Hakan Bayrakçı ile bir öğleden sonra evinde buluşuyoruz… Eski albümlerini karıştırmaya başlamadan bize 15 dakikalık mini bir konser keyfi yaşatıyor. Repertuvarında Beethoven’dan Für Elise ve Ay Işığı Sonatı ile Türk halk müziği ezgileri var.



TAM BİR DOĞU-BATI SENTEZİ

Az sonra bize anlatacağı hayat hikayesi gibi tam bir Doğu-Batı sentezi… 1960 yılında İstanbul’da doğan Hakan Bayrakçı’nın baba tarafı Erzurumlu. 1940’lı yıllarda İstanbul’a geliyor. Ticaret yaparak geçimini sağlıyor. Anne tarafıysa Selanik göçmeni. Dedesi, Selanik’in biraz kuzeyinde Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin de memleketi olan Karacaova’dan… Bayrakçı, “O kasabadaki insanların suratları inanılmaz şekilde birbirlerine benzer. Dedemin suratı da aynı Atatürk’ün suratına benzer. Zaten kendisi de ölene kadar koyu bir Atatürkçüydü” diyerek devam ediyor: 

3 AYRI EVDE, 3 FARKLI KÜLTÜR

“Annemle babam 17-18 yaşlarındayken tanışıyor. Ben üç evin tek çocuğu olarak Nişantaşı’nda doğdum. Üstelik ben doğduğumda anneannem 42, babaannem 50 yaşındaydı. Kendi çocukları gibi de gördüklerinden üç ev de çok üstüme düşerdi. Anne tarafım yazın Tarabya’da kışın İstanbul sosyetesinin olduğu Şişli’de otururdu. Kendi evimiz Nişantaşı’ndaydı ve 1960’ların tipik İstanbul hayatıydı. Babam Robert Koleji mezunuydu. Ben doğduğumda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciymiş. Babamın babasıysa Şişli’nin göbeğinde oturdu ama evin içinde Erzurum gelenekleri vardı; sürekli Erzurum yemekleri yenir, Ramazan’da mutlaka kıyma yapılırdı. Dedem beş vakit namaz kılar ve hep Erzurum’dan kalma gelenek ‘mes lastik’ giyerdi. Ben üç evde de kaldığımdan bütün kültürleri yaşayarak büyüdüm.”

Birinci yaş günümde annem ve babamın heyecanı. İkisi de benden yirmi yaş kadar büyükler. Bu sayede beraber yaşlandık.

GAZİNODAKİ KÜÇÜK ÇOCUK 

Bayrakçı’nın çocukluğu bu üç evle birlikte dönemin en meşhur gazino ve pastanelerinde geçmiş! Anlatıyor: “Dedemin iki gazinosu, iki pastanesi vardı. Ben de özellikle cumartesi geceleri okul olmadığında mutlaka Şato ya da Tarabya Gazinosu’na giderdim. Şato’da Gönül Yazar, Aleattin Şensoy, Nesrin Sipahi, Adnan Şenses gibi dönemin ünlü assolistleri çalışırdı. Dedem, 1973’te kulüp konsepti gelip de gazinolar ölene kadar bu işi yaptı.” Gazino dönemi kapanınca Bayrakçı’nın gece hayatı dönemi de 13 yaşında sona erdi! Onun yerini muazzam bir kitap okuma merakı aldı. Bayrakçı, “Yaşıtlarım Fener’in, Beşiktaş’ın ilk 11’ini sayarken ben 1526’taki Mohaç Harbi’ni, 1789’daki Fransız İhtilali’ni bilirdim” diye anlatıyor. Nişantaşı’ndaki Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu’nda bitirdikten sonra Fransız St. Benoit Ortaokulu’na geçti. Tarih merakının da aslında bir sebebi vardı… Bayrakçı, “Ben 15 yaşımdan itibaren siyasete girmek için kendimi hazırladım; başbakan olmayı kafaya takmıştım!” diyor. Üniversite için seçim zamanı gelince tek bölümü yazdı; tarih. Peki neden kamu yönetimi veya siyaset bilimi değil de tarih? Şöyle yanıtlıyor: “Siyaseti yaşayarak öğrenebilirdim ama tarihi okumadan öğrenemezdim. Şuna inanırım; tarihi iyi bilmeyen bir siyasetçi yarım siyasetçidir.”

SENE 1966: Annem beni piyano çalıştırıyor.

‘3A’NIN ŞEFİ BARON VON BAYRAK’

Bayrakçı’nın lise hayatı da siyasi açıdan oldukça hareketli geçmiş: “Saint Benoit’da sınıf mümessilleri oylamayla seçilirdi. Ben 27’ye 3 oyla kazanmıştım. Becerikli bir mümessildim, gelmeyeni idare ederdim, sınıf arkadaşlarımı kollardım. Hocalarla aram da iyiydi. Arkadaşlarım beni ‘Deri pardösülü, lacivert takım elbiseli, ipek gömlek ve fularlı bir Alman baronu içeri girerse bu Hakan Bayrakçı’dır. Diğer lakapları; Baron von Bayrak, Prens Bayrakov, Kont Hakan, mümessil olmasına rağmen absent rekortmeni ve 9A’nın şefidir’ diye tarif ederdi! Fakat ters bir Fransız hocamız vardı. Kendisi Türkleri hiç sevmeyen, aşağılayan bir adamdı. Yıldızımız hiç barışmadı. Sonunda beni sınıfta bırakmakla tehdit edince Saint Michel’e geçtim.”

SENE 1969: “Evde ‘seçim kazanmış belediye başkanı’ pozum...”

‘ANKETTEN İLK PARAMI DEMİREL’DEN KAZANDIM’

Bayrakçı üniversitede okurken iş hayatına atılıyor. “Ailemin durumu müsait olmasına rağmen belli bir harçlık alıyordum. Kendi paramı kazanmak istedim. 21-22 yaşlarında bir reklam ajansı kurup üç, dört yıl reklam işi yaptım fakat sürekli müşterileri pohpohlamak zorunda kalmayı sevmedim” diyor. Bir sonraki adımı 35 yılını adayacağı araştırma şirketi Sonar’ı kurmak olmuş. Bunun hikayesini de şöyle anlatıyor: “Bir gün gazeteyi açtım, bir baktım, ‘anket’ diye bir şey çıkmış. 12 Eylül’den sonraki 1983 seçimlerine yönelik ANAP şu kadar alır, Halkçı Parti bu kadar alır diye… ‘Bu nasıl meslekmiş, çok enteresan! Hemen araştırma şirketi kuruyorum!’ dedim. Dedemin Şişli’deki dairelerinden birini aldım. O yılların en önemli araştırma şirketi Bülent Tanla’nın sahibi olduğu Piar Araştırma’nın da en iyi beş elemanını benimle çalışmaya ikna ettim. Masraf çoktu, 1 liram yoktu ama kendime güveniyordum…”

SENE 1970: “İlkokul müsameresinde ‘Kafkas’ oynuyorum.” 

TERCÜMAN’A BEDAVA ANKET

1988’de ilk anketini yaptırdıktan sonra Türkiye’de de bir ilke imza attığını anlatıyor: “Bir genel seçim anketiydi… Anketin sonuçlarını aldım, en yüksek tirajlı gazetelerden Tercüman gazetesinin sahibi rahmetli Kemal Ilıcak’a bedavaya götürdüm. Kemal Ilıcak araştırmayı aldı ve sürmanşetten yayınladı. Zira ankette Demirel yüzde 28 ile birinci çıkmıştı. Ilıcak, Demirel’e yakındı. Demirel’in kazanacağını görünce çok sevinmişti. Gazete, ‘Sonar’ın anketine göre Demirel geliyor!’ diye bizim anketi sürmanşetten yayınladı. Bir hafta geçtikten sonra Demirel beni çağırdı; ‘Çok teşekkürler bizi birinci bulmuşsun’ dedi. Ben de ‘Yalan yok sonuç bu’ dedim… Nitekim O zaman ‘Sen bize araştırmalar yap’ dedi. İlk işim bu oldu. İlk maaşları da bu parayla ödedim…”

PİYANODA İKİNCİ BAHAR…

Hakan Bayrakçı’nın piyanoyla tanışmasının da hareketli bir hikayesi var! Her şey, henüz yedi yaşındayken radyoda bir Mozart parçası dinlemesiyle başlıyor. Küçük Hakan Bayrakçı duyduğu çoksesliliğe aşık oluyor. Evlerinde genelde Liza Minelli, Frank Sinatra veya Barış Manço, Cem Karaca, Moğollar gibi dönemin yıldızları ve tabii gazinodan aşina Türk sanat müziği dinleniyordu. Bayrakçı’nın Mozart ve Beethoven plakları aileyi önce şaşırtmış! Sonraysa oğullarını konservatuvara yazdırmışlar. Ancak iki yıl süren solfej dersleri ve bir türlü parmaklarının piyanoya değmemesi üzerine bu teşebbüs kısa sürmüş. Bayrakçı konservatuvardan ayrılmış. Piyanonun bir ikinci bahar gibi hayatına yeniden girmesi o 15 yaşındayken Marmaris’te olmuş... Devamını Bayrakçı’dan dinleyelim: “1975 yazında Altın Şık Oteli’nde geceleri caz çalan bir piyanistten Mozart’ın Türk Marşı’nı dinledim ve o an ‘Piyano çalmak istiyorum!’ dedim. Eve dönünce babamdan bana bir piyano almasını istedim ama ‘Zaten sabaha kadar kitap okuyorsun, bir de piyano mu çalacaksın!’ diyerek talebimi reddetti. Ben inatçı bir adamdım. Kızıp otobüse atladığım gibi Marmaris’e kaçtım. Arkadaşlarım ihbar edince babam beni buldu, kalktı geldi Marmaris’e… Dönüşte de eve güzel, Zimmerman marka bir piyano alındı. Üç yıl kadar ünlü konser piyanisti Hülya Saydam’dan temel eğitimi aldıktan sonra kendim Mozart’ın ve Beethoven’ın piyano sonatlarını çalıştım. Piyano bir hobi olarak hep devam etti. 19 yaşıma kadar dokuz tane çok sesli beste yaptım, iki piyano konçertosu yazdım. Tabii bunların yanında yazdığım bir de kitabım ve yüzlerce şiirim var…”

‘ÇOCUKLUK HAYALİM BAŞBAKAN OLMAKTI’

15 yaşında “Ben başbakan olmalıyım!” diyen Hakan Bayrakçı bugün halen bu hayali kuruyor mu? Şöyle yanıtlıyor: “60 yaşıma geldiğim için artık bir şey olmayacağını düşünüyorum. İçimdeki o duygu öldü. Sadece işimi iyi yapıp çoluğuma çocuğuma haysiyetli bir şirket bırakmak, düzgün bir insan olarak hayatımı tamamlamak istiyorum... Sonuçta siyasetçilerle beraber olacağım bir iş oldu ama yanlışım şuymuş; profesyonel olarak işim bu olduğundan, bir yerden aday olup kaybederseniz mesleğinize geri dönemezsiniz.” 

‘KIZLAR BENİ GÖRÜNCE DİREĞE ÇARPARDI’

SENE 1978

Bayrakçı, gülerek ‘Gençken karşı kaldırımdan yürüyen kızlar bana bakarken direklere çarpardı!’ diyor. Reklam ajansı zamanlarında gelen bir teklifi değerlendirseymiş belki de onu bugün meşhur bir model/oyuncu olarak tanıyacaktık! Anlatıyor: “Ünlü manken Başak Gürsoy’un sahibi olduğu bir reklam ajansı vardı. Bir iş görüşmesinde bana ‘Sen niye mankenlik yapmıyorsun? En az bir yıl içinde de kim bilir kaç film teklifi alacaksın! Hem ünlü aktör hem de çok ünlü manken olursun’ dedi. O dönem istemedim ama sonra, ‘Keşke 2-3 yıl mankenlik yapsaydım Birkaç filmde oynar sonra kurardım araştırma şirketini...’ diye de düşündüm. 

EKMEĞİ BİLMEYEN BİR ÇİFT…

Bayrakçı, ailesinin evlilik hikâyesini şöyle anlatıyor: “Anne-babam İstanbul’da tanışmış… Bir dedem Erzurum’dan 1940’ta, Makedonya göçmeni öbür dedemse 1926 mübadelesinde gelmiş. Annemle babam komşularmış. 17-18 yaşlarında tanışıp evlenmeye karar vermişler. İsteme merasiminde esprili bir durum oluyor. Annemin babası, ‘Çocuklar evlensin ama benim kızım 17 yaşında, ekmek kesmeyi bile bilmez!’ demiş. Babamın babasının cevabı da, ‘Benim oğlum da 18 yaşında, eve ekmek getirmeyi bilmez zaten!’ olmuş…”