Sene 1977… Paris’teyiz! Kentin mimari ikonlarından, dünyanın en önemli sanat merkezlerinden Pompidou Merkezi (Centre Pompidou) açılıyor. Müzenin önünde, çağdaş sanat görmek için uzun kuyruklar bekleyen kalabalığa hayranlıkla bakan bir genç kız var. O zamanlar, “Neden benim ülkemde de böyle bir müze yok!” diye hayıflanan bu genç kız, bugün 16’ncı yılını geriden bırakmaya hazırlanan, sekiz milyonu aşkın ziyaretçi sayısına ulaşan Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi İstanbul Modern’in kurucularından Oya Eczacıbaşı. Oya Hanım, bugün o günlerle ilgili “O zamanlar böyle bir müzenin kurulacağı aklımın ucundan geçmezdi…” diyor. Ünlü hukuk profesörü Turhan Esener’in iki çocuğundan biri olarak 1959 yılında İstanbul’da doğan Oya Eczacıbaşı babasının görevi sebebiyle çocukluğu Türkiye ile Fransa arasında gidip gelerek geçti. İlkokul, ortaokul ve liseyi Strazburg’da okudu.

Sene 1964: Abisi Sadık Esener ile…

‘RÜYALARIMDA HEP İSTANBUL VARDI’

Eczacıbaşı, çocukluğunu şöyle anlatıyor: “Strazburg’da çok az Türk vardı. Okuldaki tek Türk, hatta tek yabancı bendim. Sadece tatillerde İstanbul’a gelirdik. Yazları Büyükada’daki evimizde kalırdık. 1978 yılına kadar bu gidip gelmeler sürdü… Çok mutlu ve keyifli bir çocukluk geçirdim. Ailece çıktığımız seyahatler, kültürden sanata, tarihten siyasete, bilime uzanan sohbetler hayata bakışımın gelişmesinde çok önemli oldu. Yurtdışında yaşadığım dönemlerde müzeciliğe dair bir kariyer planı aklımda dahi yokken müzeleri gezmeyi çok severdim. Paris’teki Centre Pompidou’nun açıldığı zamanı hatırlıyorum. Müzenin önündeki kuyruklara çok imrenirdim. Ben de o kuyruğa girip, müzeyi gezip saatlerimi geçirdiğimi hatırlıyorum. Ve elbette insan bu müzeleri gezerken, önüne apaçık bir hedef olarak koymasa bile, bir gün Türkiye’de de ülkemde de bu tür sanat kurumları neden olmasın, nasıl olabilir diye içimden geçiriyor, düşünüyordum. Keza hiçbir zaman yurtdışında bir hayat kurmayı, orada yaşamayı düşünmedim. Rüyalarımda hep İstanbul vardı.”

Sene 1966... "Çocukluğum Fransa-Türkiye arasında mekik dokuyarak geçti ama rüyam hep İstanbul’a dönmekti.”

‘DİPLOMAMI BABAMIN ELİNDEN ALDIM’

Sene 1981: Diplomasını babası Prof. Turhan Esener’in elinden alırken

Lise mezuniyetinden sonra nihayet ülkesine döndü; Boğaziçi Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne girdi. Mezun olurken diplomasını da o dönem üniversitede öğretim üyesi olan babasının elinden aldı. Eczacıbaşı, bu yılları “Üniversite hayatımla birlikte İstanbul’u daha çok yaşamaya başladım. İstanbul beni dinamizmi, iki kıtayı birleştiren, medeniyetlerin, kültürlerin, dillerin, dinlerin kesiştiği konumuyla her zaman çok etkiledi. Babam hukuk profesörü olduğundan bizi son derece disiplinli yetiştirmişti. Kardeşim de ben de derslerimizde iyiydik. Özellikle Fransa’daki yıllarım çok çalışarak geçti. Boğaziçi’ne giren herkes babamın dersini alırdı, ikinci sınıfta mecburi dersti. Arkadaşlarım sınavlara girerken, ‘Sen soruları biliyorsundur, bize de versene!’ derlerdi. Tabii ki bilmiyordum. Diplomayı babamın elinden almak ikimize de çok güzel bir anı oldu. Okulun son senesinde eşimle tanıştım. O yıl evlendik. Sene 1981’di. Çocuklarım Emre ve Esra dünyaya geldi. 1986’ya kadar bir adaptasyon dönemi oldu” diye anlatıyor.


Sene 1981:
Boğaziçi Üniversitesi mezuniyeti...

OLMAYAN MÜZEYE HEDİYE ESER

Sene 2004


“Fahrelnissa Zeid’in çocukları Şirin Devrim ve Prens Ra’ad Bin Zeid, 1992’de, bir gün açmayı hayal ettiğimiz müze için bize annelerinin ‘Cehennemim’ isimli eserini bağışladı. Henüz olmayan müzenin koleksiyonuna giren ilk yapıt ‘Cehennemim’ oldu. 2004’te İstanbul Modern’in açılışında o eseri sergiledik.”

İNGİLTERE KRALİÇESİ ELIZABETH’İN İSTANBUL MODERN ZİYARETİ

Sene 2008


“Kraliçe Elizabeth, Türkiye ziyaretinde İstanbul Modern’i de gezdi, Fahrelnissa Zeid’in “Cehennemim” adlı yapıtıyla çok ilgilendi. Yıllar sonra 2017 yılında Londra’daki Tate Modern müzesi bu Türk kadın ressamın retrospektifini düzenledi. Biz de “Cehennemim” başta olmak İstanbul Modern koleksiyonunda yer alan Zeid’in sekiz yapıtını sergilenmesi için İngiltere’ye gönderdik.” 

‘NEJAT BEY ELİMDEN TUTTU VE…’

Bülent Eczacıbaşı, Dr. Nejat Eczacıbaşı, Emre Eczacıbaşı ve Oya Eczacıbaşı


Peki sanat ve müzecilik hayatına nasıl girmiş? Şöyle yanıtlıyor: “Çok küçük yaşlardan itibaren merakım vardı. Annem de resim yapmayı severdi. Yurtdışında yaşadığımız dönemde beraber müzeleri, galerileri gezerdik. Bendeki bu merakın tutkuya dönüşmesi kayınpederim Dr. Nejat Eczacıbaşı sayesinde oldu. Nejat Bey, 1987 yılında elimden tutarak beni İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na götürdü. 1987’deki ilk İstanbul Bienali’nin hazırlıklarında görev aldım. Askeri Müze’de Ömer Uluç, Erol Akyavaş ve Burhan Doğançay’ın dev yapıtları gelince çok heyecanlanmıştım. Çok güzel bir sergi olmuştu. Birinci bienalin küratörü Beral Madra’ydı. Bu ilk bienalin başarısı üzerine İstanbul’a bir modern sanat müzesi kazandırma fikri oluştu.”

‘OYA HANIM HAYATTA BAŞKA DERDİNİZ Mİ YOK?’ DİYORLARDI’

Ancak fikri hayata geçirmek kolay olmamış. Tam 10 yıl uğraştığını anlatıyor Oya Hanım: “Modern sanat müzesi açığı vardı ama uygun mekân yoktu. Nejat Bey’in 1993 yılındaki vefatının ardından müze açma dileği bana miras kaldı. Uzun yıllara dayalı bir mücadele ve arayış dönemi oldu. İstanbul’un hemen hemen her ilçesinde müze yapımına uygun bina ve arazi aradık. Bu arayışlar sırasında özel sektör ve yerel yönetimlerden ‘Oya Hanım hayatta başka derdiniz mi yok?’ diye kapıların yüzüme kapandığı oldu. Gözlerimin dolduğunu çok iyi hatırlıyorum, sanki çok acayip bir talepte bulunuyorum gibi... Bu arada çocuklarım çok küçük olmasına rağmen İngiltere’ye müze işletmeciliği alanında yüksek lisansa gittim...”

Oya Eczacıbaşı, Esra Eczacıbaşı ve Emre Eczacıbaşı

‘HIZ, DEĞİŞİM, FARKLILIK…’

Uzun yıllar bir ‘dert’ olarak görülen modern ve çağdaş sanat şimdi toplumda nasıl bir yer edinmiş acaba? Oya Eczacıbaşı şöyle yanıtlıyor: “Çağdaş sanat, bienaller ve müzelerin açılmasıyla artık topluma özellikle de gençlere uzak değil. Gençler sineması, eğitim atölyeleri, kafesiyle adeta sosyal bir merkez olan bu mekânlara gidiyor, bütün günlerini geçiriyorlar. Eserlerle bağ kurmak da kolaylaştı. Dijital sanat veya videolarla gençler kendilerini sanat müzelerine yakın hissediyor. Onlar için hız, değişim, farklılık önemli…”

HAYALLERİ 2004’TE GERÇEK OLDU

“2002 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencilerine ‘Müze İşletmeciliği’ dersi vermeye başladım. Sanat müzesi fikrini birlikte adeta bir laboratuvar çalışması yaparak geliştirdik; eğer bir gün, ütopik bir fikir olarak, modern sanat müzesi olursa nasıl kurarız? Kütüphanesi nasıl olmalı, fotoğraf bölümü nasıl olmalı… 2004’te dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan 8. İstanbul Bienali mekânlarından biri olan 4 nolu antrepoyu ziyaret etti ve müzeye dönüştürülmesine yeşil ışık yaktı. Antrepo, örümcek ağlarıyla kaplı, sinema filmlerinin çekildiği bir yerken 11 Aralık 2004’te Türkiye’nin ilk modern ve çağdaş sanat müzesi olarak açıldı…” Hayaller gerçek olmuştu… Müze, kuruluşundan bu yana geçen 16 yılda 67 koleksiyon ve süreli sergi, 39 fotoğraf sergisi, 13 video sergisi, pandemi sürecinde iki çevrimiçi sergiye ev sahipliği yaptı. Bugüne kadar 8 milyonu aşkın ziyaretçiyi ağırladı. 

‘ENGELLERİ HEP SEVDİM’

Sene 1985


“Türkiye’ye döndükten sonra, 1980 yılından itibaren binicilik sporuna ilgi duymaya başladım. 1992 yılında Milli Takım’a girdim. Engel atlamaya meraklıydım. O yüzden de çok kaza atlattım. Bülent ile birlikte uzun yıllar hafta sonlarımızı Atlı Spor Kulübü’nde geçirirdik. Hala fırsat buldukça farklı yerlerde binmeye devam ediyoruz.”

SANAT İÇİN ÜÇ SEBEP

Oya Eczacıbaşı müze gezmenin, bienal ziyaret etmenin neden önemli olduğunu şu üç maddeyle açıklıyor:

1) Yeni ufuklara açılacak, farklı fikirlerle karşılaşacaksınız.
2) Dijitalleşmeyle herkes her şeye her an ulaşma imkânına sahip. Fiziki olarak gezemeyecekleri dünya müzelerini dahi gezebilme olanağı var...
3) Sanat her yaşta herkese iyi gelir...

KADIN SANATÇILARA DESTEK

Eczacıbaşı, sanat ortamındaki görünürlüklerini arttırmak için belirli aralıklarla bir kadın sanatçının sergisini açtıklarını söylüyor: “İş dünyasından çok değerli isimlerle birlikte Kadın Sanatçılar Fonu’nu kurduk. Bu fonla modern ve çağdaş sanat alanında kadın sanatçıların üretimlerinin çoğalmasına ve müzemizin koleksiyonundaki kadın sanatçıların yapıtlarını daha da artırmayı hedefliyoruz. 5 Kasım’da Selma Gürbüz sergisi açtık.”