KİTABIN ORTASI

DENİZ DEMİRDAĞ

Kitabın Ortası dergisinden Deniz Demirdağ, Mükemmeliyetçi, realist, kimi zaman da tatlı-sert tiyatro ve sinema oyuncusu Defne Yalnız ile sanat hayatını konuştu. Defne Yalnız, “Alfabeyi öğrenmeden önce randevuya geç gitmemeyi öğrendim, disiplini öğrendim… Bu bir yaşam biçimi, hep söylerim para için çalışmıyorum alkış için çalışıyorum. Parayla satın alınamayan bir şey için…” diyor.

Oyuncu olmaya ne zaman, nasıl karar verdiniz bu konuda aileden bir teşvik aldınız mı?

Kendim karar vermedim. Annem oyuncu olmamı istedi. 6 yaşında da Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümünde başladım oyunculuk yapmaya. Yani 64 senedir sahnedeyim. İlkokulu ve ortaokulu bitirdikten sonra liseye başladım ancak hastalıklar ve o yaşın verdiği bir tembellik nedeniyle bitiremedim. Ancak babam kültürsüz sanatçı olmaz dedi ve 1965 senesinde Devlet Konservatuarı’na girdim, 1969 senesinde de mezun oldum. Daha sonra 1969-1976 yılları arasında Devlet Tiyatrosunda çalıştıktan sonra ayrıldım. 20 yıl Devlet Tiyatrolarında çalıştım.

Tiyatronun sizdeki karşılığı nedir, sahnede olmak sizin için ne ifade ediyor?

Belli bir cümleyle ifade etmeyi düşünmedim bu duyguyu. Ama benim için bir yaşam biçimi gibi çünkü çok erken yaşta bu işin eğitimine başladım. Mesela, 9 yaşına kadar “R” harfini söyleyemiyordum. Tiyatroda çalıştırırlardı beni. Alfabeyi öğrenmeden önce randevuya geç gitmemeyi öğrendim, disiplini öğrendim… Bu bir yaşam biçimi, hep söylerim para için çalışmıyorum alkış için çalışıyorum. Parayla satın alınamayan bir şey için…

Provalarda Metni İlk Ezberleyen Benimdir

Bir oyun için hazırlıklar ne kadar sürüyor? Oyun öncesi gerçekleştirdiğiniz bir rutininiz var mı?

Bir rutinim yok. Metin elime gelir ve okuması bittiğinde zihnimde elbisesinden ayakkabısına kadar her şey belirir. Provalarda metni ilk ezberleyen benimdir. Televizyon işlerinde çalışmak hızlı ezber yapabilme becerisi kazandırıyor. Dolayısıyla bende öyle bir hazırlık olmuyor. Mesela, sakat rolünü oynuyor olsaydım onu gözlemler miydim diye düşünüyorum ama zaten mesleği oyunculuk olan kişiler farkında olmadan yaptığı gözlemlerle onu hatmetmiş oluyorlar.

Sahnedeyken motivasyon kaynağınız ne oluyor?

Ben motive olmaktansa motive etmeyi tercih ederim ve benim motivasyonum da disiplin ve saygılı çalışmaktır. Çalıştığım ekip arkadaşlarımın motive olması beni de motive ediyor.  Çünkü alkışı sadece ben alayım diye bir şey yok. Bu toplu yapılan bir iştir. Ben de herkesin alkışı hak etmesi ve alması gerektiğine inanırım.

Oyunculuğun sizi besleyen tarafları neler?

Oyunculuk benim için bir yaşam biçimiydi hep, dolayısıyla beslenme konusunu hiç düşünmedim. Ancak daima kendime sıradan bir insan olmayacağım ve yaptığım işle ön planda olacağım, dedim. Tiyatroda karakter oyuncusu olduğunuz zaman ömrünüz uzun oluyor.

Bu Mesleği Yaşam Biçimi Olarak Kabul Etmelisiniz

Oyuncunun rolüyle seyirciyi etkilemesinin en temel yolu nedir?

Böyle bir temel yol yoktur. Ancak bir püf noktası vardır. İyi bir oyuncu pazar malını bile ünlü bir markanın malı diye satar. Kötü oyuncu ise çok iyi bir markanın malını bile satamaz. Ben halkımı çok iyi tanırım ve seyirciyi avucumun içine almayı çok iyi bilirim. Ama bu durum da her oyuna, her temsile göre değişir. Bence fazla şehir efsanesine dönüştürülmüş bu iş. Konsantre olamıyorum, odaklanamıyorum, role giremiyorum… Özünde bu mesleği yaşam biçimi olarak kabul ettiğiniz zaman sorun yaşamazsınız.

Tek kişilik bir oyun oynamanın zorlukları nelerdir?

Tek kişilik bir oyun oynamanın zorluğu, herhangi bir tirat girmeniz gereken bir sahnede yardım edecek, sizi kurtaracak kimsenin olmaması. Kendi paçanızı kendiniz kurtarmak ve 1 saat boyunca ayakta konuşmak zorundasınız. O yüzden her baba yiğidin harcı değil, belli bir teknik birikime bağlı; herkes yapamaz. Ben çok severek oynadım tek kişilik oyunları, yorgunluk hissetmiyordum ama beden yoruluyordu tabi.

Başarılı bir oyuncu olmanın bir sırrı var mıdır? Yetenek ve eğitim olmazsa olmazı mıdır bu mesleğin?

Hiç kabiliyetsiz birini bile tiyatro sahnesinde oynatabilirim. Fazla çalışırım, emek veririm… Ama disiplini öğretemem! Eğitimsiz olan, oyuncu olamaz demek değil ama bir oyuncunun disiplinli olması, disiplinli bir çalışma prensibinin olması çok önemlidir.  Türkiye’de konservatuvar bitirmemiş alaylı dediğimiz çok önemli isimler var, onlarda usta çırak ilişkisiyle buralara gelmiştir.

Televizyon İcat Oldu Oyunculuk Bozuldu

Eğitimini almadan oyunculuk yapılmasını doğru buluyor musunuz?

Bu meslek maymun iştahlılıkla olacak bir iş değil. Özel bir kurs açtı menajerim, kimler kimler geldi… Zannediliyor ki parayı verince oyuncu olarak çıkacak oradan. Ama öyle bir şey yok. Silah icat oldu mertlik bozuldu demişler ya televizyon da icat olduğundan beri oyunculuk bozuldu. Zaten ben de televizyon dizilerindeki genç insanlara oyuncu demiyorum, onlar resim verenler. Ağlama sahnesinde “Üzülerek bak!” diyor, yönetmen bu sahne 22 kere çekiliyor. Şimdi ağlamak da kolay iki damla ilaçla da yapılabiliyor. Montajla her şey düzeltiliyor ve sonra çok güzel oynamışım oluyor. Çabuk ben oldum diyorlar ancak meslek ömürlerine bakmak lazım.

1968 senesinde televizyon kuruldu ve ben 1968 senesinden beri televizyondayım. Haber spikerliği hariç yapmadığım program türü kalmadı. Televizyonun bir sihri var evlere giriyor ama ben bile şaşırıyorum şöhretinin nasıl hâlâ devam edebildiğine. Televizyon dünyasında herkes çok çabuk ben oldum zannediyor. Türk sineması sanatçıları vardı eskiden, şimdi televizyonları mankenler sardı. Sonra yönetmenlerin çoğu montajı bilen ama yönetmenlikten haberi olmayan kişiler. Bence televizyon dünyası sömürü dünyasıdır, bu yüzden zeytinyağlı dolmaya benzetiyorum.  Emek verirsiniz iyi yapmışsınızdır ama çok çabuk biter. Zor bir iş ve çok özensiz yapılabiliyor.

 “Küllerin Arasında” bu sezonun yeni oyunu. Oynadığınız bütün oyunlarda salon hınca hınç dolu oluyor. Gelen teklifleri değerlendirirken nelere dikkat edersiniz? Bu oyunda yer alma kararını nasıl verdiniz?

Oynadığım oyunun benim çıtamda olması lazım, oynamış olmak için oynamam. O heyecanı, o bütünleşmeyi yaşadıktan sonra sıradan oyunları kibarca reddederim. Haldun Dormen saygı duyduğum bir insan, bu oyun için o aradı beni. Haldun Dormen arayınca hayır demek imkânsız ama o dönem bende başka bir iş için söz vermiştim. Durumu Haldun abiye izah edince anlayışla karşıladı, tamam, dedi. Ama ben çok üzüldüm, Göksel Kortay’a telefon açtım, o da ben çözerim bu konuyu, dedi. Bu sırada ben daha öncesinde kabul ettiğim diğer iş için çalışmalara başladım, çalışmalar bitti ve geri döndüm. “Küllerin Arasında” oyununun provaları da 20 gün sonra başladı. Dolayısıyla benim programıma da denk gelmiş oldu ve içerisinde yer almış oldum. Hızlı bir çalışma süreci oldu. Oyunun asıl provasını oynamaya başladıktan sonra yaptık. Keyifliydi ve metinde de müsaitti, bende yaptığım işten memnun kaldım. Siz sahneden inerken seyirci sizi alkışlıyorsa o alkış sizedir.



Bu Meslek İstanbul’da Yapılmak Zorunda

Hiç mesleğinize dair pes ettiğiniz, geri çekilmek istediğiniz bir dönem oldu mu?

1976 yılında Devlet Tiyatrosundan atıldım. Ama ekmek yemem lazım, tencere bir şekilde kaynayacak. Bakkal dükkânı açacak hâlim yok. Şov dünyasına geçtim, nefret ettim diyemem, yalan olur ama o hayata bayıldım da diyemem sadece yapmam gerekeni yaptım. 1980 senesinde Mete Sezer ile evlendim, tiyatroya dönmemiştim ama gazino furyası benim için hız kesmişti. Benim sahne şovum o kadar kuvvetliydi ki bütün işlerim notalıydı ama bir süre sonra yapamayacağımı anladım; kaliteye alıştıktan sonra zor geldi. Etiler’de çalıştıktan sonra Bağcılar’da bodrum katında çalışmak zor gelmişti. Mete de emekliye ayrılmıştı o dönem küstük mesleğe ve Anamur’a yerleştik. O da doğru bir karar değildi; ortalık bir şeylerden bıkıp kaçıp sonra dönenlerle dolu, 24 saat geçmeden pişman oluyorlar. Benim mesleğim İstanbul’da yapılmak zorunda dolayısıyla 1996’da İstanbul’a döndüm. Sonra Ankara Devlet tiyatrosuna başvurdum kabul edildim ve oradan da emekli oldum.

Uzun yıllardır oyunculuk yapıyorsunuz. Geçmişten günümüze baktığınızda sektörde ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Türkiye’de 12-13 tane konservatuvar var, gençler de haklı, dikiş tutturamayanlar konservatuvarda okumaya kalkıyor. 4 yılın sonunda hepsi en iyi benim diye dolaşmaya başlıyor. Ama gerçek çok acıklı, çok dramatik bir şeydir. 10-12 senedir Şehir Tiyatrosuna kadro verilmediği için sınav yapılmıyor. Sınav yapılmayınca da yeni mezun ne yapacak; tenceresini kaynatmak için 4-5 kişi birleşip 30 kişilik salonlarda bir şeyler yapıyorlar. Ben klasik tiyatrocuyum, seyirci olarak, iyi bir prodüksiyonsa seyredebilirim. Çok fazla küçük tiyatrolar açılmış ama bu böyle gitmeyecek, değişiklik olacak, inanıyorum. Tiyatronun sanatçısız olamayacağı anlaşılacak. Çünkü 18 yaşında oyuncu yok, Devlet Tiyatrolarında… En genç oyuncu 50 yaşında… Dolayısıyla genç oyuncuları dışardan istihdam ediyorlar. O zaman da disiplinli bir çalışma olmuyor. Disiplin konusunda çok hassasım, eşim Mete “Kadife eldivenli demir yumruk.” derdi bana. Şahsım adına bir şey istemiyorum, herkes yapacağı işin sorumluluğunu taşımalı. Biz Devlet Tiyatrosunun sert olduğu dönemde yetiştik, biraz da ondan kaynaklanıyor bu konudaki fikrim.



Başarı Halka Hitap Etmektir

Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık ne durumda? Sizce sanat nasıl gelişir?

Telefonlar çıktığından beri kötü bir duruma geldi. Herkes sizi gördüğünde resim ya da video kaydetmeye başlıyor. Eskiden de imza vermek vardı, Amerikan filmlerinden özenilen bir şey. Ne olduğunu bilinmiyor ama yırtık pırtık kirli bir kâğıda imza alınıyor. Bilinçli seyircide var tabi ama o bilinçli seyirci resim için gelmez zaten. Seyirci profili hep farklı, bazı geceler salon kahkahalardan yıkılır bazı geceler çıt çıkmaz. Anadolu’da da buna rastlardık, salonda protokol varsa kimse ses çıkarmaz, kimse gülmezdi. Komedi oynuyorsun ama seyircide ses yok. Seyirci sizin düşündüğünüz gibi düşünmez. Yaptığınız işle halka hitap etmek zorundasınız; başarı halka hitap etmektir.

Sanat ne içindir?  İnsan neden “Sanat” yapar?

Ahkâm kesmeyi sevmem, bunun felsefesini anlatmak durumunda da değilim ama sanat, insan ruhunu törpüleyen insanın insani tarafını öne çıkaran bir şeydir. Ben değil bilim insanları söylüyor bunu. Sanat, insanın olaylara daha ılımlı bakmasını sağlıyor.

Küçüklüğünüzden beri sahip olduğunuz bir alışkanlığınız var mı?

Babam titiz bir insandı ve annemde babama ayak uydururdu. Ben dağınık ama temiz bir insanımdır. Herhangi bir takıntım, alışkanlığım yoktur. Bu arada o dağınıklığın içinde her şeyimin yerini de bilirim. O dağınıklıkta kendi düzenim vardır.

Küçüklüğümde Çok Okurdum

İyi bir okur musunuz? Okurken nelere dikkat edersiniz?

Küçüklüğümde çok fazla okudum ve kitap almak bana her zaman zevk verir her zaman. Hâlâ da severim ama insan tembelliğe alışıyor. 8 senedir televizyon izleme alışkanlığım oluşunca kitap okumak geri planda kaldı. Ancak polisiye romanlar okumayı severim.

Nasıl bir izleyicisiniz? İzlerken nelere dikkat edersiniz, neler ararsınız oyunda?

Dizi izlemem, senaristler hep aynı olunca o beyinden çıkan şey de aynı oluyor. Pilavı iyi yapan hep iyi yapar ama börek yapamaz. İncecik “Yaprak Dökümü” romanını 80 bölüm dizi yaparsan olmuyor maalesef. Dikkatimi çeken birkaç program var onları izliyorum, zaten saat 18.00’e kadar televizyon açmam, evde televizyon haberler başladığında açılır. Arka arkaya film izlemeyi sevmem, ilk 3 dakikasında beni sarmıyorsa devam etmem. Kitapta öyle ilk 10 sayfasında sarmıyorsa okumaya devam etmem.

En sevdiğiniz tiyatro oyunun-filmin adı?

En sevdiğim tiyatro/film diye bir şey olmadı, tekrar tekrar izlediğim bir tiyatro oyunu yok ama film olmuştur. Seyretmeye doyamadığım filmler olmuştur, bir sürü başyapıt var. Bazen de sinirleniyorum çok yetenekli oyuncuları izlediğim zaman, bu kadar güzel oyunculuk olmaz, diye…

Özlem Duygusu Beni Üretken Yapar

Dinlemekten en çok keyif aldığınız müzik türü?

Gençliğimi hatırlıyorum bizim zamanımızda babamın makaralı teybi vardı ona da dokunmak yasaktı. Aslında klasik müzik dinlemeyi severim ama 14 sene gazino sahnesi yapıp yüksek desibelli müzikle iç içe olduktan sonra evde müzik dinlemeyi hayatımdan çıkardım. Uzun yolculuklarımda bantlar hazırlar dinlerim, şimdiki pop müzikten hiç hoşlanmam. Genel anlamda iyi bir müzik dinleyicisi değilimdir.

Sizi en üretken yapan duygu nedir?

Galiba özlem… Uzun ara verip özlemişsem tiyatroyu ve yeni bir karakteri canlandırıyorsam daha heyecanlı başlıyorum. Kuliste her şey yolunda ve saygıyla gidiyorsa, seyirci alkışı da bolsa çok daha keyifli oluyor.  

En sevdiğiniz şehir?

Paris… Eylül’de gitmeyi planlıyorum. Ayrıca İzmir’i severim, kendine has bir havası vardır.

Yakın zamanda hayata geçirmeyi planladığınız yeni bir projeniz var mı?

Ben ve benim gibiler için böyle bir durum yok bizim işimiz projeyi hayata geçirmek. Şimdilik yeni bir teklif yok telefon çaldığında heyecanla yeni teklif mi var diye açtığım doğru. Evde oturmaktan sıkıldığım zamanlarda bazı projelere bölümlük oyuncu olarak da gidiyorum ama uzun süreli bir iş gelmedi şu sıralar.

Yazmayı düşünmüyormuşsunuz?

Bir dönem çok moda olmuştu sanatçıların hayat hikâyelerini yazması, bende sıkı bir biyografi takipçisiyim. Bir ara yazacağım dedim; kalemim de iyidir aslında… İroni kokan mizahi bir tarzım vardır. Aynı zamanda söylediğim her şeyi belgelemeyi de severim, bu şekilde 4 cilt var yazdığım. Bu arşiv benim doğduğum günle başlıyor. Babam, 1. sınıftan konservatuvar son sınıfa kadar pasolarımı, karnelerimi arşivlemiş sonra ben devam ettim kendi özellerimi ve mesleki şeyleri arşivledim ve şu an 4 cilt oldu. Bu yazdıklarımı da Türk Eğitim Vakfı’na bağışladım.