Zengin doğal ve kültürel değerleri açısından Batı Anadolu’nun en güzel kentlerinden biri olan Kuşadası’nın Türkiye’de turizm atılımlarının ilk başladığı ilçe olduğuna vurgu yapan Bahattin Sürücü, “1988 yılında BBC’de yayımlanan Travel Shov Guides programının Ege’deki tatil bölgeleriyle ilgili bölümünde Kuşadası da var. Kuşadası’nın güzelliklerinden bahsederken turizm için bir tehlikeye dikkat çekiyordu. Kadınlar Plajının gümüş renginde yumuşak çok iyi bir kumsalı var. Ancak etrafı inşaat dolu. Kuşadası ve Kadınlar Denizi arasının birleşmesi çok zaman almayacağı görünüyor. Ne yazık ki Kuşadası günümüze kadar büyük bir hız ve hırsla kontrolsüz ve plansız bir şekilde büyüyerek, hassas ekolojik özelliklere sahip pek çok alanını kaybetmiştir. Sürekli artan nüfus ve göç nedeniyle, enine ve boyuna hızla büyümeye devam eden yapılaşmalar çok verimli tarımsal arazilerin yok olmasına neden olmuştur. Antik dönemden günümüze kadar ulaşan, eşine az rastlanır doğal ve kültürel kaynak değerleri sebebi ile arkeolojik sit olarak büyük ölçüde korunan Güvercinada, Yılancı Burnu ve Kese Dağı’yla birlikte, henüz bir koruma statüsü bulunmasa da ekolojik açıdan hem karasal hem denizel zengin biyoçeşitliliğin bulunduğu, Müjgan Şavkay Dağı olarak bilinen Kemerönü mevkiindeki doğal alan, Kuşadası’nın kent ekolojisine, görsel peyzaj kalitesine ve kent kimliğine yaptığı katkılardan dolayı kent içinde nesiller boyu korunması gereken en önemli yerlerdir.




Böylesine önemli bir turizm kentinde olmaması gereken bazı taş ocakları nedeniyle eşsiz güzellikteki doğal peyzajı yara almıştır. 25-30 yıl önce Samson Dağları’nda açılan mermer ocaklarının oluşturduğu yaralar, doğa harikası bir alanda geri dönülmez bir tahribata neden olmuştur. Ne yazık ki açılan yaraların kolay kapanmadığı da görülmektedir. Kuşadası gibi bir turizm kentinde, doğal peyzajı tamamen bozan, yaban yaşamına bitki topluluklarına yaşam hakkı tanımayan taş ocakları gibi faaliyetlere artık izin verilmemelidir. Değişen bu doku Kuşadası’nın zengin biyoçeşitliliğini ve ayrıca turizm fırsatlarını da baltalamaktadır” dedi.

“Daha fazla gecikmeden, geçmişte yapılan tüm hatalardan ders çıkarılarak, ekolojik açıdan hala çok önemli değerlere sahip olan Kuşadası ve çevresinde, hassas ve tehdit altında olan ekosistemlerin güvence altına alınması gerekir” diyen Sürücü, şöyle konuştu:
“Bu doğal alanlar sadece bugün yaşayanların değildir, çocuklarımızın bize emanetidir. Bizim görevimiz ise bu emanete en iyi şekilde sahip çıkmaktır. Hızla değişen, dönüşen ve kirlenen dünyamızda, gelecek yıllarda ülkelerin başarısı gelişmiş sanayileri ile değil koruyabildikleri doğal alanları ile ölçülecektir. Nitekim artık turizm yüzünü büyük beton yığını otellerden sağlıklı çevreye ve sağlıklı ekosistemlere çevirmiştir. Kuşadası’nın ekolojik ve tarımsal envanteri büyük ölçüde bilinmektedir. Gelişen bu sürdürülebilir turizm düşüncesi çerçevesinde hem doğa hem de tarım turizm için en önemli unsurlardır. Her ikisinin korunması sadece turizm değil bu kentte yaşayan binlerce insan içinde önemlidir. Korona virüs gösterdi ki; doğa bir dengeden ibarettir. Doğayı ve tarımı koruyamazsak, insanı ve diğer canlıları da koruyamayız. Tarımsal arazilerin ve Kuşadası’nın doğal peyzajın korunması için, kamu kurumlarının, yerel yönetimlerin, üniversitenin peyzaj mimarlığı bölümü, köy muhtarlarının ve sivil toplum örgütlerinin işbirliğiyle, bir ekolojik tabanlı peyzaj planlama çalışmaları mutlaka yapılmalıdır”

EKODOSD Bilim Danışmanı Adnan Menderes Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tendü Hilal Göktuğ ise, “1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansında, çevre sorunlarına dair farkındalığı artırmak amacı ile 5 Mayıs Dünya Çevre Günü olarak kabul edilmiş ve ilan edilmiştir. Dünya çevre gününün bu yılki teması ise biyoçeşitliliktir. Biyoçeşitlilik, bir bölgede yaşayan tek hücreli canlılardan karmaşık organizmalara kadar tüm türlerin genetik çeşitliliğinin ve bu türlerin yaşadığı ekosistemlerin çeşitliliğinin oluşturduğu bir bütündür. İnsan hayatının devamı bozulmamış ekosistemler ve korunmuş biyoçeşitliliğe bağlıdır.




Biyoçeşitliliği oluşturan bitki ve hayvan türleri, sadece gıda ve ilaç hammaddesi olarak bize fayda sağlamazlar. Biyoçeşitlilik ekosistemleri düzenleyici özellikleri ile doğal dengenin korunmasında önemli işlevleri vardır. Kısacası soluduğumuz havanın kalitesi içtiğimiz suyun berraklığı, biyoçeşitliliğe bağlıdır. Örneğin bir orman ekosistemini oluşturan bitki birliği içerisindeki biyolojik çeşitlilik iklimin düzenlenmesi, oksijen üretimi ve karbon dengesinin düzenlenmesinde önemli roller üstlenir.

Ayrıca bu doğal alanlar, her geçen gün betonları arasında sıkışıp kaldığımız ve nefes almakta zorlandığımız kentlerden tek kaçabildiğimiz açık yeşil alanlardır. Bu alanlar sundukları sayısız rekreasyonel faaliyetlerle hem fiziksel hem de psikolojik sağlığımızı korumamıza yardımcı olur. Türkiye 3 farklı biyocoğrafik bölgede bulunması, hareketli topoğrafyası, jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri sayesinde tek başına küçük bir kıtanın sahip olabileceği tür, habitat ve ekosistem çeşitliliğine sahiptir. Öyle ki Avrupa kıtasından 12 bin bitki türü bulunurken Türkiye’de 9 bin bitki türü bulunmakta olup bu türlerin yüzde 3’ü endemiktir yanı sadece Türkiye’de yetişmektedir. Bu sebeplerle Türkiye, tarım, orman, dağ, mağara, step, sulak alan, kıyı ve deniz ekosistemlerine ve bu ekosistemlerin farklı farklı kombinasyonlarına sahip eşsiz bir kara parçasıdır.

Tüm dünyada hızla gelişen sanayileşme ve şehirleşmenin biyolojik çeşitlilik üzerindeki tehditkar etkilerinden dolayı 1992 yılında Rio de Jenerio’da gerçekleştirilen Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nde Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi imzaya açılmıştır. Türkiye bu sözleşmeyi 1992'de imzalamış ve 29 Ağustos 1996 tarih ve 4177 sayılı Kanun ile onaylamıştır. Sözleşme 14 Mayıs 1997 yılında ülkemizde yürürlüğe girmiştir. Ancak yapılan sözleşmeler, gerçekleştirilen yasal düzenlemelere rağmen hızlı bir şekilde biyolojik çeşitliliğimizi kaybetmekteyiz. Bunun en büyük sebebi ise ülkemizde yaşanan hızlı ve plansız gelişmelerdir.




Her geçen gün kaybettiğimiz tarım alanlarımız, yok edilen ormanlarımız, bozulan havamız, suyumuz ve yaşam kalitemiz, bizlere, tarım, orman, ulaşım, kent ve sanayi gibi alan kullanım kararlarının verilmesinde de ekosisteme uyumlu ve sürdürülebilir politikalarla beslenen ekolojik tabanlı peyzaj planlarının ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Kasabamızda, şehrimizde ve bölgemizde gördüğümüz gibi, enine ve boyuna beton bloklarla kaplanan çarpık kentleşme, biyolojik süreçleri analiz eden multidisipliner ekiplerin yer aldığı planlama ekibi ile bu ekibin oluşturduğu ekolojik tabanlı peyzaj planlarının eksikliğinden kaynaklanmaktadır.

Kentlerde kent ekosisteminin yeşil altyapı ile güçlendirilmesi, katı atık yönetiminin sağlanması, kentin yeşil koridorlarla ve bu koridorların oluşturduğu yeşil ağlarla kırsala bağlanması, kaybolan biyolojik çeşitliliğin onarılması sahip olmamız gereken temiz hava temiz su ve kaliteli bir yaşam için gereklidir. Benzer şekilde kırsalda, akarsu koridorlarının rehabilitasyonu, erozyon ve heyelan kontrolü ve maden ocaklarının terk edilmeden önce peyzaj onarım çalışmalarının gerçekleştirilmesi gibi pek çok çalışma, ilgili yönetmeliklere uygun bir şekilde gerçekleştirilmeli ve mutlaka denetimleri yapılmalıdır. Bununla birlikte, bu toplumun yetişkin birer ferdi olarak, ihtiyacımızdan fazla olan her gıda, giyim, eşya alımı, fazla enerji ve su tüketimi gibi bilinçsizce attığımız her bir adımın dünya üzerinde bir canlı türünü daha yok edebileceği bilinciyle hareket etmek, evrende başka bir dünya olmadığı gerçeğiyle çocuklarımıza ve torunlarımıza daha yaşanabilir bir dünya bırakmak hepimizin asli görevleri arasındadır” dedi.