Gelişmelerden anında haberdar olmak için Google News'te Aydınpost'a abone olun

Aydınpost'a Google News'te abone olun

Haber7 yazarı Taha Dağlı "Türk askeri Filistin'e gitse" adlı köşe yazısında, İsrail'in son saldırılarını ele alarak, çok iddialı bir konuyu gündeme getirdi.

Türk askerinin Filistin'e gidip gidemeyeceğini ve bunun yasal süreçlerini anlatan Dağlı, 1997 yılında El Halil Caminde yaşananlar sonrası Mehmetçiğin Filistin'e konuşlandığını hatırlattı.

Mevcut koşulların hatta daha ağırının şu anda mevcut olduğunu kaydeden Dağlı, böyle bir kararın uluslararası boyutunu da kaleme aldı.



İşte Taha Dağlı'nın o yazısı;

"Çok iddialı ve uçuk kaçık bir fikir gibi görünüyor.
Ama uluslararası hukukta yeri, üstelik yakın geçmişte örneği, uygulanmış emsali var.

1994'te El Halil kentindeki Hazreti İbrahim Camine yönelik katliam sonrası İsrail caminin yarısını sinagoga çevirmiş ve şehrin statüsünü bozmuştu.
Sonrasında uluslararası Hebron Protokolü imzalandı.
Türkiye'nin de aralarında bulunduğu çok sayıda batılı ülke El Halil'e gözlemci statüsünde asker gönderdi.

Rahmetli Necmettin Erbakan'ın kararıyla 20 Şubat 1997'de TBMM'de Türk askerinin El Halil'e gönderilmesi oylandı ve kabul edildi.
Bu kararın bir hafta sonrasında 28 Şubat darbesi oldu.

Darbeye rağmen askerimiz El Halil'e gitti.
O karar 6 ayda bir uzatılarak 2019'a kadar devam etti.
2019 Şubat ayında İsrail protokolü feshederek gözlemci askerlerin varlığına son verdi.

El Halil'deki Türk askeri varlığı çok kısıtlı ve gözlemci statüsünde olsa da bir emsaldir.
22 yıl boyunca da devam etmiştir.
O karar arkasında bir darbe bırakmış, Filistinlilere de ahım şahım bir katkıda bulunmamıştır ama yine de uygulanabilir bir örnek olması açısından önemlidir.

İsrail'in bu tarz saldırıları sırasında milletçe duygulanıp, gaza geliriz.
Asker gönderme fikri de öyle TV'de saldırıları izleyip, İsrail'e küfrederken aklımıza gelen çılgınca bir öneri sanılmasın.
Aksine El Halil'deki örneği göstererek, bunun uluslararası bir hüküm olduğunu vurgulamakta fayda var.

Kaldı ki 2018 Mayıs ayında Gazze'deki Filistinli mülteciler büyük dönüş yürüyüşü adını verdikleri sivil eylemlerle İsrail işgaline baş kaldırdıklarında, İsrail askerleri o Filistinlileri hunharca katletmiş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze'ye barış gücü gönderilmesi gerektiğini vurgulamıştı.

Erdoğan'ın o önerisi sonrasında bu konu bir hayli gündemde kalmış ve teknik olarak mümkün olabileceği yönüyle dikkat çekmişti.

Asker gönderme meselesi BM, Arap Birliği ya da İslam İşbirliği Teşkilatı gibi uluslararası kuruluşların kararlarıyla devreye girebiliyor.

Bunun da daha önce örnekleri var.
1956'da Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki Süveyş krizinde 377. madde işletilerek Sina'ya Barış Gücü gönderilmişti.

Elbette BM'nin öncülüğündeki bir barış gücünün Filistin'e ne katkı sağlayacağı konusu koca bir soru işareti. Hele ki yakın zamanda Bosna ve Srebrenisa katliamı ortadayken, BM barış gücünün hiçbir işe yaramayacağını söylemek mümkün.

Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatının olası bir durumda BM'ninkinden daha farklı bir tutum ortaya koyamayacakları da aşikar.

Ama unutmayalım ve ihmal etmeyelim ki uluslararası hukuk çok önemlidir.
Peşi bırakılmamalıdır.

Uluslararası bir barış gücünün müdahalesinin önünü açan her şey, Filistin'de fazlasıyla mevcut.
Sırf Kudüs'ün Şeyh Cerrah mahallesindeki tehcir, Mescid-i Aksa'da ibadetin engellenmesi, abluka altındaki Gazze'nin bombardımana tutulması, ilk akla gelen gerekçelerden sadece bir kaçı.

Önemli olan burada Türkiye gibi gücü kudreti yerinde bir ülkenin söz sahibi olabilmesi.
Asker meselesi gündeme gelir mi, gelirse hangi şartlarda masaya yatırılır, böyle bir karar somuta erişir mi bilinmez.
Ama bilinen tek şey, İsrail'i durdurmanın diplomatik yollarla asla olmayacağı.
İsrail'i durdurabilmenin tek yolunun İsrail'i ciddi anlamda rahatsız etmek olduğunun anlaşılması şart.
Hangi uluslararası çatı altında olursa olsun Türkiye'nin öncülüğü o mekanizmanın öncekiler gibi işe yaramaz değil de karın doyurucu bir sonuç çıkarmasının önünü açabilir.

Bu arada maksat askeri olarak İsrail'e savaş açmak, askeri bir müdahale vs asla değildir.
Uluslararası hukukun verdiği hakkı kullanıp, askeri çözümle İsrail'in saldırı ve ihlallerine karşı caydırıcı bir mekanizmanın kurulmasıdır.

Türkiye eski Türkiye değil.
Darbe tehditleriyle yolundan döndürülecek bir güç olmadığını da ispat etti.
Bu nedenle tüm Arap Birliği üyeleri ya da İslam İşbirliği Teşkilatı üyeleri ki bu iki kuruluş da Filistin davasına sahip çıkmakla yükümlüdür, bir şekilde harekete geçirilmeli ve masa başında diplomatik yollarla değil de barış gücü olsa da askeri yöntemle İsrail'e "one minute" demelidir."