Eşim de, ben de çalıştığımız için seyahat planlarken, çocuğumuzun henüz okul çağında olmamasının verdiği konforla, ağırlıklı olarak izinlerimizi verimli kullanmaya özen gösteriyoruz. Hal böyle olunca da senede üçün üzerinde seyahat programı yapmanız için hafta sonu ile birleştirdiğiniz, resmi tatillere denk getirdiğiniz 4,5 günlük kısa şehir kaçamakları yapıyorsunuz. Amsterdam için de böyle bir plan yapmıştık ama Hollanda'da gezilecek çok kasaba olduğunu ve bunların ekstra gün anlamına geleceğini gitmeden tam hesaba katamamıştık.



Ve bu gezi için sadece bir gün ayırmıştık. Marken, Volendam, Giethoorn, Zaanse Schans... Hepsine gitmek istesek de bir gerçekle yüzleşmek zorundaydık. Bunların her biri farklı noktalarda ve hepsine bir günde gitmek imkansızdı. Hal böyle olunca bir seçim yaparak hem yel değirmenlerini görebileceğimiz, hem de daha yakın olan Zaanse'yi seçtik. Hepsi tamamdı ama ben Hollanda'nın Venedik'i diye anılan Giethoorn'un o masalsı dokusunu görememiş olduğumuza hala üzülürken, detaylara geçmeden önce daha uzun seyahat planlamanızı ve bizim gibi üzülmemenizi tavsiye etmek zorundayım. 



Amsterdam'dan gidecekler için ilk tercih tren olabilir. Amsterdam / Zaanse arasında 18 km gibi bir mesafe var. Amsterdam Central Train Station'dan "git/gel" seçenekli yaklaşık 10 euro civari bir biletle 15 dakika gibi bir sürede Zaanse'a varabilirsiniz. Alternatif olarak otobüs istasyonundan E peronundan 391 nolu otobüsle aktarmasız yaklaşık 20 dakika da, 817 nolu çok tercih edilmeyen otobüs ile de 40 dakika da ulaşabilirsiniz. 



Biz hiç birini tercih etmeyerek yağmurlu bir gün olması, 3 yaşında bir çocuk ve bebek arabasının da verdiği güçle yine Uber tercih ettik. Yolculuğumuz yaklaşık 12 dakika sürdü. Amsterdam merkezdeki otelimizden, Zaanse yolculuğumuzun fiyatı 38 euro'ydu.  Vardığımızda ilk kurduğum cümle; "animasyon filminde miyiz? " olmuştu. O kadar masalsı ve gerçeğin ötesinde gözüküyordu ki, anlatım için doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyorum. Her zaman olduğu gibi ilk pozu verip ilk dükkanı gezmeye başladık. İlk magnet, anahtarlık, oyuncak alınıp sonrasında alamama riski(!) atlatılınca yel değirmenlerini doğru yürümeye başladık. Değirmenlere gelmeden önce karşımıza çıkan Klompenmakerij'e giriyor ve Clogs adı verilen meşhur tahta ayakkabıların yapımını izliyoruz. Aynı zamanda tarihi de anlatılıyor. Bu ayakkabılar oldukça nemli ve ıslak olan bu ülkede kayıp düşmemek için yapılmış ancak günümüzde ülkenin turistik bir hediyelik sembolüne dönüşmüştür. 



Yel değirmenleri sanıldığı gibi elektrik üretmek için değil, su seviyesinin altında olan bölge için su baskılarının önüne geçebilmek adına, suyu tahliye eden bir pompa görevi görebilmesi için kullanılmış. Şu an yaklaşık 10 yel değirmeni var. Her birinin bir adı var. İçlerinde yağ üretimi, boya üretimi, müze, atölye, sıcak çikolata kafeleri gibi kullanımlar mevcut. Bu sıcak çikolata olanların davetkar kokusuna kesinlikle karşı koyamayacaksınız.



Size kasabanın girişinde bir harita veriliyor, burada hangisinin ücreti ne kadar, nerede, içinde ne yapılıyor görebilirsiniz. Bilgi yarışmasında filan karşınıza çıkarsa diye genel kültür olarak isimlerini paylaşayım:) De Bleeke, De kat (Manzarası müthiş olan), De Huismen (girişi ücretsiz olan), De Bonte, Het Klaverblad, Het Jonge, De Zooker, Poelenbur, Gekreande. Geçmişte ise yaklaşık 600 değirmen varmış. Günümüzde bir çoğunun kanatları çıkarılıp depo olarak kullanılır hale gelmiş.  Biz tercih etmedik ama müze gezmek isteyen olursa Zaanse Schans Card ile 15 euro karşılığında, burada bulunan tüm müzeleri ki; - inanmayacaksınız ama tam 6 tane müze var-ve bir yel değirmenini gezebilirsiniz. Yel değirmenleri müzesi, Jisper Evi, Saat müzesi, Albert Hejin bunlardan bazıları. 



Burada gezerken bisiklet de kiralayabilirsiniz, biz çok fazla dükkana giriş çıkış yaptığımız için kiralama yapmadık, yürüyerek ve fotoğraflar çekerek ilerledik. Yürürken çiftlikleri, muhtesem peynir, çikolata, tatlı, toprak, çimen, ahşap kokuların a bayılacaksınız. Burada yaşayanlar ağırlıklı olarak çiftçilikle uğraşıyor. Eski filmlerde gördüğünüz yerel kıyafetlerle süt sağan kadınlar, taşıyan erkekler, arabalar, samanlar görüyor, şaşkın bir şekilde onların yaşamına hayran hayran bakarken yine Akdenize yerleşme hayali kuruyorsunuz. (Bir Türk klasiği). Çiftliğin yanından Rüzgar'ı ayırmak çok zor oluyor ama başarıyoruz. Peynir fabrikasına giriyor bol bol tadım yapıyoruz. Tadı hala damağımızda olanlar da var, kokusundan dolayı bir daha tövbe dediklerimiz de...



Rüzgar'ı cookie ve şeker atölyesine götürüyoruz, uzun bir kuyruğa girip kendimize muhtesem sıcak çikolatalar alıp yağmurun etkisi ile hafif üşüyen vücutlarımıza bir güzellik yapıyoruz. Rüzgar şekerlerin, kalemlerin, oyuncakların şekillerini incelerken ki; - oyuncaklar tahmin edebileceğiniz gibi yel değirmeni, klompen gibi yerel figürler-mest oluyor. Veda etmek istemediğimizi fark edip, yerleşmek için boş yer var mı diye etrafa son bir bakış atarak alabildiğine üzgün, dönüş için çağırdığımız Uber'le buluşma noktamıza doğru yola çıkıyoruz. İşte tam bu hüzünlü anlarda, yeni rota hayalleri, tutunacak tek tesellimiz oluyor. 

"Seyahatin önündeki tek engel kapının eşiğidir."

Bosna Atasözü.