Pazartesi Venedik’ten Altın Aslan alarak dönen “Joker”, 44. Uluslararası Toronto Film Festivali’nde de Pazartesi yapılan, Joaquin Phoenix ile Robert De Niro’nun da katıldığı galasında alkışlandı. Film, özellikle kült karakterin orijin öyküsünü ilginç referanslarla işlerken, ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ve 'En İyi Film' dallarında da Oscar için iddiasını ortaya koyuyor.

 BATMAN KÜLLİYATININ EN GERÇEKÇİ TEMSİLİ

DC’nin ünlü süper kahramanı Batman’in filmlerinin, Joker adlı ikonik kötü adamıyla da anıldığını biliyoruz. Hatta en son ‘Kara Şövalye’ (‘The Dark Knight’) serisinde Heath Ledger bu konuda bir efsaneye dönüştü. Vefatıyla da sevenlerini yasa boğdu işin doğrusu.

 2019 tarihli yeni bir ön bölüm ya da yan bölüm başlangıcı olması için yola çıkılan Todd Phillips-Scott Silver imzalı senaryo ise bu külliyatın en gerçekçi, karanlık ve kanlı versiyonu. Phillips, bizde ‘Felekten Bir Gece’ (‘The Hangover’) adıyla bilinen rekortmen bir komedi serisi çıkarmıştı; Silver ise 90’larda film çekse de “8 Mil” (“8 Mile”, 2002) ile “Dövüşçü”nün (“The Fighter”, 2010) Oscar’a aday olan ortak senaristi olarak biliniyor.

 

JENERİKTE YAZMASA DA ALAN MOORE ETKİSİ ÇOK BARİZ
Bu ikili temelde grafik şiddetle tartışılan Alan Moore’un 1988’de çizdiği ‘Batman: The Killing Joke’ çizgi romanını feyz alıyor. Orada karakterin çıkış öyküsü, bir stand-up komedyeni olarak tasvir edilmişti. Bunun da kanlı olduğunu gördük. Zaten Moore, 2001’de “Cehennemden Gelen” (“From Hell”) adlı Karındeşen Jack’in hikayesini ele alan çizgi roman uyarlamasından sonra 2009’da da başyapıt seviyesindeki “Watchmen” ile dikkat çekmişti.

2005 tarihli “V”de (“V for Vendetta”) adının jeneriğe yazılmasını istemeyip geri planda kalmayı seçti, burada da benzer bir strateji ile yola çıkıyor. Filmin onun eserinden uyarlandığı hiçbir yerde yazmıyor. Ama işin tuhafı “Joker”in ya da Moore’un eserinin yaşattığı  “Watchmen”in yan bölümü izlenimi…

HUGO'NUN ‘GÜLEN ADAM’INI 80’LER NEW YORK’UNA TAŞIYOR

Bu durum da aslında merkezde vücudunun her yeri yara bere içinde kalmış, çelimsiz ve çocukluğunda ailesi tarafından şiddete maruz bırakılmış bir öteki/hilkat garibesi portresi çiziliyor. Yönetmen filmi oluştururken, öncelikle Victor Hugo’nun 19. yüzyılda yazdığı ‘Gülen Adam’ gerçeğini merkeze yerleştiriyor. Uyarlamalarda bu etki, çok bariz bir şekilde hissedilse de buradaki kadar öne çıkarılmamıştı. Bu kaynağın 1920’lerde Alman dışavurumculuğu yıllarında uzun metraja uyarlanıp sinema yolculuğuna erken başladığı biliniyor.

Bu edebi esere Kemal Sunal da 1990’da “Gülen Adam”la saygı duruşunda bulunmuştu. Burada gülmesini tutamazken filmin ilk 10-15 dakikasını konuşmadan geçiren, adeta dünyayı bir stand-up ya da pandomim yeri olarak algılayan öznele yakın bir yapı kuruluyor. Bu durum da filmin gerçekçi renklere, mat dokuya ve gölgelere eğilimini anlamlı hale getiriyor. Çarpık açılar ve alt açılar da bolca Gotham’a realist bir neo-noir atmosferi katıyor. Asla Burton’ın ilk iki filmindeki sapına kadar dışavurumcu çizgi roman uyarlaması cinliği canlanmıyor.

HANGİ FİLMLERLE BARİZ BAĞLANTI KURUYOR?

Karakterin geçmişi ‘Gülen Adam’dan yola çıkmayıp Amerikan sinemasını feyz alırsak 1930’ların “Hilkat Garibeleri” (“Freaks”, 1932) adlı klasiğe kadar götürülebilir. Sonrasında da aslında Herzog’ta gördüğümüz ötekileri başrole yerleştirme ezberi de bir cesaret aşılamış olabilir.
81’de geçtiğini hissettirirken açılışı ve kapanış grenli bir şekilde aslında ağlatmayı da dokunaklı bir şekilde servis eden bir yaklaşım var. Scorsese, “Kahkahalar Kralı”nda (“The King of Comedy”, 1982) Jerry Lewis’e de saygı duruşunda bulunan bir komedyen filmine imza atmıştı, ama burada onun kanlı kardeşi var aynı yıldan. Orada başrole yerleşen Robert De Niro’nun burada ‘saygı duyulan talk show sunucusu’ olarak çıkagelmesi de boşuna değil.

Bu durum karşısında “Joker”in sinema sahnesiyle “Modern Zamanlar”a (“Modern Times”, 1936), kapanış sekansıyla “Şebeke”ye (“Network”, 1976), genel damarındaki intikamcılıkla “Taksi Şoförü”ne (“Taxi Driver”, 1976) gönderme yaptığını, onlardan anları kopyala-yapıştır olarak kullandığı kesin. Bunun atmosfere katkısından ziyade 80’lerden ortaya çıkan yan bölüm öyküsünü çekici hale getirdiği söylenebilir.

'JOKER’, ‘ARTHUR FLECK’ ADLI BİR İNSAN OLARAK TANIMLANIYOR
Film, Bruce Wayne’in babası aristokrat Thomas Wayne’i devreye sokarken de aslında ilk nefretin kaynağını zenginlik olarak belirliyor. Phoenix, Joker karakterinde ilk 10 dakika ve son 30 dakika dışında maske takmamış. Aksine yüz ifadesinde hüzün de yeterli oluyor. Annesinin Thomas Wayne’le bağlantısından siyahi kız komşusuyla ilişki başlangıcına kadar hiçbir şeyin iyi gitmediği vurgulanıyor.
Phillips-Silver ikilisinin senaryosu onu, Arthur Fleck adıyla gerçek bir insan olarak tanımlıyor. Joker, Jack Nicholson da, Heath Ledger’da da rolüne çoktan giren, bu sebeple de kalıcı olan, korkutucu bir süper kahraman filmi kötü adamlarıdır. Arada Jared Leto’nun can verdiği tiplemeyi ise hatırlayan bile yok şimdilerde.

ŞAKACI BİYOGRAFİSİ AKRABALIKLARINI ARIYOR
Burada ise o durum devre dışı kalıp dünyadan, ekonomik problemlerin doruğa çıktığı 80’lerin Reagan yönetiminden intikam alan bir tipleme var gibi. Yönetmen, ‘Kara Şövalye’nin ‘gangster/terörist filmi’ne dönüşme arzusunu yakın duruyor. Ama Nolan gibi destansı bir dil kurmuyor, aksine aksiyon sahnelerinden uzak durup ötekileştiren bir karakterin dramını şiddet yüklü bir şekilde devreye sokuyor. Onun üzerinden bize bir ‘şakacı biyografisi’ sunuyor. ‘Joker’in esas isminin anlamına gelen ‘şaka yapan’ın ilk kez böylesi bir kelime anlamı devreye sokuluyor.

“Günah Şehri” (“Sin City”, 2005) veya “Watchmen”in yan bölümü gibi gözüken “Joker”, “Kahkahalar Kralı”nın daha vasıflı ve karanlık kardeşi olarak beliriyor. Ama “Karşınızda Peter Sellers” (“The Life and Death of Peter Sellers”, 2004), “Aydaki Adam” (“Man on the Moon”, 1999) gibi bio-pic’lerin komedyenlere yaklaşımıyla da doğrudan akraba…

 Scorsese’ye göndermelerini devreye sokarken gocunmazken tiplemenin ‘intikamcı filmi’ne kayan dünyasına fazlasıyla alan açıyor. Yavaş yavaş da mecburen işlenen cinayetlerin sahneyle bağlantı açısından vurgulanmasını devreye sokuyor.

 ÇİZGİ ROMAN UYARLAMALARI ARASINDA NEREYE YERLEŞİYOR?

 Phillips, yeni bir yönetmenlik, estetik kazandırıyor mu çizgi roman uyarlamalarına tartışılır. Ama burada “Watchmen”, “Günah Şehri”, “Scott Pilgrim vs. The World” (2010) gibi estetik açıdan zirveyi görürken, merkezi tiplemeleriyle de ‘anti-kahraman’ kullanan başyapıt seviyesindeki filmlerle uzun vadede yarışır mı, bilinmez.

 Ama gerçekçi dokusuyla dikkat çeken, etkileyen bir film yaratmayı beceriyor. İzlandalı alternatif besteci filme ayrı bir hava katıyor. “Batman Başlıyor”da (“Batman Begins”, 2005) Bruce Wayne’in çocukluğuna gittikten sonra DC evreninde şimdi de Joker’in arka plan öyküsünü girme imkanı buluyoruz. “Joker”, öteki hikayesi benimserken Herzog kadar ileri gidiyor mu tartışılır, ama ‘Kara Şövalye’ filmlerini kolaylıkla ekarte ediyor.