Etiler’deki evinin bahçesinde ahşap bir masaya oturup sohbete başlıyoruz. İlk dikkatimi çeken topuz yaptığı uzun saçları oluyor. Bu imajı yeni dizisinde canlandırdığı ‘Melikşah’ rolünün bir parçası. Tıpkı ekrandaki gibi çok sakin. Sohbete arada eşi Nilüfer Gürbüz ve sarı saçlı, mavi gözlü, 1.5 yaşındaki oğlu Cem de katılıyor... Sakin görüntüsünden başlayıp yeni kitabı ‘İkinci Kıyamet’e, oradan babalık, evlilik ve oyunculuğa uzanıyoruz.



Geçmişteki karanlık hikâyelerden etkilendim

Dışarıdan hep çok beyefendi duruyorsunuz. Ne kadar gerçek?

Evde de öyle, çok sakinim. Çok konuşmam. Konuşmayı da sevmem. Sosyal olamayan, hatta hafif asosyal, evcimen biriyim.

Bu sakin, magazinden uzak duruş ünlü biri için biraz yanlış bir tutum değil mi?

Siz işinizi iyi yapıyorsanız, konsantreyseniz, seyircinin ilgisi sizi doyurmaya yetiyor. Onun dışında bir popülerlik peşinde koşmama gerek kalmıyor.

Hayatınızı filme çekiyor olsanız açılış cümlesi ne olurdu?

Filme çekilecek bir hayat hikâyem yok. Tek kelime, ‘Evde’ yazardı herhalde (gülüyor).

Evdeyken nasıl vakit geçiriyorsunuz?

Kitap okuyup yazıyorum. Evcimenim ama mutfağa falan girmem. Biraz sakarım.



Dışarıdan bakınca sizin için ‘biraz sıkıcı’ denebilir mi?

Bir sürü arkadaşım olsa da daha küçük, kemikleşmiş bir dost grubum var. Onlar da beni olduğum gibi kabul ediyor. Her şeyim saatli ve programlı. Dışarıya çıkacaksak bunu üç gün önceden bilmem gerek. Mesela denize gideriz. Herkes denize girer, ben güneşi sevmem. Bütün günümü gölgede bir masa başında oturup geçiririm. Aslında 18 yaşıma kadar fırlama bir çocukmuşum. Sonra üniversite için Kıbrıs’a gittim. Ailemin yanından ayrıldım. Tiyatroyla beraber hayatla tanıştım. Kitaplar ve okumakla olgunlaştım.

Oysa tiyatroda ‘Pragma’, ‘Dip’ gibi karanlık ve şiddet içeren hikâyeler sahnelediniz. Bu sakin duruşun altından bunlar nasıl çıkıyor?

Okul yıllarında, dünyayı ve tarihi araştırdıkça geçmişteki karanlık hikâyelerden çok etkilendim. ‘Pragma’ suçlu psikolojisini, ‘Dip’ önyargıların nasıl şiddet doğurduğunu anlatıyordu. Bunları anlatırken şiddeti eleştirdik.

Şiddetle nasıl bir ilişkiniz var?

Şiddetle ilişkim yok. Mizacım gereği sakinim. Ama her insanın içinde bir cinnet anı vardır. Aslında her şey o cinnet anının ne zaman geleceğiyle alakalı.

Vicdanımız bize hükmetmeli

Şiddet nasıl sonlanır?

İlk insandan bu yana insanların vicdanına yenilip karanlık tarafını ortaya çıkardığını görüyoruz. Bu içimizde hep varmış. Önemli olan o nefsi tutabilmek. Dolayısıyla şiddetin sonlanması için vicdanlarımızın bize hükmetmesi gerekiyor.

Ego ve kibre hiç yenik düşmedim

Yeni kitabınız ‘İkinci Kıyamet’ yayımlandı. Ne anlatıyor devam hikâyeniz?

Kitap, boksör Sabri Mahir’in yaşamından kurgulanan bir roman. Öfkesine kapılıp kendi hayatında yaşadığı kıyametleri anlatıyor. Aynı zamanda 1910’lardan 1967’ye kadar olan savaşlar ve savaş öncesi yapılan planlara, Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtılmasıyla kurulan dünya düzenine odaklanıyor.

Dünya daha kötüye gidiyor

Boksör Sabri Mahir’i yazmak nereden aklınıza geldi?

Yedi yıl önce ‘Muhammed Ali’ belgeselini izlemiştim. “Bizim böyle bir boksörümüz yok mu?” diye araştırmaya başladım. Karşıma Sabri Mahir çıktı. Okuduktan sonra zihnim onu kaleme dökmek istedi.

Sizi buna iten ne oldu?

Hayatta kalmak ve öfkesini kontrol etmek için boks yapmaya başlıyor. Boks ülkesinden kaçmasına neden oluyor ve kendi kıyametlerini yaşıyor. İspanya’da boksu yasaklatan kişi olması bana çok ilginç geldi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde de İngiltere’de boks eğitimi verirken casus damgası yiyip esir kampına yollanıyor.

Bu seride “Aslında mutlak saf kötülüğü anlatıyorum” demişsiniz. Nedir sizce kötülük?

İnsanları birbirine karşı kışkırtmak; toplumları, ırkları birbirine düşürüp bunun üzerinden kendi çıkarları uğruna planlar kuranlar benim için saf kötüdür.

Günümüzde ne kadar kötüyüz?

Dünya çok daha kötüye gidiyor. İnsanlar bencilleşiyor.

Peki siz?

Hepimizin egomuza, kibrimize yenik düştüğü oluyor. Ama bunu elimizden geldiğince dengelemek de yine bizim elimizde.

Nasıl yapacağız?

Başkalarıyla olabildiğince empati kurduğunuzda kibrinize yenik düşmekten kurtuluyorsunuz. Ben de oyuncuyum, işimiz egolarla. Egoların ağır bastığı yerde kendimi üçüncü göz olarak görüp bunu dengelemeyi başarıyorum. Bu yüzden kibre hiç yenik düşmedim.

Saçlarım yedi saat sürdü

Görüntünüz çok değişmiş...

Saçıma kaynak yapıldı. Yapılması yedi saat sürdü.

Ne hissettiniz uzun saçlarla?

İlk zamanlar zorlandım. Uzun saçlı kadınların çilesini anlamış oldum. Duşta ekstra kremle, sonra fönle, kurula. Yatarken topuz rahat olmaz, yarım atkuyruğu mu yapsam diye düşün, uğraş. Ama sevdim de; diziden sonra böyle kullanmak istiyorum.

Diziniz ‘Uyanış: Büyük Selçuk’lu’da (TRT1) bol bol at biniyorsunuz. Biliyor muydunuz at binmeyi?

Hayır. Hatta at binmekten korkuyordum. Adı ‘Bilginer’ olan bir atla çalışmaya başladık. Zamanla güzel bir iletişim kurduk. Onu her bindikten sonra yıkıyor, ahırına götürüyordum. Korkumu yenmemi sağladı. Birbirimize güvendik. Artık onunla hücum dörtnala koşup üzerinde kılıç, ok kullanıyorum.

Selçuklu dönemine dair bir ön çalışma yaptınız mı?

11. yüzyıl öncesi Mezopotamya, Ortadoğu ve Asya tarihini okumuştum. Büyük Selçuklu devletinde Alpaslan’ın oğlu Melikşah’ı oynamak beni çok gururlandırdı. Melikşah, Büyük Selçuklu devletini en geniş sınırlarına ulaştırmakla kalmıyor. İlmi ve bilgisiyle en parlak dönemini yaşatıyor. Hem savaşçı hem çok naif olması ilgimi çekti.

Dönem işi çekmenin en zor yanı ne?

Diyaloglar o döneme ait. Bu sebeple ezberlemeden sahneye çıkmak, doğaçlama katmak mümkün değil. En zorlayıcısı oydu.

Nilüfer’le zaten evli gibiydik

İşlerinizde canlandırdığınız romantik adam ne kadar sizsiniz?

Duygusalım, romantik tarafım çok yok.

Nilüfer Hanım’la (Gürbüz) sekiz yıldır birliktesiniz. İki yıldır da evlisiniz. İnsan hangi noktada o kişinin evleneceği kişi olduğunu anlıyor?

Nilüfer’le zaten evli gibiydik. Hayatı paylaşıyorduk. Düğünden sonra bunu resmiyete döküp imza atmış olduk. Ama önemli olan imza atmak değil, hayatını paylaşabileceğin bir dost, arkadaş bulabilmek. Ve hayatı acısıyla tatlısıyla paylaşmak. Aşkımız hep devam etti.

Nilüfer Hanım’da sizi bu kadar etkileyen neydi?

Doğallığı ve direkt olması. Ne düşünüyorsa onu söyler.

Sekiz yıldır süren bir ilişkiniz var. Hiç etrafınızda size gösterilen ilgiye kapılıp aklınızın karıştığı olmadı mı?

Hayır. Hayatımı şöhret üzerine kurmadım. Oyunculuğu popüler ya da ünlü olmak için yapmıyorum. Gerçekten oyunculuk yapmak ve kendimi geliştirmek için bu mesleği yapıyorum. Kariyerinizi ünlü olmak üzerine kurmazsanız o zaman verimli sonuç alıyorsunuz. ‘Fatmagül’ün Suçu Ne?’ ile tanındığım zamanlar insanların sempatisi, gördüğüm ilgi beni başlarda şaşırtmıştı ama hemen uyandım, hiçbir zaman şöhretin  parıltısına kapılmadım.



Sanıldığı gibi cafcaflı bir hayatımız yok

Oğlunuz Cem 1.5 yaşında. Onu ilk kucağınıza aldığınızda ne yaşadınız?

Çok acayip bir duygu. Hayatında ilk kez görüp dokunduğun birine karşı koruma içgüdüsü ve sorumlulukla doluyorsun. Babalığı herkes tatmalı.

Neden Cem ismini seçtiniz?

Cafcaflı bir isim istemedik. Sanıldığı gibi öyle bir hayatımız da yok. Cem, bir araya getiren, birleştiren anlamına da geliyor, hoşuma gidiyor.

Ona vereceğiniz en büyük nasihat ?

Dürüst ol, hak yeme.

Zaman nasıl geçti anlamadım

38 yaş size nasıl hissettiriyor?

30’uncu yaş günümü, bir de 38’inci yaş günümü hatırlıyorum. Aradaki zaman nasıl geçti anlamadım. Çok daha farkında olan, olgun bir Buğra var artık.

Bir mutluluk portresi çizseniz içinde ne olur?

Doğallık. Olduğun gibi olmayı başarmak. Ve paylaşabilmek.

Hayatınıza dair üç önceliğiniz ne?

Ailem, dostlarım, yeni bir şey üretmek.

Aldığınız en cesur karar neydi?

Kıbrıs’ta mimarlık okuduktan sonra Ankara’ya dönmeyip oyunculuğu seçmek.

Şu an seçme şansınız olsa hangi yönetmenin filminde oynamak isterdiniz?

Cristopher Nolan ve yeniden bir Derviş Zaim filminde.

Sizi ne kızdırır?

Haksızlık. (Eşi Nilüfer Gürbüz ekliyor: “Onu şimdiye kadar hiç kızgın görmedim.”)

Evde ne kadar ataerkilsiniz?

Yok canım öyle bir şey. (Nilüfer Hanım gülerek “Bu ev anaerkil” diyor.)

Hikâyen kötüyse izlenmiyor

Dizilerin en parladığı dönemde hayatımıza girdiniz. O dünyayı nasıl anlatırsınız?

Dizi süreleri herkesi etkiliyor. Biz ‘Kuzey Güney’i çekerken 80 dakikaydı. O zaman bile uzun derdik. Ama daha rahat çalışıyor ve sindirerek oynuyorduk.

Süreler dışında neler yaşanıyor?

Dünyada bencilliğin artması bütün sektörleri vuruyor. Dizi sektöründe de oyuncular yapımcılara, yapımcılar oyunculara adaletsiz davranabiliyor. Bu kadar söyleyeyim...

Peki izleyici alışkanlıkları?

Dizilerde artık star kavramı diye bir şey yok. Aslolan hikâye ve o hikâyeye uygun kişilerin oynaması gerekiyor. Başrole kimi koyarsan koy hikâyen kötüyse izlenmiyor.

Siz star mısınız?

Ben star değil, sadece oyuncuyum. Hep dediğim gibi, oyunculuğu yapma sebebim ün ve şöhret değil.