Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Aydınpost'a abone olun

Aydınpost'a Google News'te abone olun

Oyuncu Eser Eyüboğlu, "Aşık mısın?" sorusuna ise, "Tabii ki, iki tane çocuğumuz var. Aynı hayatı paylaşıyoruz. 7-8 yıl oldu. Sabahattin Eyüboğlu’ndan bir örnek vereyim. Eskiden devlet destekli birtakım sanatçılar otobüslere dolduruluyormuş ve onlara birtakım harcırah veriyorlarmış. Deneme yazanlar, yazarlar, ressamlar; Anadolu’da geziyormuş. Bu seyahatlerden birinde Sabahattin Eyüboğlu bir köy kahvesine giriyor. Aşk nedir diye bir konu açılıyor. Köyde yaşayan vatandaşlardan biri “Ben çiftçiyim. Muhtarın kızı var ya; gönlümde o var. Ama ulaşma şansım yok ona. Bence aşk budur.” diyor. Aşk nedir? Üç harfli bir kelime. Ona göre o, çok basit." yanıtını verdi.

 

 Nasıl gidiyor?

Heyecanlıyım çünkü hayatım değişti. Geçen ayın başında ikiz çocuklarım oldu. O yüzden farklı bir hayata yelken açmış oldum. Dizimiz de çok iyi gidiyor.

 Sence Gönül Dağı neden izleniyor?

Türk toplumu çok özlediği bir şey ile karşılaştı. Aldatmalar, türlü entrikalar, katakulliler filan yok bizim dizimizde. Var ama çok sıcak, çok samimi, çok küçük. Tahmin edilebilir neticeler doğuran birtakım durumlar ile karşılaşıyor izleyiciler. Anadolu yani daha ne söyleyebilirim. O, onunla beraber ya da o öbürünün kuzenine mesaj atmış gibi durumlar yok.

 Diksiyonun, enerjin, duruşun çok iyi görünüyor. Sosyal hayatında nasıl konumlanıyorsun?

İnsanların arkamdan kötü bir şey söylemelerini istemem. Ona göre yaşamaya gayret ederim. Tabii ki birtakım bug’larım vardır. Ama elimden geldiğince kimseyi yaralamamaya, üzmemeye gayret ediyorum. Diksiyon konusunda ise o kadar kasmıyorum. Çünkü alıştım artık. Ben genelde dizelerde şiveli roller oynuyorum. Karadenizli birini oynuyorum oradan İç Anadolu’ya bağlıyorum. Zaten ben normal tonuma hasretim. Prototip tadında takıldığım için oynadığım dizilerde; Ege, Karadeniz ya da Trakya gibi Türkiye’nin tüm bölgelerinde oynamışımdır. Normal hayatta diksiyonuma dikkat ediyorum. Bir de ben Trabzon’da doğdum ve büyüdüm. Eskiden zaten öyle konuşuyordum. Bu diksiyonu sonradan öğrendim ben. Sevdim ve sahip çıktığım için düzgün konuşmaya çalışıyorum.

 Yıllar içerisinde vaktinin çoğu hangi projede isen onunla geçerken kendini bulmakta zorlanmadın mı?

Hayır, zorlanmadım. Bu zaten oyunculuğun tehlikeli tarafları. Ben Ankara Bilkent Üniversitesi’nden oyunculuk bölümü mezunuyum. Çok ciddi kilometre harcadım bu iş için. Esaslı çalışmalarda bulundum ve zamanında yıprandığım çok oldu. “Sırça Kümes” oyununda Tom karakteri vardır. O rolü oynadıktan sonra kendime gelemediğim, depresif olduğum, insanları tamamen reddettiğim zamanlar oldu. Bu iyi değil; profesyonel bir durum da değil. Oynadığın rollerin rol olduğunu idrak etmeli ve onları bir kenara koymalısın. O yüzden şimdi farkındayım ne oynadığımın ve ne yaptığımın.



 Neden oyuncu oldun?

Benim hayatta yapabileceğim çok başka bir şey de yoktu. Matematikten anlamam, birçok insanın anladığı şeyden anlamam. Annem bizi Trabzon Devlet Tiyatrosu’na götürüyordu. Akşam eve döndüğümde ya da geceleri, kendimi o rollerin yerine koyup düşünüyordum.

 Oyunculuğun dışında hayatın çok başka alanlarında da var olabilir miydin?

Ben de bir parça obsesyon var. Herhangi bir şeyi yaptığım zaman elimden geldiğince iyi yapmaya çalışıyorum. Muhasebecime fiş toplarken dahi öyle. Hepsini ay ay ayırırım, üzerini düzgünce yazarım gibi. Mesela müzik ile alakalı bir şeyler yapıyorum. Reklam jingle'ı yapıyorum, sinema filmi müziği yaptım, MSG’de kayıtlı birçok bestem var. Ben, duran bir adam değilim. Oyunculuk aslında insanların dizilerde gördüğü poz vermeye ve alttan Sezen Aksu aksına dayalı değil. Oyunculuk, birçok disiplini içinde barındıran bir sanat. Dans etmen gerek, çok iyi şarkı söyleyebilmen gerek… Çünkü oyuncu konulduğu kabı doldurmalı. Akışkan olmalıdır çünkü bence oyuncu sıvıdır. Ben müzikte okuyabilirdim. Başka bir şey yapamadık oyuncu olduk gibi bir durumum yok. Müzik seçseydim kesinlikle çok şey katardı bana. Armoni bilgim genişlerdi, daha farklı pencereden bakardım.

 Belli karakterleri mi üst düzey oynamak mı yoksa senin kendine hiç kondurmadığın karakterleri de sırf şiar edindiğin için oynar mısın?

Kendimi heder etmem. Zorunda kalabilirim, ekonomik anlamda zorluğa düşebilirim, hayatımı idame ettiremeyecek duruma gelebilirim ve belki de ne kaybederim ki diyerek bir rol oynayabilirim.

 Oyuncu her şeyi kabul etmeli mi?

Her şeyi kabul etmemeli ama bir denemeli. Karakter yaratmak hikayesi var; sen o rolü giyiyorsun üzerine. Fakat bu rol bana geldiğinde yapımcısına biraz bana zaman ver dedim. Ben bunu becerebilecek miyim? Eğlenceli görünüyor ama ben bunu giyebilecek miyim üzerime? Ben bu role neler katabilirim diye düşündüm. Çünkü ben ona bir şey katmazsam o da bana bir şey katmaz.



 Sosyal medyayı takip ediyor musun?

İyi şeyler yazanlara bazen geri dönüp teşekkür ediyorum. İncilerim dökülmüyor böyle yaptığımda. YouTube kanalımda da videolarıma yorum yapanlara bir kalp koyuyorum.

 YouTube kanalında ne yapıyorsun?

Daha çok türkü söylüyorum ve akustik düzenlemeler yapıyorum. Enstrümanların hepsini ben çalıyorum o yüzden çok profesyonel tınlamayabiliyor. İnsanlar çocuklarını uyutuyor yaptığım türküler ile. Geçen günlerde yine bir anne beni etiketlemiş gönderisine. 4 aylık kızını söylediğim “Suya Gider Allı Gelin” türküsü ile uyutmuş.

 Proje açısından da çok katma değeri olur bunun. Sahnelerinde çok beğendiğin bir şarkı oldu mu?

Klişe mi bilmiyorum ama bence hepsi çok güzel oldu. Dizide konu gereği ses yarışmasında abuk bir hareket yaptım. Neşet Ertaş’ın “Bahçe Duvarından Aştım” isimli türküsünü söyledim. İlk ay 8 milyon civarında izlendi. Çok güzel bir etki bu ve benim de hoşuma gidiyor. Bindiğim gemiye bir destek vermiş oluyorum. Kendi ekmeğime de katkı sağlamış oluyorum. Hoşuma gidiyor yani bu durum. Bir de emek veriyorum, saatlerce bunları çekiyoruz. Talep görmesi ve izlenmesi ne güzel bir şey. Benim karakterimin bir lafı var; adeta dercesine şeklinde. Senaristlerimiz bu lafımın üzerine bir türkü hazırlamış. Çok hızlı bir şekilde onu hazırladık ve kliplendirdik. O şarkımızda çok iyi izlenme aldı. En son “Cüzdan Cebe Sığmıyor” isimli bir şarkı yazdım. O da en son iyi gidiyordu.

 Zor olmuyor mu hem iyi şarkı söyleyip hem iyi oyuncu olmak?

Ankara’dan gelen tayfanın İstanbul pastasından pay alma ihtimali gerçekten biraz zorluyor. Okulda bana çok iyi hissettiren dramatik roller oynadım. İstanbul’a geldiğim zaman okulda davrandıkları gibi davranmadılar bana. Bir geldim İstanbul’a herkes hava kaçırıyor. Bir şeylere ihtiyacım vardı aslında. Geliştirebildiğim kabiliyetlerim bana artı oldu. Belki prototip yapıyor bunlar seni belki birbirine yakın roller oynuyorsun. Ama ben hepsini severek oynuyorum ve hayatta kalıyorum. Ankara’dan geldikten sonra İstanbul’da bir şey yapabildim. Benim için şükürlük bir durum.

 En son en çok istediğin şey neydi?

Vokal kabini istedim. Artık komşuları ya da çevreyi düşünmeden bağırıp çağırabilmek istiyorum. Uzun hava ise söylemek istiyorum. Evde kayıt alırken yine bir yalıtımım var ama çok ses çıkarmama izin vermiyor. Çünkü ses gidebiliyor komşulara. Odanın içerisine oda kuruyorlar. Taşındığın zaman çok ufak bir masrafla söküp tekrar başka yere kurabiliyorlar. İçeride bateri filan da çalabiliyorsun. En son en çok istediğim şey bu.

 En son hüzünlendiğin anı paylaşabilir misin?

İki hafta evvel karavanımı sattığımda. Salya sümük ağladım yolda giderken. Karavan bir araba satmak gibi değil; çok dramatik bir şey.

 En son en çok neye şaşırdın?

Set durumum müsaade etmiyordu İstanbul’a gelmeme. Tren bileti bulduğum için çok şaşırdım ve çok sevindim.

 En son en çok neye hayır dedin?

Kendime. Ben enstrüman manyağıyım. Birtakım telli ve nefesli enstrümanlar ile doludur evim. Genellikle el yapımı enstrümanları da özel olarak yaptırıyorum kendime. Benim masrafım bu yani. Çocuklar doğduktan sonra karşıma enteresan bir şeyler çıktı. Hayır Eser, çocukların rızkını buralarda harcama dedim. Alışveriş çılgını değilim, çok ucuz bir hayatım var. Ama enstrüman konusunda çocuklardan sonra kendime hayır demem gerekiyor.

 Ona aslında öyle olmadığını anlatır mısın?

Ben beklemeyen biriyim. Anında görüntücü bir adamım yani. O insanı da kapatırım mesela. Bazen gemi yakarak ilerliyorum. Konuşup çözüyorum ya da konuşup aramızdaki ipleri tamamen çözüyorum. O yüzden geçmişe dönük birine anlatacağım bir şey yok.

 Onu nasıl sevdiğini tarif eder misin?

Biz Trabzonlularda şöyle bir durum var; bu konularda biraz şeyiz. “Seviyoruz yani bunu bu kadar da şey yapmanın anlamı yok” durumu var bizde. Biz sevdiğimiz zaman yere bakan insanız. Ne yapacağımızı bilemeyiz.

 Aşık mısın?

Tabii ki, iki tane çocuğumuz var. Aynı hayatı paylaşıyoruz. 7-8 yıl oldu. Sabahattin Eyüboğlu’ndan bir örnek vereyim. Eskiden devlet destekli birtakım sanatçılar otobüslere dolduruluyormuş ve onlara birtakım harcırah veriyorlarmış. Deneme yazanlar, yazarlar, ressamlar; Anadolu’da geziyormuş. Bu seyahatlerden birinde Sabahattin Eyüboğlu bir köy kahvesine giriyor. Aşk nedir diye bir konu açılıyor. Köyde yaşayan vatandaşlardan biri “Ben çiftçiyim. Muhtarın kızı var ya; gönlümde o var. Ama ulaşma şansım yok ona. Bence aşk budur.” diyor. Aşk nedir? Üç harfli bir kelime. Ona göre o, çok basit.

 Eşin sana aşık mı?

Bence evet ya. Yengeç bir süre yaşar ve sonra kabuğunu bırakır geride. Şu anda Zeynep denizin dibinde bırakılmış kabuk gibi. Çünkü iki tane bebekle ve günde belki iki saat uyuyor. Bu durumda hala beni yüreklendirmeye çalışıyor.



 Nasıl evlenme teklifi ettin? Ne dedin ona?

Biz bir gün Büyükada’da denize tükürme mesafesinde bir şeyler yiyoruz. Keyfimiz çok yerinde, iyi hissediyoruz. Zeynep evlenelim mi biz seninle, dedim. İçimden geldi çünkü o anda. O bana baktı, gözleri doldu ve evlenelim dedi. Ne bir yüzük aldım, diz çökmedim, konfeti patlatmadım, kimseyi toplamadım. Arkadaşları bana baskı yaptı şu sayfadaki yüzük çok güzel bunu düşün diye. Benim için manası yok taşın filan. Birtakım düzenlere hizmet eden bir şey olduğuna inanıyorum. Ben bir insana ayakkabı ya da mont alabilirim. İşe yarayan bir şey alabilirim yani. Manevi anlamda içimi gıdıklamayan bir şeyi birine alamam. Tepki gösterenler oluyor ama galiba Zeynep memnun.

 Dilediğin kişiye dilediğin bir soruyu 83 milyonun izlediği bir programda sorma imkanı verildi sana. Bu kim olurdu ve ne sorardın?

Elon Musk’a sorardım. Biraz daha çehresini dünyaya döndürmeyi düşünmez miydi? Dünya sadece dijital para birimlerinden falan mı ibaret? Neden bu dünyayı desteklemek yerine daha fazla parayı arıyor? Yapılmasın demiyorum bu arada çok güzel şeyler. Ama şu dünyada yapılacak çok daha fazla şey var. Dünyayla derdi tam olarak ne? Belki de travmatik bir şey yaşamıştır.