olduk. Sabah 5’te kalkar, bir akrabamızın hediye ettiği teyple köylülere yönelik türkü programlarını dinler ve kayıt yapardım. O teyp olmasa Neşet Ertaş şarkılarını öğrenemeyecektim. Saniye Can’ın evinde Ankara Radyosu sanatçılarıyla meşk ediyorduk. Bu arada bizim mekana o dönemin tüm ünlüleri geliyordu; Cem Karaca, Barış Manço, Esin Avşar, Ayla Dikmen… Sonra Cem Karaca ve Barış Manço’nun üzerine sahneye çıkıp gitarla şarkı söylemeye başladım; patronun kardeşiyim ya! Tam Fikret Kızılok’un geleceği gün 12 Mart oldu. O günü hiç unutmuyorum, bugün gibi aklımda; yine yerleri siliyordum. Elimden tutan Türkan Poyraz’ın desteğiyle üç ay sonra ilk iki 45’lik plağım aynı gün çıktı ve patladı! (Özellikle ilk 45’liğindeki ‘Katip arzu halim yaz yare böyle’ tüm Türkiye’nin diline dolanıyor.) 1971’in Temmuz ayında müzik dünyasına ‘Selda’ olarak paraşütle indim! Bütün sosyete beni izlemeye aktı! Bu arada okul daha devam ediyordu. Turnelerde millet gezmeye giderken ben diferansiyel denklemler sınavına çalışıyordum! Fakültedeki en yüksek notu (7/10) sonra bu dersten aldım! Fizik kariyerimi de uzun yıllar yeğenlerim ve mahallenin çocuklarına fizik ve matematik dersleri vererek devam ettirdim! Öyle rüyalarıma girmiş ki uzun yıllar kendimi sınavlarda gördüm. Sonra sınavların yerini kabuslarımda konser stresleri almaya başladı! O sıra gazinolarda peruk takıyordum, peruğun düştüğünü görüyordum! Ya peruğum düşüyor ya ayakkabının biri yok… Konserlerde gitarımın telleri kopuyor!” 
‘AMAN NE RAHATMIŞ SOLCULUK!’

Dünya müzikal açıdan en efsane dönemlerinden birini geçiriyordu 1970’lerde. Piyasada kimler yoktu ki! Freddie Mercury, The Animals, Beatles, Rolling Stones… Bağcan, “O dönem gitarla türkü söyleyen benden başka kimse yoktu. ‘İnce ince bir kar yağar’ ve ‘Yaz gazeteci yaz’ dünyada hit oldu” diye anlatıyor: “1972’den itibaren her sene Anadolu turnesi yapardık. İlgi muhteşemdi. Gazino dönemini 1975’te tamamıyla bitirdim, ‘sol’ konserlere başladım. Cem Karaca’yla turnelere gidiyorduk. 1978’de Türkiye’de 66 şehirde konser yapmıştık. Benim üçüncü günde sesim kısılmıştı. Sürekli iğne oluyordum. Cem Karaca’nın deyimiyle; ‘Anadolu’da kıçımı görmeyen eczacı kalmamıştı!’ O dönem peruk kullanmaktan vazgeçtim. Ne büyük eziyetmiş! Bir daha hiç kullanmadım. Sol tarza geçtik.” Bağcan, bu ‘sol tarz’ın ne olduğunu da şöyle anlatıyor: “Devrimci bacı kıyafeti, yeşil parka! Gazino dönemi terziler, kuaförler, saçlarıma fön çektire çektire bir hal olmuştum. Aman ne rahatmış solculuk!” 1980’e kadar devam eden turneler 12 Eylül darbesinden sonra sonlandı. Bağcan, bu dönemi “En son 1979’da Cem Karaca ile ve 1980’de Zülfü Livaneli’yle Batı Avrupa turnesi yaptık. 27 Nisan’da ülkeye giriş yaptım. Bundan sonra felaket başladı. Şarkı sözlerim sebebiyle üç kere hapse girdim. Pasaportuma yedi sene el kondu. 1971’te Selda olarak tanınmıştım. 12 Eylül döneminde yargılanmaya başlayıp “Selda Bağcan tutuklandı” haberleri öne çıkınca ‘Selda Bağcan’ oldum!” diye anlatıyor. Zor geçen 1980-1987 yıllarından sonra hayatının en güzel dönemininse dünyanın her yerinden festivallere katıldığı son 10 yıl olduğunu söylüyor Bağcan.1973, Selda ‘Hey Dergisi’ kapağında

KENDİ GENÇLİĞİNE NE SÖYLEMEK İSTERDİ?
ÇOK ACI ÇEKTİM, ÇOK AÇ KALDIM AMA HAYAT HER ŞEYE DEĞER

“Sanat hayatımı çok güzel yaşadım. Çok dikkatli oldum hayata karşı. Çok acı da çektim, çok parasız kaldım. 1980-1987 arası hiçbir birikimim yoktu; birden kalmışsın ortada, konser de yapamıyorsun… Resmen aç kaldım. Yaşandı, her şeye rağmen güzel günlerdi. Türkiye’nin, insan ilişkilerinin daha temiz olduğu zamanlardı. Fakat her şey hayat tecrübesi katıyor. Ben tarihe de çok meraklıydım. Bazen “keşke tarihçi olsaydım” diye düşünüyorum ama matematik bilmenin hayatta şöyle bir faydası oluyor; rasyonel bir bilim olduğundan kötülüğün nereden geleceğini herkesten önce görüyorsun. Heyhat sanat hayatımda 50. yıla yaklaşıyorum…” 1969, Amasya’da kuzeninin sünnet düğününde sahnede...

ŞİMDİKİ GENÇLERE ÖNERİLERİ NELER?
İHTİRAS TRAMVAYINA BİNİP HİÇ İNMESİNLER


“İhtiras tramvayına binsinler ve hiç inmesinler… Özellikle pandemi dönemi gençleri çok ümitsizliğe itti. İlk bir ay ben de çok korktum. Sonra ‘40 Yılın 40 Şarkısı 2’ albümümü çıkardım. Albüm çıkınca “Oh be” dedim… Devamı gelecek. Bugüne kadar yayınlanmış 400’e yakın şarkı söylemişim. Sonunda 240 şarkılık bir repertuvar olacak. İnşallah bu seri bitmeden ölmem!” 

FRODO DA HAYRANI
Yüzüklerin Efendisi’nin Frodo’su ünlü aktör Elijah Wood, tam bir Selda Bağcan hayranı.